Yayınlandığı dakikadan itibaren tüm sosyal medya hesaplarından küçüklü-büyüklü ekranlarımızla zihnimize akan, dikkat çekici bir yapım ile karşı karşıyayız. “Biz Kimden Kaçıyorduk Anne?” tanıtım dijitallerindeki gizemli ve tekinsiz havasıyla hepimizin merak duygusunu kaşımayı başaran bir yapım olduğunu kanıtlamış durumda. Üstüne bir de edebiyat çerçevesinde övgüler kazanmış bir roman uyarlaması dipnotu, heyecanlandıran yapımlara susamış izleyici kitlesini manyetik bir etkiyle kendisine çekiyor. Peki bu kadar yükselen beklentilerin sonucunda bu mini diziyle vakit geçirirken ve sonrasında bizi neler bekliyor?
Konudan kısaca bahsedecek olursak, hikayenin odağını bilinmezliklerini parlayan bir zırh gibi kuşanmış anne-kız ikilisi oluşturuyor. Nereden geldiği, nereye gideceği belli olmayan, zaman kavramını yitirmiş bir tavırla var oluyorlar bulundukları mekanlarda. Bu kadar soru işareti de tabi ki ikiliyi zamanın ve mekanın ilgi merkezi haline getiriyor. Sorular karakterlere izleyici tarafından yöneltildiği gibi hikayenin dünyasındaki diğer karakterler tarafından da yöneltiliyor. Sonuç olarak kısa sürede her ne kadar görünmez olmaya çalışsalar da varlıkları avaz avaz parlayarak “Biz buradayız!” diyor.
Buraya kadar her şey çok keyifli. Farklı olmanın getirdiği avantajların yanında dezavantajlar da yavaş yavaş izleyiciye aktarılıyor. Eleştirel bir tavır takınılıp, anlatacak derdi olduğunu bas bas bağırıyor. İlk birkaç bölüm tüm bu harmoniyle heyecanla kendini izlettiriyor. Ama sonra aniden bir şey oluyor ve her bölümde aynı şeyi izliyormuş hissiyatı yüz buruşturan bir memnuniyetsizlikle gelip izleyicinin göğsüne oturuyor. Git gide yükselmesini beklediğimiz, bizi alıp sürükleyip yükseklere çıkaracağının bir nevi sözünü veren hikaye bir şekilde ayaklarını sürümeye başlıyor.
Tam da bu noktada her şey gözümüze batmaya başlıyor. Diyaloglar yapaylaşıyor, yan karakterlerin herhangi bir evrendeki varlığına inanmak oldukça zorlaşıyor. Geçmişe gidilen sahnelerde neden-sonuç ilişkisi irdelenmediği gibi oluşan boşluklara izleyici itiliveriyor. Buradaki karakterler çizgi insanlara dönüşüyor; bir etiketleri var fakat hikayesizlikleri oldukça can sıkıcı bir hal alıyor. Anlatacak çok şeyi olduğuna eminken, basit bir detaya odaklanıp bu detayın altını oyarak oluşan boşlukta vakit geçiriliyor. Sonu tahmin etmek zor değil ve aslına bakarsak bu bir problem de değil. Fakat bu kadar gizem ve heyecan vaadeden bir yapımın vaatlerini karşılamaması süreçten alınan keyfin hevesini kursakta bırakıyor. Ayrıca senaryosuzluktan olsa gerek, ciddi potansiyele sahip anne-baba figürü tez ve antitezleri görmezden geliniyor. Bir izleyici olarak; Anne’nin anne-baba travması çocuksu dudak bükmelerle harcanmasa, Bambi’nin anne ve baba figürleriyle karşılaştırmalara, senaryo git gellerine sahip olsa tadından yenmeyecek psikolojik gerilim sahnelerini izliyorduk olurduk diye iç geçirmemek mümkün değil. Aynı şekilde kaçışlarının nasıl başladığı konusunda da yine senaryo boşluklarına düşmek başka bir keşke olarak yerini almış durumda ne yazık ki.
Romanlardan uyarlanan yapımların neredeyse tamamında karşımıza çıkan ana sorundan maalesef bu yapım da kaçamamış ve özetlemeye çalışırken büyük boşluklarla kendi kendini kuşatmış. İşteş anne-kız ilişkisi gerilimi, geçmiş-günümüz hesaplaşmaları, toplum ve birey eleştirileri önce kendini sarmalayan gizem ve ilgi çekici sosundan arındırılmış(!), sonra da elde kalanlarda ne yapılacağını bilemeden oraya buraya saçılmış. Bu senaryo zafiyetlerinin yanında yüz güldüren şeyler de yok değil. Melisa Sözen’in 7 bölümlük bu hikayede ete kemiğe büründüğü “Anne”si seyir zevkinin ötesinde hissedilebilir, dokunulabilir bir karakter ortaya çıkarmış. En tuhaf görünen karakterin en çok inanılası karaktere dönüşmesinin altında şüphesiz tüm enerjisini ve kabiliyetini ortaya koyan bir oyuncunun varlığında hemen hemen herkes hemfikir olacaktır.
İzleyiciye soru soran, interaktif bir deneyim sunan yapımlar son yıllarda popüler hale gelmiş olsa da, bu konuda başarı göstermek ne yazık ki popülerlikle aynı ölçüde tırmanmayacak gibi görünüyor. Tüm ögeleriyle bir başyapıt olduğunu söyleyemesek de sonuna kadar kendini izleten, keşkeleriyle, “Acaba nasıl olurdu?”larıyla bir süre aklınızı kurcalayacak bir yapım olmuş B.K.K.A?.