Selim İleri’nin “Cihannüma”sında Şairler, Yazarlar ve Sanatçılar

"Onun cihannüması: Her yanı görmeye elverişli, camlı çatı katı, taraça kulesinden edebiyat dünyası haritasında yer alan özneler ve nesneler “gri”likler içinde seyir edilir."

0

          ÖN DEYİŞ

          Selim İleri edebiyatımızı, kültürümüzü ve sanatımızı bir yaşam biçimi olarak kabul etmiş; her dem onu yaşamış, düşünmüş, izlemiş, gözlemlemiş -bütün bunların ötesinde- duygu ve düşüncelerini kaleme alan ender romancılarımızdandır. Bir kez hiçbir riya, yaranma psikozuna kapılmadan şunu söylemek isterim. Benim kafamda iki Selim İleri var: Birisi yazar o1arak, diğeri insan olarak. Yazar olarak Selim İleri’yi uzun uzadıya anlatmak istemiyorum. Çünkü onun “romancı dünyasını” keşfedebildiğim kadarıyla “kitap değerlendirme” yazılarımda belirtmeye çalıştım. Ama asıl olan şey; bence, “romancının” bütün eserlerini okuyup/not alarak, analizler yaparak onu daha ayrıntılı bir biçimde değerlendirilebileceğini düşünüyorum.

          Onun cihannüması: Her yanı görmeye elverişli, camlı çatı katı, taraça kulesinden edebiyat dünyası haritasında yer alan özneler ve nesneler “gri” likler içinde seyir edilir. Bireşimci(sentezci) bir yaklaşımla zıtlıklardan kaçınır. Değişik gözle farklı düşünceler yaratan hayal gücü zengin çok yönlü bir insan…Her şeyden önce edebiyatımızda unutulanlara karşı gösterdiği haktanırlık, ilgi takdire şayandır. Nice edebiyatçımız ve sanatçımız onun kaleminde yeniden hayat buluyor ve okurla buluşuyor. Sözün özü Selim İleri, Türk edebiyatına “inceliği”, “zarafeti”, “vefayı” sokmuş bir yazardır.

          Benim ilgimi çeken insanî yönü ise mütevazılığı, çekingenliği (herkese karşı aşırı saygısından dolayı) heyecanlarını frenleyen, ön plana geçmeyen, acıma duygusu çok gelişmiş, romanlarıyla kazandığını ille de dostlarıyla birlikte yemeyi seven, “Yunus gönüllü” (vurgu benim Ş.Ö.) bir gönül adamı. Başka bir deyişle yalnız insan…İnsanın dünyasını sevinçleriyle, tasalarıyla bütün yönleriyle ele alan bir romancı. Bütün içtenliği ile şairler, yazarlar, ressamlar, artist ve aktörlerle bir ömür boyunca onlarla geçirdiği yaşam kesitlerini sakin görünüşünün altında bir romancı, bir estet gözüyle çevreye dikkatli gözlerle bakar kendince e1eştirir. Her şeyin güzel yönünü bir başka gözle görür. Saf, temiz,gıllügişli, karşılık beklemeden seven insanların arasında rahatlık duyar. Elinden bırakmadığı/bırakamadığı sigarasından çıkan helozonî, gri, gümüşî dumanların arasından bakan bir çift gözle çevreyi göz1emler… Olayları ve insanları o kadar güzel anlatır ki, ilk önce okumanın verdiği heyecanla neyin? Hangi inceliğin, ayrıntısını çizdiğini kestiremezsiniz. Ama beyninizde bir ışıklanma, bir duygulanma, bir hayıflanma ve hemen onun ardından yaşanmışlıkların insanlarını arıyorsunuz. Onların ruhsal yönlerini, fiziksel görüntülerini; konuşmalarını, söyleşmelerinin derinliklerini bir bir anlamaya çalışıyorsunuz. Anlamadan öte, o atmosferin, o düş evreninin içinde kendinizi de görmek istiyorsunuz. Olayları yaşamak, olaylar içindeki insanlarla tanışmak, konuşmak istiyorsunuz. İşte bu panoramanın tasviri de romancımızın tarafından canlandırılıyor.

Selim İleri - Turhan Günay

          “(…) Kâh Orhan Veli çıkıyordu karşımıza, kâh Cahit Irgat, kâh Sait Faik. Mücap Ofluoğlu yeni yağmurluğuyla kulisten içeriye giriyordu. Yağmurluğu sırılsıklam ıslanmış. Necati Cumalı Urla’dan yeni gelmiş, Degüstasyon’da arkadaşlarıyla buluşmuştu…

          Devrine damga vurmuş ses sanatçıları vardı, Zeki Müren vardı. Hamiyet Yüceses, Park Otel’in barına rüzgâr gibi giriyordu. Selahâttin Pınar hep mahzundu…
          Bu insanlar konuşuyorlar,dertleşiyorlar,hayatlarının dramını anlatıyorlar,sanat bazen onları yüceltiyor, bazen başarısızlığa savuruyor; hepsi seviniyor, kavga ediyor ve hepsi büyük bir aktörün canlandırmasıyla, bu tek kişilik, yalnız bir gece oynanmış, unutulmaz oyunda hayatlarını söylüyorlardı” der.

          Selim İleri, “Kar Yağıyor Hayatıma” adlı anı kitabının önsözünde şöyle diyor: “…bende iz bırakmış sanatçıları yazdım. Hayatıma anlam katmış, şu veya bu sebeple dünyaya bakışımı etkilemiş kişiler.” (s.9) Kim bunlar denildiğinde: Ömrünün son günlerinde-kendisinin monografisini yazan – Gül İrepoğlu’na hatıra kalması için renkli motiflerle donattığı çömleğin adını “Denize Koşanlar” koyan, ama onun ötesinde önemli ve yerinde önerisiyle: “Türk Sanatı’nın felsefesini ancak Tanpınar yazabilirdi” Tercüman gazetesi, (KültürSanat), 5. 4. 1986. diyen tanınmış ressamlardan Zeki Faik İzer… Handan’ın yazarı Halide Edib… Bir dönemin ülküsünü, var olma savaşının unutulmaz kahramanlarını romanlarında anlatan, onunla tanışmak/konuşmak arzusu ve heyecanı ile yanıp tutuşan genç Selim…Karşısında kalın ağızlıkla sigarasını tellendiren yılların Halide Edib’i; Türk Sineması’nın “Farklı Bir Vamp”ı Diclehan Baban; Bir dönemin genç1iğine kitap okuma merakını ve faydalı kitapları okurlara sunan; Varlık dergisinde genç şair, hikâyeci, yazarın yazmasını sağlayan, bugünün genç kuşaklarına ulaşan Varlık Yayınevi’nin kurucusu Yaşar Nabi Nayır; ”Sönmeyen Yıldız” Türk Sinemasının “Küçük Hanımefendisi” Belgin Doruk; ”Sevgili Öğretmenim” dediği ve Selim İleri’nin “ufuk açıcılığını” üstlenen Fransızca öğretmeni “Çan Yayınları”nın ve “Yeni Ufuklar” dergisinin kurucusu: “hüzün ve yalnızlık insanı, mutsuz Vedat Günyol”… “…Her durumda gerçekçiliği yeniden elde edip gerçekleştirmek gerektir” diyen Kemal Tahir. “Doğru”yu,”gerçek”i yıllarca aramış, çilesini çekmiş…”Benim Tanıdığım Kemal Tahir” başlıklı anılar içinde yazarın bilinmeyen yönlerini, “aşka âşık” Kemal Tahir’in anlamlı sözünü: ”Sen çok yaşa Selimciğim! “Ben bunları geleceğe bakıp yazıyorum. Geçmişi yazdığım zannedilsinKültür mirasını inkâr ettin mi, tökezleyip kalırsın!” diyen Kemal Tahir’in “sesini işitir gibiyim” diyen Selim İleri’nin “ruh ufkunu” açmaya çalışan, öfkesini, kızgınlığını genç Selim’den çıkartan Kemal Tahir; sanki bir gök gürültüsünü andıran bir sesle patlar:
          -“Ne yapmak istiyorsun sen?! Ne yazdığını sanıyorsun?! Efendim, macuncudan macun yiyememiş çocuk!.. Neyi anlatıyor bu? Kime anlatıyor? Bir deburjuva’ diyorsun. Kim anlar, meselâ köy yerinde, seninburjuva’ kelimeni…“ Bu sözler beni çok uğraştıracaktı, yıllarca da uğraştırdı (s.3) der Selim İleri. Olağanüstü güzelliği ile İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda yerli ve yabancı bir çok oyunda sahne alan ve tiyatromuzun unutulmayan mağrur ve gururlu Cahide Sonku’nun trajik yaşamı…Ve onun insanlık komedyasında belleklerde iz bırakan sözü: “Hiçbir zaman büyük bir saadet duymadım. Karşımdakilere verdiğim kıymeti ekseriyetle kendim geri almak zorunda kaldım.” diyen Sonku; “Necatigil’e Kır Çiçekleri”, “Yanık Saraylar Primadonnası”, “Memet Ağbi”, “Mavi Kybele” ,“Bir Gönül Adamı” ,“Başkentteki Arkadaşım”, “Oğuz Atay’ın Mektubu” ,“Böcek Sesleri Dinlediğimiz Geceden”, ”Hoyrattır Bu Akşamüstleri Daima”, “Nisa Serezli’yi Hatır1amak”, “Hayal Kafesinde”, Ağaoğlu Samet: Günümüz Yazarlarından”, “Kırık Hayaller Kraliçesi”, “Beni Unutamayacaksınız!..”, “Bir Çiy Damlası”, “Persefon Şairi” başlığında edebiyatımıza ve sanatımıza eserleriyle büyük katkıları olan tanınmış şahsiyetlerin Selim İleri’de bıraktıkları izler/izlenimler ve yaşanmışlıklar!.. Hepsi birbirinden etkileyici ve düşündürücü. Bazen gülüyor bazen iki damla gözyaşınızı farkında olmadan akıtıyorsunuz. Bu anılan yirmi dört anı/portrelerin -kimilerinin- renkli dünyalarına girmeye çalıştık. Şimdi Selim İleri’nin kaleminde hayat bulan edebiyatçılarımızı ve sanatçılarımızı anlatmaya çalışalım:

Selim İleri - Şener Öztop

“Necatigil, kültürün sürekliliğine inananlar arasındaydı.”

          Ahmet Yurdakul’un “Korsanın Seyir Defteri” (1993) adlı romanının başlangıç cümlelerini hatırlayarak “Kar Yağıyor Hayatıma” da anılan portrelerle bir koşutluk kurarak alıntılıyorum: “Bir insanın hayatına girmek, başlangıçta büyüleyici gelebilir. Üstelik o insanın artık yaşayıp yaşamadığından bile emin değilseniz; ancak onunla yüz yüze gelme şansınızın olmadığı da, aşağı yukarı kesinlik kazanmışsa, içinizi saran ve her saniye sizi bir az daha boğan o uçsuz bucaksız serüven kasırgasını ertelemeniz için ortada bir neden kalmamış demektir.”(s.5)
          Selim İleri’nin dile getirmeye çalıştığı “Eşsiz insanlar”ın hemen hepsi bu dünyadan göçmüş ’asude bir bahar ülkesinde’ ebedî istirahatgâhlarına bırakılmışlardır. Ancak onların renkli yaşam kesitleri, sıra dışılıkları ve insanlarda bıraktıkları anılar, edebiyat ve sanat dünyasına bıraktıkları eserler ölümsüzleştiriyor. Dolayısıyla yazarın da üzerine basarak söylediği gibi, ”… kırıcı sözlerden , öfkelerden, dargınlıklardan, çekememezliklerden uzak bir kitap” olarak tanımladığı “anılar” hayatımızı yansıtan bir aynadır. Selim İleri’nin aynasın(d)a akseden Behçet Necatigil; şöyle dillendiriliyor:
          “Yazar olabilmişsem bana yol gösteren Necatigil olmuştur. Bugün yokluğunu hissettiğim bir insan dediği “öğretmenini” anılar içinde de şöyle anlatıyor Selim İleri: “…o tutuk, içe işleyici, sözcüklere hep şiir yüklediği konuşmasını sürdürürken, birden durur, sesi erir, kendisi de camlar gerisinden Süslü Karakol’a dalar.” (s.140) Selim İleri, Behçet Hoca’nın kılı kırk yaran titizliğini, bir maddenin eksik kalmaması için gösterdiği özeni, tedirginliğini, üzüntüsünü ne güzel anlatır:
          “…yıllar boyu nasıl akıllara durgunluk verici, eşi edebiyatımızda pek görülmeyecek bir sabırla, dergileri, gazeteleri, hatta broşürleri incelemiş olduğunu saptıyoruz”. (s.142) Necatigil’in en önemli bir yönü de kültürümüzü, edebiyatımızı bir bütün olarak görmesi, her ikisinin de ‘devamlılık’ içinde olmasını yeğler…İleri, bu konuya şöyle bir yorum getirir: “…edebiyatımızın değerlerine, özellikle de yitik değerlerine sonuna kadar bağlıydı. Eserler ‘yaşasın’ diye çırpındı”. (s.143)
          Selim İleri, yazarların, edebiyat araştırmacılarının en büyük özelliklerinden birini burada anamadan geçemez. O da “kitap okuma merakı” dolayısıyla kitaplarla sürekli haşır neşir olmak veya “sessiz dostlarla” (vurgu benim Ş.Ö.) sürekli bağlantı kurmak!.. Hazların en güzeli değil midir? Bu gibi durumları hepimiz hâlâ yaşıyor/yaşatıyor ve kitaplarla baş başa olmanın güzelliğini tadıyoruz. Araştırmanın/incelemenin o bulunmaz doyumsuz serüveninde rol oynayan ‘kitaplar’dan söz açar: “Behçet Necatigil’in evi gizli bir devlet kütüphanesi gibiydi. Titizlikle korunmuş bu kitaplar dergiler, hatta gazete kesikleri bütün bir Cumhuriyet edebiyatını hep bir arada, gözler önüne seriyordu. Son otuz kırk yılın edebiyat/sanat dergilerini cilt cilt araştırma, okuma imkânını bulmuştum.”(s.145)
          Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü” ve “Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü “ adlı başvuru eserlerin sahibi şair Behçet Necatigil, Aralık ayının soğuk bir gününde toprağa verilir. Hocası Zeki Ömer Defne, “kazılan mezar başında hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.” (s.153) der.

“Yanık Saraylar Primadonnası”

          Sevim Burak’ın yeterince bilinmeyen edebî yönünü çok güzel açıklar Selim İleri: “Yanık Saraylar” dili ve anlatımıyla, tümcelerinin yazılış şekliyle, büyük harfleriyle, siyahları, italikleriyle beni yaşadığınızdan farklı bir dünyaya, bildiğim kitapların dünyalarından bambaşka bir yazı, yazış ortamına sürüklemişti.” (s.160)
          İleri, Yanık Saraylar ne anlatıyordu? diyerek kendi kendine sorduğunda, şu ilginç cevabı yine kendisi veriyor: “Üzerinde çalışmama, iyi kötü bir inceleme –Düşünce ve Duyarlık’ta galiba o yazı- yazmış olmama karşın, bugün bile bu eserin ne anlattığını tam kestiremem.
          (…) Zaten Sevim Burak, bir hikâyeciden çok, bir söz, sözcük büyücüsüydü… (s .160) Uzun yıllar, Yanık Saraylar başucu kitabımdı. Ondan hiçbir zaman kopmadım.” Etkilendiğini de şöyle dile getirir: “…ürkünç sözcüğünü bile ona borçluyum. Sevim Burak’tan sonra kelimeler ülkesinde gezinmeye öğrendim.” (s. 161)

Selim İleri

“Türk Edebiyatına inceliği sokmuş bir yazardır Memet Fuat”

          “(…) Memet Fuat, genç bir edebiyatseverin, bir yazar adayının usul usul yol alması gerektiğine inanırdı. Rauf Hoca’nın (Mutluay) adeta ast-üst ilişkisine oturttuğu, genç yazar-deneyimli yazar ayrımından farklıydı ama Memet Fuat’ın yaklaşımı. Bir yazar, hangi yaşta olursa olsun, hep ‘amatör’ kalmalı, amatör coşkusu’nu ille korumalıydı.” (ss.185-186) Ön deyişte de üzerine basarak söylediğimiz gibi, Memet Fuat da Selim İleri’nin unutulan edebiyatçılarımızı gün ışığına çıkaran, onları değerlendiren “vefa”lı bir yazar olduğunu belirtir: ”Selim İleri çok duyarlı bir insandır. Özellikle emeğine saygı gösterilmeyen, küçümsenen, bir köşeye itilen, unutulan sanatçılar onu çok duygulandırır.” (s.191)

Nerede benim Mavi Yolculuğum?..

          “Mavi Yolculuk, zamanda ve söylencede bir yolculuk olduğu kadar, kişisel bir tarihçedir” ( s.199) diyen İleri, söyleşisinde belirttiği gibi, “Mavi Yolculuk” amacından saptırılmış, herkesin özellikle zengin zümrelerin olağan bir gezisi olduğunu söylemiştir. Ama asıl esin kaynağım sevgili ustam ve dostum Halikarnas Balıkçısı’dır. Yurdumuzun eşsiz değerlerine saygıyı ve sevgiyi o aşıladı bana” (s.201)
          Bu konuda sözlerini şöyle sürdürür: “Mavi Anadolu şüphesiz bir düşünce, bir teklif olduğu kadar, bir duyuştu. Halikarnas Balıkçısı’nın Sabahattin Eyuboğlu’nun, Azra Erhat ve Vedat Günyol’un hümanizmayı ısrarla vurgulamaları hep yanlış anlaşıldı. Yaşadığımız toprağın zengin uygarlık birikimine içtenlikle ışık tutmuş bu ‘mavi sayfalar’, yarın daha çok anlaşılıp sevilecektir.” (s.205)
          Meselenin can alıcı noktasına gelir. Aydınlar arasında düşünsel tartışmaların keskin/ karşıt uçlarda odaklaştığından söz açarak: Birbirini bütünleyebilecek, belki de birbirinin ardılı görüşler, bakıyorsunuz, birbirine düşman kesilmiş. Senteze gidilecekken, yarı yolda cayılmış, savaş ilân edilmiş. Bu durumun bence gereksiz, anlamsız bir örneğine yakından tanık olacaktım: 1965 sonrasında edebiyatımız ve düşünce hayatımız zorlama kutuplaşmaların tutsağı oldu.” (s.205)

Bir gönül adamı Haldun Taner 

          Selim İleri, Haldun Taner’e muhabbetle bakar: Onun insanî ve edebî yönünü belleğinin şaşmaz derinliğinde şunları söyler: “Haldun Bey ağırbaşlıydı, ölçülüydü, zarifti. Aynı zamanda, köşe yazarlığından edebiyatı kovmamış, silkip atmamış kişilerdendi…O ağzına baktırır kişilerdendi. Usta yazarların çoğu, sıra konuşma sanatına gelince, kem kümde takılıp kalırlar. Haldun Bey, uzdilliydi, usta yazarlığı kıvamında bir söyleşi adamıydı.” (ss.212-213)
          Sevgiyle donanmış anı kitabını, Ölürse Ten Ölür/Canlar Ölesi Değil’i okuyanlar; orada Kemal Tahir’in ‘roman’ı ciddiye alışını, Muhsin Ertuğrul’un hayatını tiyatroya adayışını, Orhan Kemal’in Türk edebiyatının “en namuslu kalemlerden biri olduğunu,” ’tipik Türk komiği’ İsmail Dümbüllü’yü, ’tuluatı yaşatan’ Muammer Karaca’yı saptayacaklar: Yalnızca sanat çabası… inceliği, babacanlığı asla elden bırakmadı.” (s. 215)

Duygu ve düşünce fırtınalarıyla yaşamı biçimlendiren kadın

          Sevgi Soysal’la başkente gelip gitmelerinde tanışan, konuşan yazarımız anıların izinde/izleniminde şöyle dillendirir: “(…) Edebiyatı, yazı yazmayı, hikâyeciliği anlamsız buluyor; sanatın oluşumunda ‘abuk sabuk’luğun izlerini görüyordu. (…) “Neden herkes gibi değiliz?” “… Nasıl?” demiştim. “Nasıl herkes gibi değiliz? ’Aslında, ‘sanatçı’ nın özel bir yaradılışın insanı olduğunu reddettiğim yıllardı. İkide birde ’Herkes yazar olabilir’ derdim. (s.225)
          “ (…) Bence başyapıtı Şafak’tır. Şafak, ‘çember kırıcılık’ görevi yüklenmişti. Sağ ve sol, erken yaşta ve çok çabuk olgunlaşmış bir yazarın kaleminden teşrih masasına yatırılıyordu. 12 Mart romanlarında rastlanmayan bir tavırdı bu. Ve Sevgi’deki izdüşümü eskilere dayanıyordu.” (s.227)

“Büyük bir boşluğun, umutsuzluğun ortasında yaşadı ve öldü.” 

          Selim İleri’nin yukarıda alıntıladığım bu sözü Oğuz Atay için söyler. Onun edebi portresini şöyle çizer: ”…irdelediği sorunlar, bize henüz fazla derinlikli geliyor. Söz gelimi Tutunamayanlar’ı yalnızca ’bireyselliği’ arayış değildir. Tarih içindeki açmazlara yönelik nice bölümler var o romanda. Tehlikeli Oyunlar da bir işlevsizliğin trajedisidir.”(ss.246-247)
          Tehlikeli Oyunlar, düşle gerçekliğin çatışmasını, intihara kadar giden bir iç hesaplaşmada dile getirir. Sonradan tümünü okuyunca, bu yansılanıyordu… Bir Bilim Adamının Romanı’nı handiyse yadırgadılar. Esere uzak durdular diyebilirim.” (s.244)
          Oğuz Atay kolay okunamayacak bir yazardı. Bir Bilim Adamının Romanı’nı dışta tutulursa, eseri, geniş okur kalabalığına ses yöneltme isteğinde değildi. Edebiyatın hası gibi, okurun da hasını arıyordu bu eser.” (s.246)

“Büyük bir trajedyendi.”

          Selim İleri, Sadri Alışık hakkında ilgi çekici bir tespitte bulunur: Onu, şu kısa cümleler arasında ne güzel anlatıyor söyleşisinde: “…Yalnız bir sinema sanatçısı değil çok yönlü bir insan. Büyük bir trajedyendi… Benim çok ilgimi çeken, para kazanan bir aktördür. Ama kazandığını ille de dostlarıyla birlikte yemeği severdi. İyi bir ressamdı, şairdi…”
          Kitabında şu değerlendirmeyi yapar: ”Sadri Alışık bir gönül ruh insanı olmayı tercih etmişti. Başta Yahya Kemal, Cumhuriyet döneminde efsane olmuş sohbet adamları vardır.Sonuncuları herhalde Sadri Alışık’tı.” (ss.254-255) demekten kendini alamaz.

“Bir duygu adamı idi. İrade adamı değildi…”

          Yukarıda alıntıladığım bu söz, Ahmet Muhip Dıranas’ın eşi Münire Dıranas’a aittir. Yıllar önce (1986) kendisiyle Sinop’ta yaptığımız sohbette şairimizi şöyle tanımlıyor, biteviye şunları söylüyordu: “ …Her an değişebilen bir kişilikteydi. Onun değişik duygusallığı âdeta beni yordu. Bu yüzden kimi zaman ayak uydurmakta zorluk çektim. Aslında büyük edebiyatçıyı ayakta tutabilmek için çok uğraştım” demişti.
          İçinde yaşadığı dönemin tutum ve ruhuna uyarak, coşkun içsel yönelişlerinin dışa vurmasını ‘şiirleri’ ile yansıtır. Selim İleri, A. M. Dıranas’la bir kaç kez karşılaşır. Onun şair ruhu gelgitler içindedir. Güzele ve güzelliğe âşıktır. Her zaman bir arayışın, duyarlılığın (sensibilité), gerçek yaşam renginin çeşitli tonlara dönüşmesini, tabiatın uçsuz bucaksız pitoresk görüntüsü ona esin kaynağı olur. Yüce dağlar, gök kubbede bulutlar, günbatımları, deniz onu düşündüren, ona şiirler yazdıran esin kaynağı nesnelerdir.
          Selim İleri “Fahriye Abla” şairini Türkan Şoray’ın evinde tanışır ve şunları söyler: “Fahriye Abla şairini bir hüzün, usanç, boğunç insanı düşlemişken, karşımdaki insan bambaşkaydı. Bana öyle gelmişti ki, yakışıklı, mağrur, şık bir salon adamı (…) Onda Baudealaire’in çapraşık kişiliğine özdeş bir tavır bulacağımı sanmıştım. Oysa hayata enikonu bağlı, çapkınca, kaygısız, huzur içinde görünüyordu…”(s. 269)
          (…) Kırık Saz’daki sadeleştirilmiş Tevfik Fikret şiirleri, sadeleştirme çabalarının belki de en değerlisidir. Büyük bir şairin çabasıdır.” (s .275).

Şair Ahmet Muhip Dıranas ve eşi Münire Dıranas.

Gençliğimizin hayal ikliminde bir Kerime Nadir vardı!.. 

          Selim İleri, “Hayal Kafesinde” başlığındaki bölümde Kerime Nadir’den söz açar. Bizim kuşak (1968) özellikle “taşrada öğrenim görenler” gençlik yıllarından hatırlayacaklardır; çeşitli eğilimlerde dergi ve kitaplarla tanıştırılmadılar. Hatta kitap okumanın, kitaplardan çok şeyler öğrenileceğini bizlere yol gösteren olmadı. Ne ki, aile yapısından gelen farklılıklar ya da alışkınlıklar “istisnai” (kuraldışı) bazı durumlar yaratabilir şüphesiz…Kurak bir mevsimde yaz yağmuru bekler gibi bekledik. Ama arzu edilen bu yaz yağmurunun ne yazık ki rahmetinden yararlanamadık.

          Kitap okuma alışkanlığını, merakını ve zevkini tarihi (kahramanlık ve serüven) romanlarla birlikte, popülist janr da (aşk ve sevda) romantik (coşumculuk) romanlardan susuzluğumuzu gidermeye çalıştık. Zaman, mekân ve koşullar bizlere bu fırsatı verdi. Kerime Nadir’in “Hıçkırık”ı baskı üzerine baskı yapmıştı. Okuma sevgisini, alışkanlığını ortam yaratanlar; insanımıza temiz duyguları, realist olmasa bile “idealist aşkları”, “plâtonik sevileri” içimizde duyuyorduk, yaşıyorduk. Dahası, insanımızın toplum içindeki yalnızlığını, ”küçük insanların dramlarını”, beklentilerini, kötülere karşı iyileri, yiğitlikle, mertliği yan yana idealist çerçevede imgesel hayal güçleriyle okuyucuya mesajlarını iletmişlerdir. Diyebilirim ki, Türk popülist romancılığının temsilcileri: Güzide Sabri, Muazzez Tahsin Berkant, Kerime Nadir, Peride Celâl, Cahit Uçuk, Nezihe Muhittin, Mükerrem Kâmil Su, Etem İzzet Benice, Esat Mahmut Karakurt, Oğuz Özdeş, İhsan Koza, Rikkat Asım Köknar, Reşat Feyzi Yüzüncü, Muvaffak İhsan Garan…Ve tarihi romanların yazarları: Abdullah Ziya Kozanoğlu, Nihal Atsız, Feridun Fazıl Tülbentçi, Turhan Tan vb. edebiyat tarihimizde ayrı bir misyonun yol açıcılarıdır. (Şener Öztop, “Okuma İle Birlikte Yazmayı da Özendirebiliyor muyuz?”, Millî Kültür, S:88, ( Eylül 1991 ), s.44.
          Kısacası popülist yazarlarımız Türkiye’de “okuma alışkanlığı” yarattıkları gibi, okuyucuyu, Türk ve dünya edebiyatının seçkin eserlerini okumaya hazırlaması yönünden dikkat çekicidir.

          Kerime Nadir bir dönem romancısıdır. Başka bir deyişle bir “hayalnüma”nın yazarıdır. Selim İleri’nin anıları, yaşanmışlıkları, duygusal coşkunun bir tezahürüdür. Romantik duyguların/duygulanımların uzak geçmişe, yakın geçmişten daha fazla yakınlık duyduğu için insanlar idealize edilirler. Yazarımızın dünya görüşü, iyilikle/kötülüğün arasındaki yaşantımızı kapsayan dramatik öğelerdir. “Mazinin yükü altında” kalan insanın mutluluğunu, bunalımını, sıkıntılarını, neden ve niçinler? üzerine durur. Bu tinsel dünyanın düşünselliğidir. İnsanın içsel duygulanımlarının çözümlemesini yapar. Mazide yaşanmışlıkları yad etmek hazzına varır. Sadece bu duyguları/iletileri hissetmek değil, bu mutluluğun bilincine varmanın bir tür esrikliğine kapılır. Sözün özü anlatıcı/yazar bu dünyanın içine giriyor, yaşıyor, yaşatıyor.
          Satır aralarında romancımızın imgesel evrenini çözümlüyoruz: ”… düşlerimde o insanları yaşadım. Romancılar, tiyatro oyuncuları, şairler, ressamlar, film yıldızları hep yakınlarımdı. Onlarla buluşuyor, gezmeye gidiyor, Park Otel’de çay içiyor, bir filmi, bir oyunu birlikte seyrediyor, düşlerimde onlarla avunuyordum…” (s .292) diyor.
          Yine bir “hayalnüma” içerisinde yeni yetmelik döneminin sevimli masumluğunu açığa vurmak, cinsel libido çıplak gerçeğin içselliğini, görüntülerini sergileyebilmek, hem de samimi, saf yürek bir biçimde: “…İçin için Türkan Şoray’a âşıktım. Tabii imkânsız bir aşk. Çocuksu şeyler, çocuksu duygulardı. O eve girip çıkarken, bir güveni… bana duyulmuş güveni sarsmışım gibi keder duyardım. Git git melankoliye varan bir karasevda…”(s.269)
          Selim İleri çok istemesine rağmen Kerime Nadir’le tanışma /konuşma fırsatını yakalayamaz. Asıl amaç bir yazısından dolayı romancıdan özür dilemektir. Yıllar önce “Yedinci Sanat” sinema dergisinde “Kerime Nadir Adı Teminattır” başlıklı yazısında: ”(…) Belli bir sanat anlayışına ulaştıktan sonra Kerime Nadir okumak imkansızdır.Yabancı diller öğrenerek yetişen kuşaklar için kaçırılmış bir meseledir bu.Yani belli aşamalardan geçildikten sonra okunduğunda Kerime Nadir bir şey ifade etmeyecektir. Gelişme evresinde anlam kazanabilir yalnızca.”
          (…) Kerime Nadir romanları, Türk sineması sosyolojisiyle açıklanacak bir meseledir Kerime Nadir. İhanet açıktır: Yerli duyarlıklar, mızmızcı gözyaşına bürünmektedir ilk önce… ”(Yedinci Sanat, S: 1, Mart I973, s.11-13) İşte bu yazı Kerime Nadir’i epeyce üzecektir.” “Romancının Dünyası” adlı kitabında Selim İleri’ye cevap verecektir.
          Yıllar sonra Selim İleri “Kar Yağıyor Hayatıma” kitabında bu konuyu anlatır. Kerime Nadir’in romancılığını ve okuma oranında neden üst düzeyde olduğunu şöyle açıklar. “(…) Kerime Nadir bu bakımdan en değişik popüler romancısıydı. ‘Romancı’, hayal kafesinde duyarlı bir dünya kurmaya, var etmeye çalışırken sonuna kadar içtendi. Onunki si, bir ‘satış’ arayışı olmadı hiçbir zaman. Satış kendiliğinden geliyordu. Bugünün ‘çok satanları”yla Gelinlik Kız romancısını kıyaslamak çok yanlıştır.“ (s.300) “(…) İyileşir iyileşmez bizi çaya çağıracaktı. Gidecektik. Ona imzaladığım Bir Denizin Eteklerinde’yi ve bir buket mor zambak götürecektim.” (s.305) der. Heyhat! Kerime Nadir amansız hastalıktan kurtulamayacak ve Selim İleri de “helâlleşemeyecektir!”..

“Erkekler Dünyasında Bir Kadın Yazar” : Cahit Uçuk

          Cahit Uçuk, Selim İleri ile Belgin Doruk’un evinde tanışır. Selim İleri’ye kitaplarını armağan eder. Yazarımız henüz kitaplarını okumamıştır. Yalın, şiirli bir anlatımla pastoral bir dünya çiziliyordu ilk romanı Kirazlı Pınar’da. On iki yaşında yazar. Kitap, bin dokuz yüz otuzların sonunda A.M. Dıranas’ı enikonu heyecanlandırır.
          Cahit Uçuk, Selim İleri ile konuşmasında şunları dile getirir: “Anadolu’nun şiirli dünyası benim için bir kaynak oldu. Doğa, Anadolu insanının arı yaradılışı, dümdüz, durgun hayatlar…” (s.338)
          Erkekler Dünyasında Bir Kadın Yazar”ın kimi sayfalarında pitoresk hep öne çıkar. Kelimeler doğayı handiyse seslendirir.” (s.338) “Silsilename’yi okurken, dil güzelliğinin Türkçe inceliklerin öteki gerçekleri bazen unutturabildiğimi şaşkınlıkla ayırt etmiştim.” (s.339)
          (…) Cahit Uçuk şöyle der: “Edebiyat gündelik hayatın içindeydi, hayatın bir parçasıydı. İnsanlar, tefrika romansız bir gazete düşünemezdi.” (s.341) Cahit Uçuk enteresan bir tespit yapıyor: “… okuma zevkinin gitgide kaybolmasıyla bende aradan çekildim. Bir dönem hiçbir şey yayımlamadım. O sıralar mumda, süs eşyaları, mum bebekler, bez bebekler yaptım” (s.343) der.
          Selim İleri romancımız üzerine şu kısa değerlendirmeyi gözler önüne serer: “ Cahit Hanım’ı edebiyat çevreleri önemsememişti. (…) Cahit Hanım’ın anılarında zaman yekpâredir. Geçmiş diye bir şey yoktur.” (ss.343-344)
          Cahit Uçuk, yazarlığı, renkli kişiliği ve yaşantısıyla Cumhuriyet kuşağı kadın yazarlarımızdan biridir. 1935 ‘ten bu yana sürekli yazmak, güçlü ve inatçı kendine özgü kişiliği ile Babıâli’de ve Anadolu’da yayımlanan günlük gazetelere, dergilere piyes, masal, hikâye, roman tefrikaları yazmıştır.

          Bir kadın duyarlılığı/duygusallığı içerisinde iyilikleri, kötülükleri, umutları, hayal kırıklıkları ile yaşamış, hatta en yoğun bir biçimde yaşamıştır. ‘Silsilename’ anılar geçmişle yakın geçmiş arasında gidip gelir. Bir bakıma onun yaşantılarının bir iz düşümüdür.

“Bir Çiğ Damlası: Afife Jale”

          Selim İleri, köşe yazılarında zaman zaman Afife Jale’den söz açar. Ona karşı bir sevgi besler. Bu sevgi gönül sızısının dışavurumudur. Çünkü Afife Jale hayatı boyunca uyuşturucu, yalnızlık, yitirmişlik, onu yavaş yavaş yıkımına sürüklemektedir. Kısa süren yaşam perspektifinde (1902-1941) Afife, tiyatro oyunculuğunun Müslüman Türk kadınları için günahkârlık sayıldığı günlerde bu sanata atılmak ister. Şimdi Selim İleri’nin kaleminden onun yaşamöyküsünden kesitler(i) sunalım:
          “Afife nice akşamlar arka kapılardan kaçarak, zaptiye tarafından yakalanarak, merkezde azar işiterek yaşamaya adeta mahkûm edilir. Şaşırtıcı dikbaşlığıyla tiyatro oyunculuğu için handiyse tek başına mücadele eder.” (s.359)
          (…) Afife Jale dâvasında yapayalnızdır diyor Selim İleri. Nezihe Araz, “yalnız dâvasında mı?” diyordu. “Hayatı boyunca her zaman her yerde. Sahnede, eşinin dostunun yanında, tımarhanede yapayalnız.” (s.360) Afife Jale’nin öyküsünü Halit Refiğ, Ertem Eğilmez’le Müjde Ar’a anlatmış, Teyzem filmi çekilirken, Erdem Ağbiy’le Müjde senaryoyu benim yazmamı istediler. Onlara Nezihe Hanım’ın daha önce yazılmış oyununu söylemiştim. Böylece Selim İleri ile Nezihe Araz senaryo yazmaya başlarlar. “… Nezihe Hanım’la ortak bir çalışmaya başladık.Yazıhanenin arka taraftaki küçük odasında, nice zamanlar, Afife’nin yaşantısıyla baş başa kaldık” (s.300)
          Afife artık uyuşturucuya alışmış “ çektiği acıyı,mücadelesindeki ıssızlığı belki de bu yoldan unutabiliyordu. Afife, unutulmuş aktris, Selahattin Pınar’la evlenir. (…) Reddedilmiş, kalpleriyse, daima ilerde yarında yaşamış bu iki insan birkaç yıl evli kalırlar.” (ss.364-368) Gönül ıssızlığı içinde hep yarım kalmış bir ömrün sızısı ve yürek yakıcı1ığı içinde çırpınan Afife Jale’nin hikâyesi…

SON DEYİŞ

“Durma, kalp ülkesine doğru yola çık,
Gönül yoluna can ve baş koy.”

          Selim İleri’nin dünyasına giren isimler, çehreler/ portreler, izler, yaşanmışlıkların iz düşümleridir. Başka bir deyişle, ömrün hızla geçip gittiğini bildiği için anıların aracılığı ile geçen zamanı ve insanı kendine özgü üslubuyla anlatıyor.
          André Gide’in: “… sanatçının hayatı ne ise portresi de öyle olacağına göre dilediği ideal portreye uymalıdır…” sözüyle koşutluk kurarak Selim İleri, kaleme aldığı şair, yazar ve sanatçının duygusal dalgalanmalarını irdeliyor, ruhsal yapılarının özelliklerini gözlemleriyle, sezgileriyle yakalıyor ve yaşanmışlıkları usta bir anlatımla okura aktarıyor. Kelimenin tam anlamıyla edebiyat ve sanat ülkesine doğru yola çıkıyor, kendisiyle birebir temas kuranlarla geçmişin sesi/soluğu, ülküsü, yaşanmışlıkları, duyarlılığı ile konuşuyor, hatırlıyor. Böylece bilinmeyenleri gün ışığına çıkarıyor.
          Bütün bu değerlendirmelerimizin odağında Selim İleri hakkında şunları söyleyebi1iriz: Ele aldığı insanları seviyor (kırgınlıklar olsa bile), onlara ilgi duyuyor, hayatlarından kendisini sorumlu tutuyor, hissediyor.
          Aristo’nun söylediği gibi, “Dostluk sevilmekten çok sevmekten oluşmuştur.” Son noktayı Erich From’un sözüyle koşutluk kurarak: “ Gerçek sevgi, köklerini yaratıcılıktan alır” der. İşte Selim İleri de yaratıcılığın o gizemli dünyasında kendisi için hiçbir şey istemeden, yalnızca okuyucuları için var, okuyucuları için yazıyor ve yaşıyor…
Ve bundan da mutluluk duyuyor. Mutluluk insanın içindeki yaratıcılığını dışa vurması ve başarısı değil midir sizce?!
          Ey okur! ‘Kar Yağıyor Hayatıma ‘da söz edilen kişilerin anıları, yaşam içindeki tutum ve davranışları, sanat anlayışları(nın) sadece bir kısmını size aktarabildim. En iyisi siz, kitabı alın ve okuyun!.. “Bugün edebiyatımıza ‘unutulmuşlar ordusu’ diye bakabilirsiniz.” Pek çok şairin, yazarın ve sanatçının alınyazısı… Ne gam değil mi?!

____________________
Kar Yağıyor Hayatıma, Selim İleri, Doğan Kitap (2. Baskı), İstanbul 2005, 387 s. fotoğraflı/resimli.

Burcu Aktaş’a sevgiyle ..

Şener Öztop
Önceki İçerikBu Hafta Vizyona Giren Filmler (10 Mayıs 2024)
Sonraki İçerik8. Üstün Akmen Tiyatro Ödülleri sahiplerini buldu
Abone Olun
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments