Tarık Akan’ı yalnızca ilk dönem filmleriyle anmak, hem onu tanımak ve anlamak için yetersiz kalacak hem de ona haksızlık olacaktır. Akan, 2009’da vizyona giren, Murat Saraçoğlu’nun yönettiği Deli Deli Olma filminden sonra yönetmenliğini yaptığı belgesel çalışmalarına ağırlık verir. Özellikle yetmişli yılların sonlarından itibaren rol aldığı filmlerde bir derdi, anlatmak istedikleri vardır Akan’ın. Bu yaklaşım, belgesellerinde ele aldığı konularda da görülür. Akan, mücadelesini hiçbir zaman kurduğu birkaç tümceyle sınırlandırmamıştır. Taş Mektep, somut mücadelesinin örneklerinden biridir. Eğitime bu denli önem veren Akan, Cumhuriyet’in ilk yıllarında eğitim alanında yapılacak çalışmaları önceleyen Atatürk’ün izinden gider. Atatürk’ün Alev Çiçekleri adlı belgeseli de genç Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim için verdiği mücadeleyi anlatır. Belgesel, adını Atatürk’ün yurtdışına eğitim görmeye giden kadınlara söylediği şu sözden alır: “Şimdi birer kıvılcımsınız ama döndüğünüzde birer alev olacaksınız!”
Cumhuriyet’in ilk kuşağının, mesleğinde ilk olan kadınların deneyimlerini tanıklarıyla ve belgelerle aktaran belgeselde Türk modernleşmesinin yalnızca görünüşle sınırlı olmadığının altı çizilir. 17 Şubat 1926’da Medenî Kanun kabul edilir. Çokeşlilik yasaklanır. Kadınların çocuk yaşta evlendirilmesinin önüne geçilirken erkeğe tek taraflı boşanma hakkı veren yasa da kaldırılır. Bu gelişmeler, kadının birey olma yolundaki ilk önemli adımlar olarak yorumlanır. Belgesel, Türkiye’de medenî nikahla evlenen ve aynı zamanda üniversite eğitimli ilk kadın ressamlardan olan Zehra Say’ı tanıtır.
Cumhuriyet’in kurucu kadrosunun hedeflediği reformların devamı gelir; ancak bir sorun vardır: Eğitimde hedeflenen reformlar için yetişmiş uzman kadro yoktur. Bu nedenle liselerde yapılan sınavlarda başarılı olan öğrenciler, eğitim görmek için Avrupa’ya, Amerika’ya gönderilirler. Yurtdışına giden öğrenciler gökbilim, arkeoloji, patoloji gibi alanlarda uzmanlaşır; ancak gittikleri ülkelerde kariyerlerini sürdürmek yerine yurda dönüp yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin hedeflerine ulaşması için mücadeleye katkıda bulunmayı seçerler. İlk kadın gökbilimci, İstanbul Üniversitesi’nin ilk kadın dekanı ve Türkiye’deki ilk gözlemevi kurucularından Nüzhet Gökdoğan, mücadeleye omuz verenlerden biridir. Yurda döndükten sonra hem çalışmalarını sürdürür hem de kendisi gibi öğrenciler yetiştirir.
Yapılacak reformlar için Atatürk’ün sıklıkla görüşlerine başvurduğu, Türk Tarih Kurumu’nun kuruluşunda görev alan Afet İnan’ın deneyimlerini, kızı Arı İnan aktarır belgeselde. Afet İnan, okulda başkan seçimlerinde bir kız öğrencinin adaylığına itiraz edip bunu da kadınların seçme ve seçilme haklarının olmamasına bağlayan bir erkek öğrencide kanıksanan, sorgulanmayan eril zihniyetle bir kez daha karşılaşır. Kısa zamanda kadınların seçme ve seçilme haklarını elde etmesi için çalışmalara başlarlar.
Cumhuriyet’in birinci kuşağını izleyen ikinci kuşak da birçok alanda imzasını attığı öncü çalışmalarıyla tarihe adlarını yazdırırlar. Türkiye’nin adını dünyada duyuran opera sanatçısı Leyla Gencer ve daha nicesi… Tarık Akan, Atatürk’ün Alev Çiçekleri ile sonraki kuşaklar olarak bize adeta altın tepside sunulan Cumhuriyet kazanımları için verilen mücadeleyi ortaya koyar.
Akan, bir başka belgeseli Köy Enstitüleri: Bir Meçhul Öğretmen’de ise 17 Nisan 1940 çıkan bir yasayla kurulan köy enstitülerinden mezun iki öğretmen Ayşe Bayındır ve Mehmet Bayındır’ın tanıklıklarını yansıtır. Köy enstitüsünden mezun olunca kendi köyünde ilk defa öğretmenlik yapan Mehmet Bayındır ve Ayşe Bayındır, 1950’de başka bir köye tayin olurlar. Gittikleri köyde okulun olmasını istemeyen bir çoğunluktan söz eder Mehmet Bayındır. Köyde yirmi – yirmi beş kız öğrenci vardır okul çağında; ancak okula gönderilmezler. Yeni atanan öğretmenler, kızların da okula gelmesini isterken köyün muhtarı, oy aldığı insanlarla ters düşmek istemez. Bir süre sonra iki öğretmenin de tayini çıkar ve ne yazık ki arkalarında bırakmak zorunda kaldıkları köyde cehalet galip gelir.
Sonraki yıllarda görev yaptıkları köylerde yalnızca öğrencileri değil, yetişkinleri de eğitir Ayşe ve Mehmet öğretmenler. Belgeselin metin yazarı Rana Güngörmüş, bu durumu “Her şeyi kendi sorumlulukları olarak görüyorlar.” tümcesiyle özetler; çünkü köy enstitüleri, Ayşe ve Mehmet Bayındır gibi öğretmenleri bu bilinçle yetiştirmiştir. Onlar kimi köylerde çocuklarının okuyup meslek sahibi olmasını isteyen insanlarla karşılaşırken yaşlıların baskısıyla süren kan davalarının görüldüğü köylerde de görev yaparlar.
Belgeselde tanıkların deneyimleriyle beraber köy enstitülerinin tarihçesi de verilir. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un yönetiminde başlatılan köy enstitüleri projesi kapsamında Eskişehir – Çifteler, Edirne – Kepirtepe ve Kastamonu- Gölköy’de ilk enstitüler açılır ve sonrasında Türkiye’nin dört bir yanına yayılır. Tüm köy enstitülerinde temel ders olarak okutulan ziraat derslerinin yanında kültür ve sanat derslerine verilen önem dikkat çeker. Öğrenciler, yılda yirmi dört klasik eseri okuyup özet çıkarmak zorundadır. Moliere’den, Gogol’den piyesler sahnelenir. Her öğrenci en az bir müzik aleti çalar. Türkiye’nin o günkü koşullarında böyle bir eğitim yapılabiliyorsa sonraki dönemlerde eğitim alanındaki problemleri çözmek için önümüzdeki engel nedir?
Tarık Akan’ın ete kemiğe büründürdüğü karakterlerin olduğu filmler, hepimizde bir iz bırakmıştır. 1980 sonrasında, hatta aslında 1970’lerin sonlarından itibaren farklı bir yola girerek ilk dönemkinden farklı öyküleri anlatan filmlerde rol almayı seçmiştir. Bu bağlamda, yazının başında belirttiğim gibi, Tarık Akan’ı anarken bu ikinci dönem filmlerine de, örneğin Atıf Yılmaz’ın Adak’ına ya da bir Sabahattin Ali uyarlaması olan Devlerin Ölümü’ne bakmak gerekir. Son dönemde ise Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı için hazırladığı bu belgesellerle yine söyleyecek sözü vardır Akan’ın. Bu yazıda üzerinde durulan iki belgesel dışında Anadolu’da Romalıların Ayak İzleri, Afrodisias ve Mehmet Aksoy: Zamana Tanıklık Eden Bir Işık Avcısı’nın yönetmenliğini ve Hüznün Şarkısı İznik’in yapımcılığını üstlenen Tarık Akan, somut bir mücadelenin nasıl verildiğini anlatan belgeseller hazırlar. Bu yapımlarda tanıdığımız insanlarla Tarık Akan’ın mücadelesi arasında koşutluklar görmek de mümkündür.
Baran Barış