Güneş en güzel yerinden öperek uyandırdı bu sabah denizi ve deniz en derinlerde yatan hislerini gün yüzüne çıkararak karşıladı insanları. Ayın gidişine hüzünlenirken bazıları, güneş gözyaşından öpüyor hayallerinden çoktan vazgeçmiş olanları. Benim güneşim bu zamana kadar kimseyi yarı yolda bırakmadı. En çok ihtiyacı olanlarla omuz omuza yaşamayı hiçbir zaman unutmadı. Beni ben yapan hislerimin her sabah güneş ile içime doğduğunu hissediyorum ve güne başlamadan önce mutlaka evimin en sevdiğim köşesine uğruyorum. Çünkü bir saat sonra neye baktığımı bile bilmediğim ekranın ışığı yüzünden değil de kitap sayfalarının arasında kendimi kaybettiğim için gözlerim ağrısın istiyorum.
Deniz çekiyor yine bu aralar içim. Oysa denize yalnızca 40 saniye evim. İçimi sızlatır tek bir his ve kimse bilmiyor o hissi bunca yıl nasıl gizledim. Bazı geceler sigarayı sırf bu yüzden daha fazla içtim. Bana bazı nadir duyguları yaşatanları nasıl sarıp sarmaladıysam yıllarca, hissetirmesini istediklerimi yakından tanımak için uzun zaman bekledim. Oysa ben beklemekten nefret ederim ama mutluluğa giden biletlerimi de sabırla bekleyebilirim. Ne zamandır böyle bir biletim yok ama gitmek istediğim yerler de bir o kadar çok. Bilmiyorum sadece kahvaltı yapmış olmama rağmen saatlerdir karnım neden tok. Oysa ruhum en çok geceleri aç oluyor mantıklı düşünebilmem için, biliyorum. Bu yüzden her gece ay ışığına kavuştuğumda seviniyor olmama rağmen en çok da aydan kaçarken yoruluyorum. Bu gece de kayboldum ve ruhumu gökyüzünde saklıyorum. Orada olmasına biraz seviniyor biraz da kendimi bazı gecelerin mutluluğa geçiş olacağına inandırmak için uğraşıyorum. Çünkü iki hafta sonra ondan geriye sayarken geçip giden seneye küfretmek için değil de deliler gibi heyecanladığım bir geleceğe bağırmak istiyorum.
En çok sakladığım onlarca şeyi yerleştirirken zorlandım bu evde. Bir bir sarıldım eski defterlerime, zamanlarını hatırlayamadığım şiirlerime ve yüzümü hala güldürübilen birbirinden kıymetli hediyelerime. Acımı dindiren insanların dokunuşları kanatıyor yaralarımı derinlerde bir yerlerde. Duygusallaşmak da istemiyorum ama inanamıyorum bunca zamanının böyle kolayca geçebildiğine. Bazı acılar yüzünden mi büyüdüm yoksa büyüdükçe ben mi acılarımı büyüttüm karar veremiyorum. Arada o kadar ince bir çizgi var ki, adımımı hangi duygularla hangi tarafa attığımın kontrolünü zaman zaman kaybediyorum. Bildiğim tek bir şey var, mutluluklarımın önüne gözyaşlarımın geçmesine izin vermiyorum. Hayatımdaki bazı rutinlerimi çok zor olduğunu bilmeme rağmen değiştiriyorum. Çünkü üç sene sonra ‘on sene önce üniversiteye başlamıştım’ cümlesini kurabilecek yaşıma mum üfleyerek değil de ay ışığında dans ederek girmek istiyorum.
Ne yaparsam yapayım bazı insanları arayamıyorum. Sebebi ister mutluluk ister gözyaşı olsun farketmez, elime telefonumu bu sebeple alamıyorum. Bazen de çok istiyor olmama rağmen bazı kar kürelerini almıyorum. Altında bir anlam olmayan hiçbir kar küresi benim olmamalı gibi hissediyorum. Dövmemin aynısı olan kar küresini belki aşık olacağım kişi bulur diye saçma sapan hayaller kurmadan gidip kendim bulmak için söz veriyorum. Bunları düşünürken öylesine dalıp gidiyorum ki, kaç saat geçmiş su içmeyeli ve kaç saati devirmişim kendi sesimi bile duymayalı hesaplayamıyorum. Ne zaman geçen zamanın kontrolünü kaybettiğimi hissetsem, koşa koşa kendimi deniz kenarına atıyorum. Çünkü dört saat sonra bacaklarım oturduğum yerde hiç kıpırdamadığım için değil de deniz kenarında geçen vakti anlamayıp üşüdüğüm için uyuşsun istiyorum.
Öyle bir an geliyor ki bazen, şu an bu konuya, bu kişiye ya da bu duyguya harcayacak enerjim olmamalı diye düşünüyorum. Hayatta bazı şeyleri düşünmek için çok da vaktimiz olmadığına inanıyorum. Tıpkı bazı şeyleri de ertelemek gibi bir lüksümüz olmadığına inandığım gibi. Hayalini kurduğum geleceğin artık çok da gelecek olmadığını farkettiğimde kendime her zamankinden daha fazla hak veriyorum. Bazı geceler kendime bunu hatırlatamadığım dakikalar yaşıyorum ve o zaman en büyük üzüntülerimi yaşayıp sarhoş oluyorum. Ve ne zaman bu hisler bastırsa beni omuzlarımdan yerin dibine doğru, gözümden kahkahalarım sebebiyle dökülen gözyaşlarımı hatırlamaya çalışıyorum. Çünkü beş gün sonra ciğerime ciğerime yağacak yağmurlar yüzünden değil de en sevdiğim yemeği yaparken gözlerimi yakacak soğan yüzünden ağlamak istiyorum.
Dünya kendimi karınca kadar hissettirecek kadar büyük ama ben bilmem kaç metrekare içinde kendimi odaya sığamıyormuş gibi hissetmekle meşgulüm. Bir yerlerde sürekli en sevdiğim mevsim yaşanıyor ama ben mevsimlerin sırası karışmış bu ülkede ciğerlerime kadar ısınacağım zamanı bekliyorum. Yaşanacak bir sürü güzel an var ama ben kendimi yaşanmış bilmem kaç tane gözyaşına hapsediyorum. Camı çerçeveyi indirip yeter be diye bağırıp susturacakken iç sesimi, usulca dolabımdan gözüme ilk çarpan alkolüme sarılıyorum. Bir şeyleri geçireceğinden değil, yanlış anlaşılmasın, ben zaten keyfim yerindeyken içmeyi seviyorum. Ne zaman mutlu olsam bunun şerefine bir bardak votka içiyorum. Gözlerimi kapatıp, sıcak kumun yaktığı ayaklarımın denize kavuştuğu anı hayal ediyorum. Çünkü altı ay sonra güneş ışınları tenime kuşların sesini çizerken, bir gece önceki kabusumla değil de bira şişemden göbeğime damlayan su damlasıyla ürpermek istiyorum.
Bu gece de bir şeyler konuşmaya çalışıp asıl söylemem gerekenleri kendime sakladım. Bu gece de içimin alev aldığını yok sayarak sanki ev havasız kalmış gibi camları sonuna kadar açtım. Kendime mutsuz bir insanın gözünden baktım, kahkahalarımdan rahatsız olup gözlerimi kapadım. Kendimi sihirli annem dizisinde sanıp içimden zaman geriye aksın diye bağırdım. Halbuki nereye kadar gitmesini istediğimi bilmiyordum ve yine anlık kararlar aldım. Her şeyin yolunda olmasından rahatsız olup canımı sıkma sebebiyle bir şeyler ararken, Ezgi o malum şarkıyı açtı ve küfretmemek için bu anı hiç unutma diyerek dramatik bir ortam yarattım. Seni ne kadar özleyeceğimi hala dile getiremediğim için cümle kuramadım sana Aliş ama sen o güzel uykunu bunlar için sakın bölme aşkım. Bu gece de herkes kendi köşesinde kendi dertleriyle yüzleşirken, ben mutlu olmak için bazı kararlar aldım. Ve dikkatim yine o kadar dağıldı ki, bu cümleleri hangi ara yazdığıma ben bile şaşırıyorum ve mutlu anlar biriktirme çabamı desteklemek için aklımı güzel hayallerimin eşiğine yatırıyorum. Çünkü yedi hafta sonra zaman, yılın en kısa ayı olduğu için değil de, her günü ayrı keyif dolu olup ben günlerin nasıl bittiğini anlamadığım için hızlı geçsin istiyorum.
Bu yazıyı aslında Aralık’ta yazdığım için bazı cümlelerim anlamsız, bazı zaman dilimleri mantıksız, biliyorum. Belki de artık ben bile hangi duyguyu hangi gün yaşadığımın ayrımını yapamıyorum. Öyle ki yapmak istediğimden bile emin olamıyorum. Yılbaşını sadece bir gece kutladığımıza ve Christmas için 11 ay daha beklemem gerektiğine inanmak istemiyorum. Bu yüzdendir hala Christmas temalı nevresim takımıma sarılıp uyuyorum. Ve bu yıldan ne istediğimi aslında çok da iyi biliyorum. İstemediklerimi hayatımdan 2020’de çıkardığım için o konuya çok da takılmıyorum. Her şeyin silinip gideceğine öyle inanmışım ki bunca zaman, hala daha dövmelerim yerinde mi diye arada bir kontrol ediyorum. Geceleri de anlamsız rüyalar görüp kalp çarpıntılarım eşliğinde evde turlar atmaya devam ediyorum. Çalan şarkıyı da keşke ezbere bilmeseydim diye düşünüyorum. Geçen gün ofiste bir konuşma sırasında genç ruhlu olmanın benim için anlamı sorulduğunda, ‘hala umudu olan insanlar genç ruhludur’ şeklinde verdiğim cevabın altında acaba neler yatıyordu diye düşünüp bir sigara daha yakıyorum ve anında yaktığıma pişman oluyorum. Çünkü sekiz saat sonra güneş doğduğunda geçen korkunç gece yüzünden değil de, ay nihayet gökyüzünde kendini gösterdiğinde, vakti geldiği için dolu dolu bir keyif sigarası içmek istiyorum.
Gizay Tabanlıoğlu