Gençliğimde İngiliz milletine pek kızardım. Yaşlılığımda adeta sever oldum. Şu anda onların kendi içlerindeki içtimai sınıfları ne kadar cüretkarca isimlendirdikleri aklımdan geçiyor…
Hangi millet içtimai sınıflar bahsinde bu kadar rahat, bu kadar pervasız olur ve aralarından birilerini adeta bir kimyager fütursuzluğuyla “our barely respectable lower middle classes” (*) şeklinde tasnif edebilir? Yahut hala “deserving poor” (**) gibi bir ibareyi tedavülde tutabilir?
Biz böyle pervasız değiliz.
Bu da aklıma şunu getiriyor: Henüz yazı edinememiş insan cemiyetleri arkeologlar tarafından tarihin mutad usulleri ve ıstılahatından epeyce ayrılarak incelenir. Benim gibi dışardan bakanlar için de işin belki en şaşırtıcı ve biraz da eğlenceli tarafı, ortaya çıkan medeniyetlerin, o medeniyetlere ait kalıntılardan mülhem isimlerle anılmasıdır… “Kanatlı yılan medeniyeti”, “üç memeli dişi cin kültürü”, “balık kafalı muharip havzası” gibi.
Ben de bugünlerde içinde yaşadığımız cemiyetin bazı tabakalarını kullandıkları kelimeler ve ifadelerle tesbit eder oldum.
Mesela : Bayan-la(v)abo-direk(t)-komple tabakası … Umumiyetle hayat mücadelesinin doğrudan içinde insanlar. Çoğu büyük şehirlerde ilk nesil. Onların müteşebbis ve çalışkan olanlarını saçları briyantinli ve güneş gözlüklü olarak mobilya naklederken size “sıkıntı yok” demelerinden de tanıyabilirsiniz. Ben bu sınıfın menkıbevi pirini Nazım Hikmet’in Asri Yusuf’unda bulurum. Hani şu, taşbasma ahmediyyelere Kabe tasviri çizmeye burun kıvıran, buna karşılık ayna imal etmeyi “asri” bulan genç adam… İngiliz olsam onları “şapkalı fukara” tesmiye ederdim belki de… Bu tabakanın en üst diliminde, bazıları cinsi tercihlerini yaşamak için ailelerinden uzaklaşmış, kim bilir ne mücadelelerle lüks dükkanlarda tezgahtarlığa ulaşmış olanları bulursunuz. “Hayır, indirim veya tenzilatımız yok” diyeceklerdir size, “ama bütün mallarımız promosyondadır!”
Mesela: Jenerasyon-keyif aldım-ışıklarda uyusun-doğal tabakası… Çoğunlukla kadın olan bu sınıfın en esmeri bile, saçlarını yeni dönmüş mühtedi taassubuyla en göz alıcı sarılara boyar. Onların şaşırdığını, hayrete düştüğünü, taaccüb ettiğini, irkildiğini göremezsiniz. Onlar ancak “şoke” olurlar. Bir kadın veya erkeği güzel bulmak edalarınca biraz “vulgaire” kaçıyor olmalı ki, bedii tahassüslerine bais olan kişinin “düzgün fiziğe sahip” olduğunu söylerler. Çok arzu ettikleri bir cihazın, en yaygın nevini değil, biraz sabredip, biraz da maddi imkanları zorlayıp “bir üst”ünü edinmişlerdir. Şiir ve müzikle meşgul oldukları da vakidir, konferanslarda, konserlerde ısbat-ı vücud ettikleri de… Ve içinde bulundukları coşkulu ruh halini “emeğinize, yüreğinize sağlık” ibaresiyle dile getirirler. Bunların en alt dilimi, erkeklere “arkadaşım” diye hitap ederek hem “mondaine”, hem de afif olma bıçağının sırtında raks gayretindekilerdir. Bir diğer farik alem de, en üst diliminin dahi “.. ne kadar güzel ve zarifsiniz, sizin Türk olduğunuzu tahmin etmezdim” geğirtisini iltifattan saymasıdır.
Mesela : Anımsadım-gereksindim-onur-dize-öykü tabakası… Bu tabaka aslında cumhuriyet Türkiye’sinin kudretli bir sınıfının kalıntısıdır ve bugün hazin bir tereddi içindedir. İçlerinde bir kelimenin Arapça mı, Farsça mı, Fransızca mı, kadim Türkçe mi, hatta Çince mi olduğunu bir bakışta bilenlerin bulunduğu devir çok gerilerde kalmıştır. Şu andaki mensuplar “set” kelimesini (İngilizce, takım manasına) “öztürkçe” sanma derekesine ulaşmışlardır. Hakikat şu ki, bu taife artık bir tabaka değildir, yalnızca artık var olmayan bir mütegallibeye acınası bir yamanma teşebbüsünden ibarettir. Bu tabakanın en alt ve en haris dilimini, çenelerinde muttasıl bir “barbiche”le dolaşmalarından, kitap ve CD “set”leri edinmelerinden, evlerinde şarap ya da bira imal etmeye kalkmalarından tanırsınız. En üst diliminin raftaki yerini de Marie Claire mecmuasının kapağından muktebes gülünç hars ve siyaset “agenda”larından kerterizleyebilirsiniz.
Arkeoloji hafriyatlarında, bazen de bir salgın hastalığa, sel veya yangın gibi, yanardağ indifaı gibi afetlere delalet eden boş, ıssız, belki de sadece mariz ve akim bir renkle boy gösteren tabakalara ulaşılır.
Bizde de şu anda “galopant” bir veremin ciğerde yayılışı gibi, bütün tabakaları istila halinde bir fikir taunu görülüyor. 150 yıldır fikri, tefekkürü, mefkureyi, mesleği, haysiyeti bir tarafa bırakmış “aydın” larımızın bize son hediyesi olan bu taun “şey” felaketidir. Fikri üretmek ve fikri aktarmak endişesini hiç edinmemiş okuyucu-yazıcı-bilici sınıflarımızdan diğer bütün sınıflara bir çayır yangını gibi yayılıyor bu maraz… Tek bir misal vereyim, herkes anlayacaktır:
Tabii ki her şeyde bir şey vardır, ama gene de bir şeyi, şeyinden çok şeye almak insanın biraz şeyine gidiyor! Bakalım şeyi de şeyinde bırakabilecek miyim?
BELKİ DE GEREKMEYEN İHTARLAR:
(*) Alt orta sınıflarımızın pek de saygıya layık olmayan dilimi.
(**) Ahlakça sağlam olup sadakayı hakkeden fukara.
Cem Tezer