Son üç ayda belki de gelecek beş yılımıza yetebilecek kadar çok şey tükettik hayatlarımızda. Güya durup düşündük ama neyi? Bu süreç bittiğinde bir daha yapmayacağımız şeylerden ne kadar zevk aldığımız yalanını mı? Yoksa haber almamamıza rağmen çok da sıkıntı yaşamadığımız ve hayatımızdan bir şey eksilmediğini gösteren insanlara yok yere kafa yorduğumuzu mu? ‘Eski mutlu günlerimiz’ diye tabir ettiğimiz günler ne kadar eskiydi ki zaten? Ya da hangilerinde mutluyduk sahiden? Karantinadan öncesindeki yakın bir zamana özlem duyulmadığı konusunda dürüst olunsun artık, derdimiz bu değildi, biliyoruz hepimiz. Kendimizle yüzleşmemize gerek olmayan eski günlereydi özlemimiz. Çünkü biz düşünmeye vaktimiz olmadığı için mutluyduk ve vakit bulamadığımız ama bulmak için de çabalamadığımız şeyler için mutsuzduk. Ve bir anda kendimizi tüm bunları düşünmek zorunda kaldığımız boş vakitlerin içinde bulduk. Elimizde o saatten sonra gerçekleşebilecek üç beş hayal kalmıştı belki de ve bir noktada boş verip onlarla mutlu olmaya çalıştık, olamadık. Hatta bazılarının olsa bile bizi mutlu etmeyeceğinin farkına vardık. Evlerimizden çıkamadığımız her gün bir daha yakalayamayacağımız korkusuna kapıldığımız o anlara daha da fazla hapsolduk. Farkında olmadan özlem duyduğumuz günleri arka raflara ittirecek bahanemiz kalmadığında da kaybolduk. Biz kendi sesimizi dinlemekten korkuyorduk. Fakat yine de kabul edemedik tüm bunları. Dile getiremedik, yüzleşemedik. Her türlü yeni aktivite yapıldı ama sebebi asla konuşulmadı. İşimize gelmeyeni güzelce kulak arkası yaptık usta hamleler eşliğindeki konu değiştirmelerle. Kulak arkası demişken, ben kabakulağını tek kulaktan geçirdim, diğerinden de olmam gerekiyor mu sizce? Ezgi duyuyorum sesini, rica ediyorum küfür etme.
Kafamın içinde dönüp duran bu düşüncelerin dağınıklığını saçlarıma mı yorsam yoksa saçlarımın buklelerini mi suçlu tutsam bilemiyorum. Saçlarıma bu zamana kadar kaç kişinin iltifat ettiğini, kaç kişinin ellerinin değdiğini düşünmek istemiyorum. Ne kadar ağır anıları var dile getiremedikleri, uzayıp gittikleri ve yenileri için yenilerini besledikleri. Merhaba nerede yaşadığını ve en sevdiği rengin ne olduğunu bilmediğim hayatımın aşkı, senin için de saçlarımı besleyip büyütüyorum. Sen hazır olduğunda gel ama ben seni beklemiyorum. Çünkü gelecek güzel günlerim için ne kadar heyecanlıysam, neyin geleceğini de bir o kadar bilmiyorum. Ve ilginçtir, belki de ilk defa bilmemekten korkmuyorum. Bana en çok kontrol kaybettiren bilmeme durumundan korkmuyor olmak beni mutlu mu etmeli yoksa daha çok mu düşündürmeli karar veremiyorum. Çünkü aklımdan geçen ufak bir ihtimal varsa deli gibi korktuğum, biliyorum ki o ihtimal er ya da geç gerçek olacak. O andan sonra yaptığım her şey korkunun gerçekleşeceği o görkemli ana hazırlık yapacak. Kim bilir kaç kez kendimi muhteşem korkularıma hazırladım, kaç kez yüzleştim, yenilerini besledim ve bir öncekileri asla düşünmedim. Senin bildiğini kendimden saklayacak değilim bu saatten sonra, ben böyle biriyim. Biliyorum ki düşünsem daha çok korkacağım ve yine biliyorum ki korktuğumu başıma getirmeden de uyuyamayacağım. Bu yüzden konuşmak istedikçe sustuklarım, dile getirmek istedikçe sıçıp batırdıklarım var içimde. Zaten artık bir şeyleri bilmemek değil de, dile getirmediğimde olacaklar en büyük korkularım. Ve inanır mısınız, ben elektrikli süpürgeden bile korkarım.
Şimdi oturup anlatmaya kalksam Galata’nın tüm taşlarını omzuma yükleyip toprağa gömecek kadar büyük bir telaş var içimde. Hani güvendiğim dağlara kar yağdı derler ya, işte sanki her yer kuruyken Galata Kulesi’ne kar yağmış gibi bir endişe. Bir an var gelecek olan biliyorum, işte buydu beklediğim diyeceğim. Aldığım her karar, attığım her kahkaha ve içime yağan her kar tanesi anlam bulacak o an ve ben artık korkudan titremeyeceğim. Belediye başkanlığının bir farkla kazanıldığı seçimde eşitliği bozan tek oy kadar değerli, belki de attığı tek bir adımla kurşundan sıyrılıp hayatta kalan insan kadar şanslı olacak. Basket maçının son saniyesinde elinde topu tutan kişinin ayağının üçlük çizgisinde olması kadar kritik bir rol oynayacak hayatımda. Üçlük çizgisinden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, biliyorum. Beni o noktaya götürecek kararlarımı bir an önce alıp, nefeslerin tutulduğu saniyeye ulaşabilmek için sabırsızlanıyorum. Hazırlıksız yakalanmamak için elimden gelen her şeyi yapmak istiyorum. Mesela doğum günümü kutlamaya çalışırken gece 12’den önce sızıp kaldığım yaşım, sabaha karşı Büyükpark’ın ortasında çiftetelli oynama saçmalığını gerçekleştiren inadım, Gilbey’s sponsorluğunda geçen o muhteşem gecedeki kafam -terminatöre selamlar- ve Kordon’da hurdacı bisikletini kullanma hayalini başaran inancım bir araya gelsin, kalbim de Viyana’ya taşındığım gün uçaktaki kadar hızlı çarpsın istiyorum. Böylece her mutlu anımdan biraz biraz alıp, en güzel kıyafetlerim eşliğinde hazır olayım geri kalan mükemmel zamanlarıma. O kadar özel olsun ki o an, bir saniyeliğine dünyam dursun, 2016 yılının o efsane zamanları kadar keyiflenip bir oh çekeyim ve artık korkularım olmadan gözüme uyku girsin. Ah 2016, üzümlü kekim, o tatlılığı geri getirebilecek miyim sence hayatıma, ne dersin?
Belki de bir zamanlar çok kuvvetli işleyen inanç sistemimi biraz sağlamlaştırmam gerekiyordur sorularımın cevabını bulabilmek için, bilemiyorum. Diğer her konuda sarsılan irademi korku dolu inançsızlıklarımdan ayrı tutma vakti de gelmiştir belki. Tıpkı bir biranın uyku getirip, ikinci biranın uykuyu kaçırdığına inandığım gibi. Yatağımın altında bir adamın yaşadığına dair de güçlü hislerim var yaklaşık 15 senedir. Bu süreçte üç dört kere falan ev değiştirdik ama önemli bir detay olmadığını görüyorum artık. Keşke şimdi bunu okuyan herhangi bir tanıdığımın kaçıncı evinde yaşadığını bilebilseydim, belki duvarına bir fotoğrafımızı asardık güzel güneşli bir günden kalan. Çünkü ne yazık ki duvarlarımızda durması gereken birçok fotoğraf galerilerde. Çerçevelerimizi telefonlarımıza sığdırdığımıza hala çok üzülüyorum. Neyse, en azından ışığını biraz kısmak lazım, düşüncelerimi bu kadar aydınlatıyor olması bana iyi gelmiyor. Kaçtığım şeyleri dile getirmeye çalıştığım zamanlarda biraz daha loş bir ortam kendimi daha az yalancı hissettirebilir. Sonuçta gidip gelen inançlarım ve yarınlar yokmuşcasına anlattığım korkularım arasında bir dengesizlik yaşıyorum burada. Ve sen sayın kendini belki de benden daha garip konulara inandırmış, bir dolu şeyden korkan ama dile getiremeyen okuyan, beni yargılaman, yargılayacak olman umrumda değil, yeter ki artık sen de korkma. Senin yaşadıklarını da yaşadıklarıma katıp yeni birkaç cümle kurabilmeyi inan çok isterdim fakat benim hafızam var şimdilik elimizde. Zaten güneşin doğuşunu görmek değil de mesele, batışını bekleyebilmekte.
Gizay Tabanlıoğlu