Artemis Yayınları tarafından yayımlanan bir Müjde Alganer kitabı, “Ziziro” ile beraberiz. Ziziro Kıbrıs’ta ağustos böceğine verilen ad. Fakat Ziziro anne-kız hikayesine odaklanmakta. Yalnızca bununla kalmayıp kadın olma, kadın olarak hayata tutunma, kadın olarak hayattan beslenmeye çalışırken tüm bunların yanında düşmenin, kalkmanın, keşfetmenin ve asıl olarak hayata karşı direnmenin hikayesi.
Kadınlara ve ilişkilere dair, bu eksen etrafında dönerken hayata dair ne varsa konuştuğumuz bu söyleşiyi keyifle okuyacağınıza eminim.
– Yazmaya nasıl başladınız?
Müjde Alganer: Bir dönem enerji çalışmalarıyla çok ilgilendim. Bu çalışmalara devam ederken yabancı bir hoca geldi yurt dışından. İş yerinden izin alıp üç günlük seminerine katıldım. Kendisinden çok etkilendim. Hatta rüyama girdi. Rüyamda elimi aldı, baktı ve “Bence sen yazmalısın!” dedi. Bu rüyanın tuhaf etkisiyle birlikte yazmaya ve yazdığım şeyleri yayınevlerine göndermeye başladım. O dönem Sistem Yayıncılık vardı. İlk kitabım oradan çıktı. Böylece bu hastalığa bulaşmış oldum. Bulaşınca gitmeyen bir hastalık yazmak. Daha da önemlisi artık günlük hayatın içinde tatmin olmamaya başlıyorsunuz. Farklı alanlarda hobiler de geliştirmeye başladım yazma seferberliği ile birlikte. Beni kabuğumdan dışarı çıkarttı, yazmak. İyi ki de öyle yaptı… Çünkü üniversiteden mezun olduktan sonra çalışma hayatına zorunlu geçiş süreci başlamıştı. O dönemde kendinizi nasıl daha iyi hissedebilirsin, ifade edebilirsin meselesinden ziyade hayatta kalma ve para kazanma, aldığın eğitimin hakkını verme psikolojisi içine giriliyor. Kaygı çok fazlaydı. Güvensizlik duygusu içinde tutunmaya çalışırken tutunamıyorsunuz aslında. Kayboluyorsunuz. Sonra kendinizi arıyorsunuz. Edebiyat kendini aramanın sanırım en iyi yolu.
– Kadın olarak tutunmaya çalışmak daha ekstra bir durum diyebilir miyiz?
Müjde Alganer: Tabii ki! Hele de erkeklerin yoğun olarak boy gösterdiği mesleklerin içinde kendinize alan açmaya çalıyorsanız daha zor. Kadın olmanın getirdiği bir sürü dezavantaj var. Tacize bile uğrayabiliyorsunuz. Ya da hamile olduğunuz için ayrımcılığa uğrayabiliyorsunuz. Ya da kendinizi ispat etmek için canınızı daha çok dişinize takıyorsunuz.
– Ziziro dendiğinde aklınıza ilk ne geliyor? Bir kadının hikayesi mi? Bir anne – kızın hikayesi mi? Kadınların hikayesi mi?
Müjde Alganer: Bir anne kız hikayesi bile desek kadınların hikayesine tekamül ediyor sonuç itibariyle. Ziziro aslında Diren’in kendisi. Annesinin ona koyduğu takma isim. Benim çocukluğumdan beri bildiğim bir isimdir. Ne zaman yazın Kıbrıs’a gitsek, fonda bitmeyen tükenmeyen bir Ziziro sesi vardı. Annem söylerdi hep, bak bu ziziro diye.Kıbrıslılar iyi bilirler.
Yazar | Müjde Alganer |
Yayınevi | Artemis Yayınları |
Yayın Tarihi | Ekim 2019 |
Türü | Hikaye |
Sayfa Sayısı | 200 |
– Neyin cevabıydı Ziziro? Bir şeyin cevabını mı bulmaya çalıştınız?
Müjde Alganer: Evet bir şeyin cevabını bulmaya çalıştım. Bulmaya çalıştığım cevap; kitabın özü, niyeti gibi bir şey. Biz hep koşullarımızdan şikayet ederiz. Mutsuz aileler, istemediğimiz, seçmediğimizi düşündüğümüz anne baba figürleri, ayağımıza hayatımıza çelme takarlar sanki. Oysa aslında bu arzulanmayan figürler hayatımızda acaba nasıl rol oynarlar? Bunlar bazen itici güç müdür? Yoksa bizi aşağıya mı çekerler? Biz nelerden ve kimlerden asıl feyzleri alırız? Nasıl güçleniriz? Belki de bu uygunsuz koşullar yaratır en beceriklileri, en duyarlıları. Belki de sıra dışı olanlardır, toplum içinde değer üretmeye en hazır ve nazır olanlar… Mükemmel olmamak, mükemmel koşulların ürünü olmamak, bir bakıma daha mı üretken kılar değer yaratmak isteyen insanı? Derdim, niyetim bu soruların etrafında döndü dolandı.
– Ziziro kadınların hikayesi. Bir anne kızın (Biz Diren’in ağzıyla okuyoruz hikayeyi ama daha çok annenin) hikayesi. Dışarı akıtmak istediğiniz mesele kadınların sancılarının hikâyesi miydi? Bir anne kızın ilişkisinin hiç bitmeyen sancısının hikayesi miydi?
Müjde Alganer: Diren’in vermesi gereken bir karar var. Bu da annelikle ilgili. Kendini anneliğe layık göremiyor. Öte taraftan çocuklara karşı çok empati besliyor. Çünkü kendini görüyor. Kendi geçmişinde çektiği acıların yolundan giderek başka insanların duygularını anlamayı öğreniyor aslında. Bu yüzden çevresinde bazı asalakları bile barındırabiliyor, öğrencilerine karşı da çok verici ve hoşgörülü. Ama bu döngüye bir son verip kendini tamamen kaptırmadan, bir girdaptan geri dönüyor. Hikâyenin damarı biraz da bu dönüşte ve kendini keşfedişte.
– Asalaklar Tarık gibi Eliz gibi mesela. Bu baba kızın Diren’in yanında ne işi var dedim bir ara. Eliz’le kendisini bir şekilde özdeşleştiriyor Diren dediğiniz gibi. O zaman tam da buradan Diren’in annesi Müjgan’ı sormak istiyorum. Müjgan nasıl bir anne?
Müjde Alganer: Müjgan aslında mutsuz bir evlilik yapmış, sonra zamanla kendince yöntemler geliştirmiş, ilginç bir anne. Kızına bile hazırlıksız yakalanmış. Bir bakıma kızına ne verip vermediğinin de farkında. Fakat bir yandan da çok “cool” Belki de kendini affetmiş. Arada Diren’e şöyle diyor mesela: Sen merak etme zaman içinde bu mutsuzluklar sana güzellik olarak geri dönecek. Sen hayata daha hazırlıklı olacaksın. O çok iyi yaşantıları olduğunu düşündüğün gümüş kaşık arkadaşların senin kadar tecrübeli değiller. Onlar bir yerde, bir şekilde tökezleyecek ama sen tökezlemeyeceksin, diyor. Bir hap gibi veriyor bu bilgileri Diren’e. Ama Diren de çok “cool”. Hemen yutmuyor bu hapları. Her fırsatta annesine batıracak bir karşılık buluyor.
– Anne o kadar kutsal o kadar üstte bir yerde ki, Müjgan’ın nasıl bir kadın olduğunu atlayıp nasıl bir anne olduğunu soruyorum tuzak olarak. Ne dersiniz? Asıl sancı burada değil mi? Kadın olarak Müjgan’ı çok sevdim mesela ben. Antenlerinin açık olması. Hayata bakış açısı. Bak kızım bunlar bunlar başına gelecek demesi…
Müjde Alganer: Mükemmel olma ideali olmayan bir kadın Müjgan. Hayatı da mükemmel göstermeyen, pembe gözlükler takmayan bir kadın. Zaten Diren’in mutsuzluğu, yalnızlığı buradan geliyor. Müjgan, Diren’i belki çocukluğundan itibaren pohpohlasaydı, sırtını devamlı sıvazlasaydı Diren kendini daha iyi hissedecekti ama uzun vadede, dünyayı toz pembe göstermenin mutsuzluklara gebe bırakacağını biliyordu Müjgan. Kendince yöntemlerini uygulamaktan kaçınmayan bir kadın Müjgan.
– Kadınların mutsuz oldukları bir adamla evliliklerini sürdürmeleri hayatın en trajik meselesi. Daha da trajik olanı bu kadınların kızlarına mutsuz evliliklerini yansıtış biçimleri. Bir de oğlu var Müjgan’ın ama Ogan ile olan ilişkisi normal. Mutsuz annelerin kızları ile olan ilişkisi neden sancılı?
Müjde Alganer: Ogan ile ilgili şunu söyleyebilirim, Müjgan artık tecrübeli bir anne ikinci çocukta. Bir bakıma hayatın getirdiklerini de kabule geçmiş. Bir de tabii kızların laf dinlememe, anneyle devamlı didişme meselesi var geri planda. Erkeklere nazaran kendi burunlarının dikine daha bir gidiyor olmaları. Her halükarda kızların, annelerinin sesinden kurtulma çabaları vardır. Özellikle ergenlik dönemiyle başlayan bir süreç bu. Anne dünyanın en doğru şeyini söylese bile hep bir dirençle karşılaşır. Bu direnç bir türlü kırılamaz. Aslında birey olmak çabası tabii bu. Kimisinde daha travmatik kimisinde daha yumuşak geçse de, böyle bir süreç genelde yaşanır. Belki de yaşanmışlıklar sonucu geçmişteki bu direncin farkına varılır ve anne, “anne” olmak dışında bir birey olarak algılanmaya başlanır zaman içinde. İşte ancak o zaman onu gerçekten anlamak mümkün olur, hak verilebileceği, haklı noktaları daha net algılanır. Sanırım yaşam hazmetmek ve fark etmek…
– Sanki şöyle bir şey hissettim ben. Diren’i Müjgan söz konusu olduğunda deli eden ve aşmaya çalıştığı şey de buydu belki. Müjgan kızına karşı sert ve motamot. Duygu belirtisi neredeyse hiç yok. Hiçbir zaman Diren’i hiçbir konuda rahatlatmıyor mesela. Hayat böyle bir şey ve böyle bir hayat içinde bir kadın olarak mutluluğa tam olarak erişemeyeceksin üzgünüm mesajımı bu? En kötü olanını ben yapayım sana ve hayata karşı ‘Diren’çli’ olmayı öğreteyim içgüdüsü mü?
Müjde Alganer: Kendince kızını hayata hazırladığını düşünüyor Müjgan. Hep arkadaşlarını örnek veriyor bunu yaparken. Bana nasihat verirken, hiç kendinden yola çıkmaz hep başkalarından yola çıkardı, diyor Diren. Aslında dolaylı yollar keşfediyor Müjgan. Direkt olduğu zamanlarsa Diren’i gerçekten mutsuz gördüğü anlar. Acımak yerine gerçekleri göstermek istiyor Müjgan, Diren’e. Yavrum, kuzum seni ne mutsuz etti, gel seni pamuklara sarmalayayım, demiyor, diyemiyor. Bu yüzden sert bir anne olarak algılıyoruz onu.
– İki cinsi düşündüğümüzde yalnız kalma meselesi ile en iyi baş edebilecek kişiler kadınlar. Fakat bir eş istiyoruz yanımızda. Tarık gibi yanlış adamlar ile bile beraber olabiliyoruz.
Müjde Alganer: Ama işte zaaflarımız var. Kadın, kendini illa bir aynada görmek ister ya hep! Kadının bir aynası da erkekler bu anlamda aslında. Diren acıdan beslenen bir kadın, farkında olmasa da. Zor insanları seviyor. Kendisi için yaptığı seçimler bile biraz annesi gibi, annesinin yaptığı gibi aslında. Hatta verdiği yanlış erkek kararı da… Fakat en azından bu yanlıştan dönebilme cesaretini topluyor. Her kadının böyle yanlış tercihleri vardır. Kadın olarak beğenilmek önce hoşuna gidiyor ama “gerçek” ihtiyacının bu olmadığını anlıyor.
– Diren hayat hikayesinde nerede takılıp kalıyor?
Müjde Alganer: Sıra dışı bir kadının kızı olmakta takılıyor aslında. Diğer sıradanlar, mutlular arasında kendini yalnız hissetmek. Diğer çocuklar aileleriyle evlerinde mutlu mesut yaşarken Diren’in çocukluğu öyle geçmiyor ve bunun için Müjgan’ı suçluyor. En büyük tökezi bu.
– Kitapta şöyle bir cümle geçiyor: “Kendimi ancak kendim anlayabilirim.” Bu cümle günümüzde herkes için cepte bir algılayış biçimi artık. Fakat erkeklerin kadınları anlamasını bekliyoruz ya hep…!Peki kadınlar kadınları anlayabiliyorlar mı?
Müjde Alganer: Çok zor anlıyorlar. O her alanda bitmek bilmez rekabeti bir kenara bırakan, cinsdaşlıkla, empati ile hareket eden kadınları bulmak gün geçtikçe zorlaşıyor. Duygular ve anlayışlar yozlaşıyor.
– Peki kadınlar, kadınları seviyor mu?
Müjde Alganer: Kadınların aynı safta olduklarını unuttuklarını düşünüyorum. Unutuyorlar gerçekten. Temel ihtiyaç noktasında, çalışma hayatında ve farklı platformlarda insani olarak kadın olma duygusunu unutuyorlar ve diğer kadınları da acımasızca aşağı çekebiliyorlar. Bu benim gözlemimde son zamanlara ait bir örüntü özellikle. Kadınlar bağımsız oldukça daha mı yıkıcı oluyorlar acaba diye düşünüyorum. Eleştirdikleri erkek dünyasının farkında olmadan bir parçası mı olmak yoksa bu? Bilmiyorum… Unutulan değerler var. Yardımlaşma, anlayış, dinleyiş gibi.
– Kendini ilişkiye ait hissetmemek diyor Diren. Asıl ait olunması gereken yerlere (ebeveynler) asla ait hissetmemekten kaynaklı olabilir mi bu söz?
Müjde Alganer: Burada bir ihtiyaç var ve giderilmemiş. Yani Diren aile aidiyeti yaşamamış. Sonra şunun farkına varıyor. Yurtdışındaki eğitimi sırasında tanıştığı insanlar, hayatın ötekileştirdiği karakterler hissettiriyor bunu ona. Ait olduğu şeyleri kendi çekirdek ailesinde bulamamak ve başkalarını suçlamak yerine ait olabileceği yerleri, ortamları yaratma ve mücadele etme duygusu oluşuyor Diren’de. Yani aile olmak için kan bağının gerekmediği, kimsenin ebeveynliğe soyunmadığı ama birbirini tamamladığı ilişkiler içinde mutlu olunabileceğini fark ediyor. Aile kavramını yeniden tanımlamaya çalışıyor. Bu yüzden belki Eliz ve Tarik’ı hayatına davet edebiliyor.
– Sürüne sürüne öğrenmeye mahkûmdum diyor Diren. Çünkü bir kadın tarafından (annesi tarafından) ona böyle öğretiliyor. Öğrenilmiş çaresizlikler anneden kıza, kadından kadınlara miras mı kalıyor?
Müjde Alganer: Yalnız kaldığını hissediyor Diren.Söylenmeyeceği söylemek. Yapılmayacağı yapmak. Bunun sıkıntısını yaşıyor hep. Sistemi eleştiriyor aslında. Kemikleşmiş bakış açılarına eleştiri var burada. Özgürlüklerimizi tüketmeyi tercih ediyoruz. Özgürlüklerimizi kullanmayı sevmiyoruz maalesef. Bir yere kadar Diren’de de var bu.
– Romanda erkek varlığı çok silik. Niye?
Müjde Alganer: Kitabın en sonunda bir güzelleme yaptım bu konuda. Babamı bilmiyorum zaten önemli de değil, diyor dünya yüzüne çıkan ağustos böceği. Olanlarla yetinip olmayanların yerine başka şeyler koymalı. Hep eksikliğini çekip yasını tutmayı bırakmalı bir kenara sanırım bazı şeylerin. Kabul etmekte yatıyor her şey. Babanız yoksa ya da herhangi bir şekilde varlığını size var olduğu sürece hissettiremediyse, bunu böyle kabul edip, hayata, önüne bakmak, elde ne varsa onunla yetinmek… Kabul insanı özgürleştiriyor!
Aynur Kulak