En sondan yazacağımı en baştan yazarak başlayayım. Bu bir her koşulda sanata yer açmalıyız yazısı olacak. Katılmayanların yazımın sonuna kadar okumalarını rica ediyorum.
Topraklarında olay ve yas eksik olmayan bir toplumuz. Sistemsiz, usule uygun olmayan yöntemler ve yönetimler nedeni ile her an başka bir faciaya açıyoruz gözlerimizi. Bazen içindeki kurban biz oluyoruz, bazen seyirci…
Ama her şekilde ölüyoruz ve öldürülüyoruz.
Bu asla bitmeyen bir kısır döngümüz haline geldi adeta. Ya maden göçüğü altında kalıyoruz ya deprem enkazı…
Üzerine bir de tüm dünyayı etkileyen korona derken… Acımaktan, yas tutmaktan, yardım etsek de asla yetemiyor olmamızın verdiği vicdan azabından aldığımız nefesten utanır hale geldik.
Ve bu manzarada yemek yiyemez durumdayken nasıl sanatı düşünürüz değil mi? Değil işte… Değil olmalı yani.
Çünkü sanat önemli.
Son dönemlerde bize unutturulan çok şey var biri de müzik: Biz acısına ağıt yakan, türküler derleyen bu toprakların torunlarıyız ve artık susuyoruz. Çığlıklarımızı yazıya döküyoruz, söze döküyoruz ama sonraki kuşaklara dahi erişecek bir aracı olan müziği acılı zamanlarımızda ayıp sayıyoruz artık.
Oysa Atatürk’ün o hepimizin ezbere bildiği “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” sözünü iyi günlerimiz için söylediğini düşünüyorsanız fena halde yanılıyorsunuz. Çünkü kendisi “insanlığını kaybetmemek” için Çanakkale Cephesi başta olmak üzere bulunduğu her yere dostlarından sanat kitapları gönderilmesini istemiş biri.
Ayrıca ömrünün çoğunu savaşlarda geçiren birine göre ne kadar çok dans bildiğini düşünürseniz; musikiye merakını ve genç Cumhuriyet’te talimatıyla açılan sanat okullarını…
Ve dahasını aklımıza getirirsek; ne demek istediğim daha iyi anlaşılabilir sanırım.
Yas tutmak hepimizin ihtiyacı ama bunun türlü türlü yolları var ve sanatı bu yastan uzak tuttukça sanat bilmeyen, sanat sevmeyen bir toplumun dini imanı para insanlarına dönüştüğümüzü görmüyor olamazsınız.
“Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” sözü en çok kötü zamanlarda rehberimiz olmalı.
Bunun dışında hayatın gerçekleri de var; hepimiz mesleğimizi yaparken, en kara günde sanata gelen her darbe, bu işi gönlüyle yapan “sanatçı”ların hayatını daha da karartıyor.
Sıcacık ofisinde maaşını alan ve hayatını idame ettirecek bir işi olan kişi, elinin altındaki klavye ile; 2 yıldır üzerinde emek emek çalıştığı albümünün çıkış tarihi böyle bir zamana denk geldi diye yılların müzisyenini sosyal medyada linçleyebilme hakkını kendinde buluyor. Üstelik şarkıların konusunun şu an yaşadıklarımızı anlatan – toplumsal temalı rock şarkılar olduğunun yazılmasına rağmen.
Bağnazlaştık ve bu neye yol açtı biliyor musunuz, herkes acıyı alelacele yaşayıp normalleşmeye dönme telaşında. Çünkü yaşamın içine yası dahil ederek, sindirerek ve bu arada çözümleri bularak ilerlemeyi Atatürk’te bıraktık. O tüm iradeyi bize bırakmıştı, biz hiçbir alanda sonrasını getiremedik.
O bize yaşamayı öğretmeye çalıştı; her koşul ve durumda sorumluluklarımızla birlikte… Biz ne sorumluluklarımızı yerine getirebildik ne yaşamayı öğrenebildik. Tüm bunlardan uzaklaşarak kurnazlığı zeki olmak sayan, bireysel çıkarlarımızın peşinde koşmanın bizi dönüştürdüğü insanlardan oluşan mutsuz toplumda acı-keder-yas’ın eksik olmamasının nedeni sanatsızlık olabilir mi?
Düşünelim.
Önemli not: Sanat alanında yazmakla çıktığım yolda müzik ana kolum olduğu için yine müziğe ağırlık verdiğim yazımdan da anlaşılacağı üzere müziğin dışındaki sanatın adı bile yok seviyesinde bir durumdayız. Acilen tüm sanat dallarımıza sahip çıkmalıyız.
Yaşamak ve yaşatmak için ruhumuzun incelikle beslenmesine ihtiyacımız var.
Beyza Cumbul