Decollage Art Space sanatçı Gülçin Anıl’ın 20 yıldır çalıştığı semazen resimlerinden oluşan ”Öz’e Dönüş” sergisine ev sahipliği yapıyor. Ercan Gür’ün küratörlüğünü üstlendiği sergideki yapıtlar tuval üzerine yağlıboya, kristal, kum tanecikleri gibi farklı malzemelerden oluşuyor. Gülçin Anıl, soyut figüratif işlerinde semazenlerin ruhani dönüşünü, bu dönüşteki devinimi, tutkuyu, aşkı işliyor. Sanatçı Gülçin Anıl ve küratörü ile Öz’e Dönüş sergisi üstüne konuştuk.
Decollage Art Space’de ”Öz’e Dönüş” adlı serginiz devam ediyor. Biraz başa dönecek olursak; resme olan ilginiz nasıl başladı? İçsel yolculuğunuz, yaşamınız tuvale nasıl yansıdı?
Gülçin Anıl: Resme olan ilgim çocukluktan itibaren başladı; başta kara kalem resim yapmayı çok seviyordum. İlkokul, ortaokul ve lise dönemlerinde karakalem çalıştım. Hatta lise döneminde kara kalem resimlerimle aldığım ödüller oldu. Yağlı boyaya başlamamın çok sonraları bir kursa başlamamla oldu. Bir galeride çalıştığım esnada Avni Arbaş, Fethi Arda, Burhan Uygur gibi ünlü sanatçıların benim kara kalemlerimi görüp, “siz sanatçısınız, mutlaka yağlı boya başlamanız gerekli” demesi ile yağlı boya çalışmalarına başladım, bir kursa giderek orada devam ettim. Sonra ufak sergilere katılarak, sonrasında da girdiğim bazı yarışmalarda ödüller kazanarak devam etti. Şu anda 40 seneyi doldurmuş bulunuyorum, 40 senede çok resim yaptım, yurtdışında & Yurtiçinde her yerde resimlerimi sergilemeye çalıştım. Hala da sergiler açmaktan büyük keyif alıyorum, bu sergimin de çok keyifli bir sergi olduğunu düşünüyorum.
Kayalar, martılar, deniz temalı resimlerden Semazen resimlerine odaklanmanız nasıl gerçekleşti? Öncesinde Sema ayini izlemiş miydiniz?
Gülçin Anıl: Hayatımın ciddi bir kısmı denizin, martıların, kayaların içinde, onları inceleyerek geçti, sonrasında yağlı boya resim yapmaya başladım. Tabii ki neyi gördüyseniz, neyi yaşadıysanız onlar çıkıyor. Denizde kayalar çocuklarına sarılmış anneler gibidir, birbirine sarılmış çocuklar gibidir. Onları inceleyip resmederek bu işe başladım, daha sonraları teknede rüzgârı, o tuz tadını hissederek, yaşayarak resimler çıktı. Martılar tabii ki denizlerin olmazsa olmazı, çok uzaklardan birinin sesini duyan martının oraya doğru gitmesi, denizden yiyecek bir balık vs çıkarması bunları izleyerek geçen uzunsüre sonunda aldığım keyif tabii ki tuvale de yansıdı. Ondan sonra Tekel’in “Natürmortta keyif” adlı yarışmasında elma armut yapacağıma masanın üstünde Istakozlar, şarap şişesi, kadehler ve arkada ayakta duran kadınlar ve erkekler resmettim; bu resimle bir ödül aldım. Bu bana çok güzel bir motivasyon oldu. Sonra bu tarz resimler çıkmaya başladı; daha kadınlar, erkekler parti havasında resimler. Sonra da CRR konser salonunda bir sergi organizasyonu sözkonusu oldu. Tabii ki burada tekneleri, vs koyamazdım. Konser başlama anındaki kargaşa benim hep ilgimi çekmiştir, onları seyretmekten çok büyük bir keyif aldım. O anları resmetmeye, insanlara bunların seslerini duyurmaya çalıştım. Bir konserin başlama anındaki kargaşayı, enstürmanların birbirine girmesini konu eden resimler yaptım ve o sergi de çok beğenildi. Müzik-insan serisi, konser serisi bunlara devam ettim. Konser serisinden sonra bereket tanrıçaları yapmaya karar verdim. Bereket tanrıçalarının tarihçesi Havva’dan başlayıp Meryem Ana’ya kadar gider. Anadolunun her yerinde var olmuş olan bu çok güçlü kadınlar, tanrıçalar insanlara hep bir şeyler vermiştir. Onların resimlerini yaparken de ortaya Semboller çıkıyor. Yeniden doğuşu anlatan semboller, Sürekli değişim, ayrışarak çoğalma; bunlar çok önemliydi. Tanrıçaların ellerinde tuttukları nar, başak gibi Semboller de çok önemlidir. Amazonlar teması da onlardan sonra gelmiştir. Amazonlar kendi ayağının üstünde duran güçlü kadınlardır, Karadeniz yöresinde yaşadıkları söylenen savsşçı kadınlardır ve gücü temsil ederler. Ben Amazonlar’a kanatlar taktım, daha da güçlü kadınlar oldu; her şeyi becerebilen kadınlar teması da böylece tamamlanmış oldu. Sonrasında da Semazenler ilgimi çekti. Dünyada birçok ülkeye gittim, insanların nasıl döndüklerini, şamanların ellerini gökyüzüne açarak tanrıyla bütünleşmeye çalışdıklarını gördüm. Bu olayın ülkemizdeki versiyonu ise Sema ritüelleriydi; sema ayinlerini seyrederek ritüelin her hareketini resmettim, bu şekilde büyük sergiler organize ettim. Bunlar çok beğenildi ve bugünlere geldik. Öncesinde sema ayini izlemiştim ama dikkatli izlemediğim için tekrar tekrar sema ayinlerine gidip nasıl döndüklerini, nasıl başladıklarını, ne yapmaya çalıştıklarını inceleyerek resmetmeye çalıştım. Muvaffak olduğumu da tahmin ediyorum ki bunu da bana Mevlevilerin söylemesinden anlıyorum.
Decollage Art Space ile sergi fikri nasıl gelişti? Biraz serginin oluşumundan bahseder misiniz? Sergide yer alan yapıtlar ne kadar zamanda hazırlandı?
Gülçin Anıl: Bu fikir serginin kuratörü de olan 20 senelik dost Ercan Gür’den geldi. Decollage Art Space yönetiminin kendisi ile olan diyaloloğu ile yavaş yavaş gelişti ve ciddi bir çalışmanın sonunda ortaya çıktı. Onun bana vereceği referanslar da, benim ona vereceğim referanslar da çok kıymetlidir. Bir süredir sergi yapmıyordum ve güçlü bir galeride, iddialı bir sergi yapmak istiyordum. Ercan ile Decollage Art Space görüşmelerinden sonra böyle bir teklif gelince önce kendileriyle tanıştık, sonra da hep birlikte bu sergiyi yapmaya karar verdik. Her sergim için yeni resimler yapmayı, ziyaretçilere daha önce görülmemiş işlerimi sunmayı seviyorum. Ayrıca Öz’e Dönüş’ün teması sema ritüeli olduğu için eserlerin sunum düzeninin de buna göre olması gerekiyordu. Bu sebeple, sergide gördüğünüz resimlerin neredeyse yarısı sergiyi yapma fikrinden hemen sonra çok yoğun bir çalışma temposuyla ortaya çıktı. Bu sürecin tamamını küratörümüz Ercan Gür’le sürekli bir fikir teatisi ve iş birliği içinde geçirdim ve sergilediğimiz eserlerin sunum bütünlüğünü bu şekilde sağladık.
Serginizin adı “Öz’e Dönüş”. Sergiyi gezerken sema ayininde gibi hissettiren güçlü bir duygu sarıyor izleyiciyi. Öz’e Dönüş’ün sizdeki çağrışımı nedir?
Gülçin Anıl: Öz’e dönüşün bendeki çağrışımı; dünyanın, gezegenlerin dönmesi, var oluşu çağrıştırıyor. Hepimizin kendine göre bir içsel yolculuğu vardır, bu bazen acıtıcı olabilir, bazen neşeli olabilir. Bunları yapabilmek, resimlerime yansıtabilmek benim için çok büyük bir keyif.
Serginin bir başka dikkat çeken noktası da renkler, çok güçlü, göz alıcı. Her seride farklı renkler, siyah bile bambaşka. Renkler konusunda neler söylemek istersiniz? Renk geçişleri neyi simgeliyor?
Gülçin Anıl: Renklerin hepsinin bir enerjisi var bana göre. Örneğin kırmızı aşktır, mavi mutluluktur, yeşil sağlıktır, beyaz saflıktır, sarı aydınlanmadır. Renkleri bunları düşünerek resme yansıtmaya çalışıyorum, muvaffak olduğumu tahmin ediyorum. Renkler resim yaptığım 40 sene boyunca benim ilgi alanım oldu. Özellikle Ercan’la tanıştıktan ve ondan aldığım teknik bilgi ile kendi bildiklerimi birleştirdikten sonraki 20 senede çok daha hakim hale geldim. Renk geçişleri, kontrastları ve dokuları kullanarak hareket yaratma ve kendi renklerimi bulma, geliştirme konusunda ilerledim, bu sergideki birçok resimde bunun tezahürlerini görüyorsunuz.
Mevlevilikte yer alan pek çok imler, semboller de tuvalinize yansımış. Tuvalin başına geçmeden evvel nasıl bir hazırlık süreci yaşıyorsunuz?
Gülçin Anıl: Tuvalin önüne geçmeden önce bazen düşünüyorum şimdi ne yapmam lazım diye. Semazenleri resmederken sema ayinindeymiş gibi hissediyorum. Selam vererek giriliyor, ondan sonra karşılıklı sevgiyi saygıyı yansıtmaya çalışıyorum, bunu yaparken müzik yardımcı oluyor. Dönerken kendilerini kaptırıp tanrı ile bütünleşiyor, arınıyorlar; etrafa çok güzel bir enerji veriyorlar, bunlar da beni mutlu ediyor.
Soyut-Soyut figüratif işleriniz olgunluk dönemini işaret ediyor. Sanat yaşamını boyunca teknik olarak ne gibi dönüşüm yaşadınız?
Gülçin Anıl: Önce kara kalem resimler yaptım. Daha sonraları okulda klasik ressamların kopyalarını çalıştım. İnsanların hareketlerini hep karakalem çizerek öğrendim. Ondan sonra içimden geldiği gibi aceleci bir tavırla hızlı yağlı boya resimler yaptım, öyle de devam ediyorum.
Yapıtlarınızda farklı malzemeler de kullanıyorsunuz… Kum, kristal tanecikleri gibi. Hareketin gücünü, yoğunluğunu daha da artırıyor. Stilize bir etki yaratıyor, Farklı malzeme kullanımını nasıl keşfettiniz?
Gülçin Anıl: Seyahat etmeyi çok severim. Dünyadaki birçok yerden kum alarak oranın enerjisini resimlerime yansıtmaya, resimlerimi koymaya çalıştım. Bunu yaparken dünyanın farklı yerlerindeki insanların enerjisinin birbirine geçtiğine inanıyorum. Kristalleri parlaklık verdiği için seviyorum, onlarla aydınlanmayı sağlıyorum. Dediğim gibi, dünyanın her yerinden aldığım getirdiğim ufak taneli enerjisi bol olan materyaller resimlerime enerji veriyor. Bunu yapmaya nasıl başladığımı da hatırlamıyorum. Yurtdışına gittiğim zaman tapınaklarda gördüğüm altın tozları, gümüş tozları, kumlar gibi değişik malzemeler beni yeni bir şeyler yapmaya itiyor ve deneyerek çok da güzel işler çıkardığıma inanıyorum.
Decollage Art Space’de 19 Kasım’a kdar sürecek olan sanatçı Gülçin Anıl’ın “Öz’e Dönüş” sergisinin küratörlüğünü üstleniyorsunuz. Bu fikir nasıl ortaya çıktı, biraz bu süreçten bahseder misiniz?
Ercan Gür: Gülçin Anıl ile tanışıklığımız bundan 20 sene öncesine dayanıyor. Sahibi ve kurucusu olduğum şirketin ve profesyonel ihtisas mağazası olan Resim Dünyası’nın uzmanlaştığı alan güzel sanatlar alanında kullanılacak her türlü malzeme idi. Çok sayıda kursiyerin resim dersi almakta olduğu Gülçin Anıl atölyesi de bizim malzeme gönderdiğimiz güçlü atölyelerden biriydi, bu vesileyle tanıştık. Gülçin Anıl, resimlerini alan sanatseverlere saygısı sebebiyle; resimlerini yaparken hep en kaliteli, üst düzey malzemeleri kullanmıştır. Tuvalleri, fırçaları, boyaları, yardımcı malzemeleri hep en güçlü, ülkede bulunabilecek en kaliteli malzemeler oldu. Elbette ki, bu malzemeleri yetkin biçimde kullanabilmek ve kendi elindeki güçlü doku materyalleriyle birleştirebilmek için bazı sorular sorması gerekiyordu, ben de o sorulara en yetkin yanıtları alabileceği kişiydim, diyaloğumuz bu şekilde ilerledi. Zamanla da bugünkü kıymetli dostluğa dönüştü. Şahsi uzmanlık alanım “Güzel sanatlar malzemelerinin yetkin düzeyde kullanımı”dır, bu sebeple de Türkiye’de profesyonel düzeyde resim yapan hemen hemen tüm sanatçılarla tanışırım. Ancak bazı sanatçıların işlerini sadece bir profesyonel olarak değil, bir sanatsever olarak da çok beğenirim, işte Gülçin Anıl onlardan biriydi. Onun eserlerini özellikle yurt dışında sergilemek fikri bende ilk defa Yıldız Sarayı Manej Binası’ndaki aynı temalı sergide oluştu. Bu fikir hala geçerliliğini korumakta. Zamanla şirketimin ihtisas alanı, sanatsal malzemelerden sanat eserleri sunumu ve satışına doğru evrilince benim kafamda da eserlerini çok beğendiğim bazı sanatçıların işlerini sergilemek fikri gelişti. Kurucusu ve sahibi olduğum Art Garage İstanbul’da çalışma şeklimiz biraz daha farklı olmakla birlikte, iş birliği içinde olduğum bazı sanatçıların eserlerinin farklı mekanlarda sergilenmesinde gayrıresmi bir danışman gibi var oldum. Kurulduğu ilk günden bu yana yakın bir diyalog içinde olduğum, bildiklerimi paylaştığım Decollage Art Space yönetiminin bir sorusu üzerine G. Anıl eserlerini burada sergilemek fikri çıktı ve zamanla da karşılıklı fikir teatisi ile gelişti. Decollage Art Space yönetimi ve çalışanları ile karşılıklı özveri ve anlayışla çalışarak ortaya koyduğumuz güçlü iş birliği ile de bu güzel sergi ortaya çıktı.
Gülçin Anıl’ın semazenlerin kültürel imlerini tuvaline aktardığı yapıtlar üstüne nasıl bir küratöryel deneyim yaşadınız?
Ercan Gür: Gülçin Anıl’ın 40 seneyi bulan sanat yolculuğunun son 20 senesinin en yakın tanıklarından biriyim. Kendisini mutlu eden her şeyi resmeden sanatçılardan biridir. Tanrıçalar, Dans, Müzik, Tekneler hep böyle çıkmıştır. Ama “semazenler”, hatta “dönüş” ya da dönerek yapılan ibadet, yaratıcıyla iletişim çabasını resmetme şekli bu resimleri ilk gördüğüm andan beri beni etkilemiştir. Daha önce de söylediğim gibi; dönüş temalı bu resimleri hem tematik güçleri, hem teknik yeterlilikleri sebebiyle dünyanın muhtelif yerlerinde sergilemeyi ve insanlara ulaştırmayı istiyorum. Biliyorum ki G. Anıl da bunu canı gönülden istiyor. Öz’e Dönüş’te sergilemekte olduğumuz eserlerin bazıları statik, bazıları hareketli figürler içerir. Figürlerin statik veya hareketli olmasından bağımsız olarak eserlerin tamamının ortak özelliği ise mistik yönlerinin çok baskın olmasıdır. Bu güçlü mistisizm beni etkilediği gibi sanatçının bu temayı işlediği eserlerini satın alan çok sayıda sanatseveri de ciddi biçimde etkilemiştir. Yaşadığım kuratoryal deneyime ve sürece gelince; sahip olduğum teknik bilgiyi bu sergi özelinde içimden gelenlerle birleştirdim. Hatta bunu yaparken zaman zaman profesyonel kaygılardan ziyade hislerle hareket ettik diyebilirim; ettik diyorum çünkü bu benim için de, Gülçin Anıl için de geçerli. Sergi ile ilgili yazdığım metinler, eserlerin dizilimi, sunum düzeni vb teknik detaylar da her bir adımda sanatçıyla ve Decollage Art Space yönetimi ile güçlü bir fikir teatisi ile yavaş yavaş ortaya çıktı. Böylece, uzun süredir yapmak istediğim, benzerlerini yurt dışında da yapmayı planladığım keyifli bir sergi organizasyonu ortaya çıktı.
Sergide renkler, teknik ve malzeme de hayli dikkat çekiyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Ercan Gür: Sanatsal malzeme teknolojisi benim ilk uzmanlık alanım. Maalesef artık Türkiye’de bu konu ders olarak okutulmuyor, galiba ders olarak okutabilecek eğitmenler açısından da ciddi bir eksiklik sözkonusu. Bu açığı da benimle birlikte bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki eğitmen üniversite düzeyinde seminerlerle kapatmaya çalışıyor. Halbuki, güzel sanatlar alanında üretken olabilmek için eser üreteceğiniz malzemeleri nasıl kullanacağınızı bilmek zorundasınız. Sadece pigmentler, farklı bazlarda boyalar, yardımcı veya bitirici malzemeler değil, Bauhaus ekolü eser üretebilmek için bütün materyallere hakim olmak, hatta temel düzeyde fizik ve kimya bilmek durumundasınız. Bu konu maalesef ülkemizin ciddi bir eksikliği, daha acı olan ise bu eksikliğin farkında bile olunmaması. Bu sergiye gelince; renk tercihleri tamamen sanatçıya aittir. Buna mukabil, o tercihler hangi boya markasının hangi renginin hangi renklerle birlikte kullanılacağına kadar, kendisiyle yıllar içinde geliştirdiğimiz güçlü dostluğun birer çıkarımıdır. Ayrıca bazı eserlerde görmüş olduğunuz altın vb metalik zeminler de G. Anıl’ın çok güzel kullandığı fonlar bence. Farklı doku malzemelerinin güçlü renklerle birlikte kullanımı her zaman çok ilgimi çekmiştir; ama teması itibarı ile Öz’e Dönüş’te böyle güçlü renkler ve kristal, kum zerrecikleri gibi doku malzemelerinin kullanımı bence sanatçının kreatif zenginliğinin bir göstergesidir. Bu konuda bildiklerimi 20 senedir paylaşıyorum kendisiyle, çıkan eserlere bakınca da iyi ki o sormuş, ben de yanıtlamışım diyorum. Bazı resimlerde dünyanın farklı ülkelerinden bizzat getirmiş olduğu kumları, altın vb renkte doku malzemelerini kullanmış olduğunu biliyorum. Güçlü dokular G. Anıl resimlerine çok yakışıyor, bu güzel resimlerin seyirci üzerindeki etkisini de çok artırıyor bence.