“Gözleri hep gökyüzündeydi ama bilmezdi ki gök yüzündeydi.” Bir bıçak yarası misali derinden derine etkiledi bu söz beni. Vergi tahsildarlarından ve KDV oranlarından daha acı ve keskin duygular yaşadığımı itiraf etmeliyim.
Günümüzün esas problemi üstüne biraz hasbihal etmek derdindeyim. “Sevmek” ve “Sevilmek”, sanırım Ahmet Arif Leyla’sına mektup göndermek için saatlerce hamallık yaparken biz ise mesajlaşmanın flört olduğunu sandığımız ve tertemiz pak duygulardan ziyade arzu ve zevklerin esiri olduğumuz yangınların çağında eskilerin sevdalarından pek de nasibimizi almamışız.
Metin Eloğlu gelirdi hatırıma kendi çağında da anlaşılmayıp hatta bizlerin de belki anlamadığı lakin anlamlandırmaya çalıştığı o güzel adamlardan bir tanesi kimisi bilir kimisi bilmese de biliyorum der zatı muhteremi, çıkardığım bir ders var ki kendisinden sanırım konumuza aydınlık getirebilir:
Ayşemayşe
Tüyü bitmemiş yetimliğimde miydin neydin,
oysa babam yine sağ
Ama adın Ayşe’ydi, ya da Ayşemayşe’ydi ki
Seni sırtımda bir küfe ana-kız gibi sevdim
Değdim de denebilir – bakışıyorduk ya –
Kış aksırığı hohlanmış ellerine
Sonra senler bir başıboşluğa tüydü gitti
Çalpara eteklerin çapraz ellerimde
Sen de öyle mi yap dedim kendi kendime
Coş savrul koşukoşuver esri
– Ne haddime? –
Ne haddime mi
Oh, her çimdik morartısına indiğimde
Bir dişi çukur – çıkmak belki de –
Basamaklar noksandı hep
Tabanlarımla merdiven iç içe
Yepyeni bir göz takınıyordum tez
Senin senden önceni görmeyesiye
Adın Ayşe miydi, Ayşemayşe miydi ne
Kıraça daldım çok, kireç kerpice som buğday ekercesine
Yufkayı un-ufak edercesine, ne ki en acıkımlık
Gölgesinde bir leş yatırın çınarına ilk balta bu sevi
İçi vıyıl vıyıl kurt, o da bir çeşni
Ama kıç cebinde hep o yassı şişe
İlle seni övdüm seni bildim seni sevdim yaşadım
Yani bir gidişat ki pırnakıl bencesine
Herkese duyur emi
Ötesi tüm Ayşemayşe
Ha, bir de dulun penceresine tırmanmıştım yaz serinliğinde
İbrişim dokurcasına keten kenevir yerine
Ah ödünç Ayşe, ah yaşamın eğirdiği kıvrak yün
Kâh kendini didiklercesine edindiğim büklüm filoş
Dur, tâ gitme
Bülûğ gövdede bir yanı gevşek örgüm
Varını nakışlarcasına mıydı beni sevmen
Alı al moru mor kilimler saçağında
Bir azman çiçek gibi bükülmezliğimde, hoş
Dipdiri sırmayı tiftikleyip de püskül kılmacasına
Sımsıcak, yorgan-döşek, bitirim
Maraşları Muşları hep geze geze
İstanbul’dan hiç mi hiç çıkmadım
Nice senler saysam yol boyunca sevdiğim
Tepeden tırnağa Ayşemayşe
Sana bağdaş kuruşlarım mı, tuzuyaş’ın biriydim
Hep o ben yaşımda
İster şuydun de, ister buydun; doğrusu Metin
Eh, bana bir türkü şimdi, ilki Karacaoğlan’dan
Hasan yanım hâlâ çocuk tâ Alamanyalarda
Özetliyeyim mi?
Bu bir sevi tınazı
Ve de ben kırık-dökük bir yaba.
Bazen adını sanını unuttuğumuz simasına dahi hakim olamadığımız insanlar hatırda kalır, kimisi de yarada. Lakin o nasıl öyle baktı ki bana, bana ne oldu demek kalır sonrasına…
Anlayış, entelektüel girişim ve sermaye acaba hangisi diyebileceğimiz bir Meksika açmazında yine her beraberiz. Yaş aldıkça duygudan yoksun bir halde maddi değerleri önceleyerek ilerlediğimiz (!) genelleme yapma sesleri duysam dahi Atay’ın deyişiyle iç dünyama sesleniyorum orada benden haklısı yok demek en doğrusu geliyor içimden…
Sonrasında geceler gündüzler , an ve saat bir anda değişmekte çehreleri gördükçe aydınlanmakta dünya kavgaları, atışmaları ve sohbetleri üzerine şöyle demişti Atilla İlhan “Ay’a mı gülümsedin? Bu ne güzel gece.” Sen oldu gece sen oldu gündüz ve sen oldu dünya, gözde…
Bir an misali unutup hayatta koşuşturmalarımızın sebeplerini, her şeyden geçtiğimiz bir zaman dilimi geriye ne kariyeri ne eğitimi ne de kendine ayırdığın eşref saatleri bir senden ziyade belki de benden içeri diyebilirim.
Belki şimdi anlamsız gelen ifadeler sözler, bu başını almışlık benimde içimde her ne kadar bir zamanlar elimden düşmeyen kitapları ve dilimden bitmeyen şiirleri şimdi daha anlamlı Attilâ İlhan’ın:
Yağmur Kaçağı
elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
geceleri bir çarpıntı duyarsan
telâş telâş yağmurdan kaçıyorum
sarayburnu’ndan geçiyorum
akşamsa eylül’se ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
Şimdi içimde bir yağmur hüznü var desem hem de bahardan kalmış belki de baharı hiç anlamayışımdandır. Oysa yağmurdan kaçmak duygusu tuttu beni diyebilirim. Tanımlayamadığım bir ifade karşısındaki şaşkınlığım, sonumuz hayır olsun diyelim…
Eee ne diyor geçiyordu James Bond romanında bu hikaye:
Doktor: Hastanın nesi oluyorsunuz?
Sadri Alışık: Belki her şeyi belki hiçbir şeyi…
Esenlikler…
Talha Tarık Taşören