Geçtiğimiz günlerde Sanem Gonzalez’in Nemesis Kitap tarafından Şevrole Belayir adlı ilk romanı yayımlandı. Roman, okurunu mizahi bir üslupla 1960’ların İstanbul’una bir yolculuk yaptıran bir polisiye. Şevrole Belayir, sinematografik yapısıyla mizahın, aşkın incelikle işlendiği güçlü bir ilk roman. Sanem Gonzalez ile Şevrole Belayir üstüne keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
– Sizi biraz tanıyabilir miyiz? Yazıyla ilişkinizden bahseder misiniz?
Sanem Gonzalez: Gazetecilik kökenliyim, ama yazıyla ilişkim çocukluğuma dayanıyor. En büyük şansım kitap okumanın su içme, yemek yeme gibi doğal bir ihtiyaç sayıldığı bir aileye doğmuş olmak. İlkokulda skeçler yazar ve yönetirdim. Ortaokulda da öyle, şimdi düşündüğümde mizahın ve yazının hep benimle olduğunu fark ediyorum.
– İlk romanınız Şevrole Belayir, Nemesis Kitap aracılığıyla okurla buluştu. Mizah unsurunun metinde oldukça güçlü bir şekilde harmanladığı kitabın çıkış öyküsünü sizden dinleyebilir miyiz?
S.G.: Pandemi öncesi oğlum 2-3 yaşlarındayken reklam yapımcılığına ara vermek istedim. Yazmak hep aklımın bir köşesindeydi ama nedense eyleme geçemiyordum. Katıldığım bir yazı atölyesi sonrası oturdum ve yazmaya başladım. Pandemide de romanı tamamladım.
– Romanda yarattığınız dil üzerine de konuşmak isterim. Berrak, akışkan, duru, yalın, oyunbaz, üslup okuru sarıyor. İyi edebiyat, üzerimizdeki fısıltıysa, siz okura ne fısıldadınız?
S.G.: Sanırım yarım kalan hayatlara bir ilgim var, pişmanlıklara… Her ne kadar mizahın içinde olsak da romanda büyük bir trajediye de seyirci oluyoruz. Tanju, Melike, Suzan, Leman, Fevziye… Hepsinin hayatları kırık dökük. Domino taşı gibi her biri diğerini etkilemiş. Bu öyküde her bir okur kendi fısıltısını bulacak, farklı bir açıdan etkilenecek.
– Şevrole Belayir ile okuru bir zaman yolculuğuna çıkarıyorsunuz, Chevrolet Bel Air ile 60’ların İstanbul’una yaptığımız nefis bir yolculuk bu. Ben de kültürel hareketler bakımından ayrı bir dönem olarak görürüm 60’ları. Size göre neden 60’lar?
S.G.: Annemden, çocukluğuna dair anlattığı hikayelerden çok etkilendim. O zamanların İstanbul’u bir rüya gibi. Ulaşamayacağımız bir ada. Tabii Türk filmlerinin de etkisi büyük, annem ve babam çalıştığından kışları babaannem, yazları anneannemle kalırdım onlar işten gelene kadar, e eski Türk filmi seanslarımız da oldukça fazlaydı haliyle. Sanıyorum yaşlıların arasında büyümek bir çeşit melankoli duygusu aşıladı bana.
– Polisiye edebi türler arasında belki de üzerine en çok çalışılması gereken tür diyebiliriz. Şevrole Belayir de incelikli, bir polisiye örneği. Polisiyeye son yıllardaki ilgiyi neye bağlıyorsunuz?
S.G.: Bu ilgiyi Hollywood’a çok bağlıyorum. Aksiyon, gizem konfor alanında insanların izlemekten hoşlandığı- daha çok kafa yormadan izleyip hızlı tükettiği bir tür diyebilirim. Bu edebiyatı da etkiliyor haliyle. İnsanlar işin içinde olmadan dışarıdan güvenli bir şekilde bu dünyanın içine giriyor.
– Kitabı okurken, karakterleriyle, atmosferiyle aksiyonu hiç dinmeyen filmin içindeymiş gibi hissediyor okur. Sinematografik bir roman diyebiliriz, bu konuda neler söylemek istersiniz?
S.G.: Evet, her sayfada yaşananların rengi, kokusu hep aklımdaydı. Hava durumu, evin ya da mutfağın kokusu, o an ne pişiyor, ne ayıklanıyor. Apartman kaç yıllık… Bunları görerek yazdım.
– Kitabın önemli bir ekseni de aşk, hem de yarım asırlık bir aşktan söz ediyoruz. Günümüzde aşkın sönümlendiği, dönüştüğü bir çağda Tanju ve Suzan aşkı özelinde ne demek istersiniz?
S.G.: Tanju bencil bir adam, günümüzde narsist diye tanımlanabilecek bir karakter. Zor bir kişilik. Suzan’ı unutamıyor ama onunla da olamıyor, kimseyle olamayacak bir insan. Aşklarını yaşayamamaların sebebi de Tanju esasında. Eskinin saf güzel aşklarına örnek olacak bir durumları yok. Suzan hayatın sillesini yemiş ama en iyi şekilde savuşturup ayakta kalmış bir kadın. İkisi hem doğru hem yanlış bir denklem.
– Polisiyelerin devam romanları ya da uyarlamaları okurlar tarafından merakla beklenir. Sizin böyle bir düşünceniz var mı?
S.G.: Evet, Engin’in maceralarını üç kitap olarak düşündüm. İkincisine başladım bile.
– Çağımızın en önemli yazarlarından Etgar Keret mizahı, bir trafik kazası sırasında açılan hava yastığına benzetiyor. Sizin için mizah nedir?
S.G.: Güzel bir benzetme evet. Özellikle içinde yaşadığımız bu çağda mizah hayata tutunduğumuz dallardan biri.
– Çağdaş Dünya Edebiyatı’ndan en sevdiğim yazarlardan Alejandro Zambra’nın başucu kitaplarımız için ”Bazı kitaplar vardır, tekrar tekrar okuruz, ilk kez okurcasına” diyor, sizin ilk kez okuduğunuz kitap ya da kitaplar neler?
S.G.: Çok var, hangi birini sayayım. Biraz örnek vermem gerekirse; Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın birkaç kitabını sık sık okuyorum, Stephen King’in birçok kitabı, Thomas Mann Büyülü Dağ, Yüzyıllık Yalnızlık, Peride Celal Kurtlar, Aşk ve Gurur, Bülbülü Öldürmek, Dava…
Elif Hopyar