Bugün çok yetenekli bir ressamla gerçekleştirdiğimiz söyleşi ile karşınızdayım. Azat Yeman, gerek kişiliği ve çarpıcı fikirleri, gerekse yarattığı eserlerle gerçek bir ressam. Düşünceleri gerçekten kulak vermeye değer, kendisinin manevi olarak güçlü bir kimliği var ki kendisi tüm kimliklerinden de sıyrılabilen uyanışta bir sanatçı. Umarım bu söyleşi çok fazla kişiye ulaşır, zira okuyan herkesin bilinç olarak farkındalığının artacağını, uyanışına katkı olacağını biliyorum.
İyi okumalar…
– Öncelikle merhaba, söyleşi isteğimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Ben sizin özgeçmişinizi araştırdım ancak sizi direkt sizden tanısak daha samimi olacağını düşünüyorum. Kısaca Azat Yeman kimdir ve onu bugün ne bir sanatçı haline getirmiştir?
Azat Yeman: Bu soruyu aslında daha içsel anlamda cevaplandırmak istiyorum. Bu güne kadar hep yüzeysel cevap verip konuyu pek uzatmak istemedim ama bu gün nedense bilindik kelimeler kullanmak istemiyorum. Kendisini uzun zamandır; tüm bedensel ve zihinsel unsurlardan arınmış bir bilinç olarak görüyorum. Herhangi bir şablonun, kalıbın, kabilenin yani kısacası her türlü aidiyet içerikli kimliklerin dışında görüyorum, yaşama daha bütünsel ve şefkatle baktığımı söyleyebilirim. Daha holistik bir anlayışta diyebiliriz, daha sınırsız ve sonsuz bir bilincin yani okyanusuna ait bir damla gibi de düşünebiliriz… Doğu öğretilerindeki bahsedilen bir “hiç” gibi hissediyorum. Bu yüzden hiç bir anlamda bir iddiam ve çabam olmuyor, hırslardan benlik hallerinin çoğu dürtülerinden arınmış hissediyorum; her şeyin geçici olduğu bir yerde geçiciliğimin ve illüzyonların farkındayım. Tabii sanat bu noktada bana arınmanın canlı ve taze hissetmenin, en önemlisi devam edebilmenin niteliğini hayatımda taşıyor diyebilirim.
– Ressam olmasaydınız ne olurdunuz? Ressamlığa yakın bulduğunuz bir meslek var mı? Felsefe olarak bahsediyorum, örneğin onlar da hayatın içinde birer ressam gibidir diyeceğiniz?
A.Y.: Resim dışında bana bu özgürlüğü verecek bir alan tanımadım ama bir ihtimal toprakla ya da ahşapla uğraşabilirdim; bir marangoz ya da çiftçi. Nedenini anlatmam gerekirse boya gibi beni benliğin her türlü kaygı ve dürtülerinden arındıracak gerçekler, bunlar insanı arındıran temizleyen bir ritüel gibi hissettiriyor. Sanatımda da egemen olan ilk unsur arınma ve ritüeller.
– Genellikle bir tabloyu bitirmek ne kadar vaktinizi alır? Çok fazla sil baştan çalışır mısınız, en ufak hatada yeniler misiniz mesela? Çalışma şeklinizi ve prensiplerinizi merak ediyorum.
A.Y.: Resimlerim yaklaşık 4 aşamadan geçiyor bu yüzden biraz vakit alıyor. Hiç aceleci biri değilim dışarıdan bir etken beni dürttüğünde resim yapmayı bırakırım. Her türlü düşünce, duygu, hissiyat durumundan arınmış halde resim yaptığımı söyleyebilirim. Tamamen sessizlik çok önemli; bir dindarın yaratıcısına ibadet etmesi gibi nasıl arınıyorsa bende sanatıma bu şekilde yaklaşırım. İçime sinmeyen hiçbir resmi sergilemem, genellikle tekrar kapatırım. İmza atmam gerekiyorsa resim beni öncelikle tatmin etmeli.
– Eserlerinizi incelediğimde ilk odaklandığım yer eğer gözler açıksa bakışlar oluyor. Gerçekten çok çarpıcı. Eserinizin tüm duygusu sanki kadının gözlerinde toplanıp bir anda izleyiciye yansıtıyor. Her kadın, farklı bakış, farklı duygular. Duygular yoğun ancak bir o kadar da soğuk ve güçlü bakışlar. Bu kadınlar gerçek hayattan mı, ki çok fazla değişen bir kadın yüzü de yok? Bu bakışları çizerken siz neler hissediyorsunuz, nelerden ilham alıyorsunuz?
A.Y.: Öncelikle resimlerimde herhangi bir kimlik, cinsiyet gibi aidiyet içerikli zihinsel tutumlardan uzak duruyorum. Onlar her şeyden önce bir resim; kadın ya da erkek değiller. Resimlerimde kullandığım figürler sadece bir form, gözlerin çarpıcı ve donuk olma noktasını çoğu zaman bahsettiğim bilinç hallerinden oluşuyor diyebilirim. Her türlü duygu ve düşünceden arınmış saf haller ya da sadece saf bilinç halleri. Çok fazla görsel tarayan ve her gün düzenli inceleyen biriyim, kendime yakın bulduğum bütün imgeleri topluyorum. Bazı durumlarda ihtiyaç halinde yararlandıklarım da oluyor, beni en çok besleyen gerçekliğin sessizlik olduğuna inanıyorum. Sevgili Maharaj “Sessizlik Tanrının sesidir.” der. Bugün kuantum alanına girdiğinizde bu sessizlik gerçeğinin çok dönüştürücü ve yenileyici taraflarının olduğunu öğreniyorsunuz. İnsan medidatif halde yeni bir benlik bile yaratabilir. Bana göre gerçek sanat yapıtında tüm benlik hallerinden, geçmişten, bilinenden, düşünceden arınarak yeni bir şey keşfedilebilir, tüm saydığım unsurlar sadece bir köprü işlevi görebilir.
– Son altı ayda tamamladığınız eserlerden en hissederek, bütünleşerek çizdiğiniz eser hangisi? Onunla ilgili konuşur musunuz? Nasıl bir süreçti?
A.Y.: Son altı ay içerisinde beni tatmin eden birçok eser ürettim ama en bana yakın olduğu hissettiğim resim ”Saf boşluk/ Dua” adlı eserim diyebilirim resmi yakın planda incelediğinizde şimdiye kadar anlattıklarımın ufak bir özetini görebilirsiniz. Saf bilinç halleri, her türlü benlik halinden arınmış bir ritüel gerçekleştiriyor.
– Eserlerinizi satın alan insanlara söylemek istediğiniz bir şey var mı? Bence ressam olmanın en zor kısmı bir tane olan, size ait bir şeyi başkasına vermek. Resimlerim olsa onları gerçekten çocuğum gibi görürdüm, satamazdım heralde. Bu konuda fikirlerinizi duymak istiyorum.
A.Y.: Her resmim kendisine uygun bulduğu ya da örtüştüğü ruhu buluyor, buna inanıyorum. Tanıştığım bütün koleksiyonerlerimde bunu hissettim açıkçası. Resim sahibini seçiyor bu karşılaşma zaman meselesi sadece. Ben hissini aradan çıkararak bir aracılık yapıyorum. Bu yüzden sahiplik hissi güçlü değil bende, kendisine ait ruhu bulan resim bende özgürleşiyor. Başka bir yabancı yapmış gibi izliyorum.
– Yurtdışında da deneyim kazanmış bir ressam olarak ülkemizin sanatla ilişkisi hakkında düşünceleriniz neler? Yurtdışında ve Türkiye’de sanata olan değeri ve imkanları nasıl gözlemlediniz? Sanat için değer inşa etmek, daha büyük sanatsever kitleler yaratabilmek nasıl mümkün olur?
A.Y.: Yani zor bir soru. Kısacası umut vadeden bir mecramız pek yok. Daha kapital ve meta odaklı yaklaşılıyor sanata; bu sorun gerçek duyumsamanın ve sanatın önüne büyük bir engel teşkil ediyor. Sanatçılar ekonomik özgürlüklerini elde edemediği için bu simsarların elinde maalesef olan gerçek duyumsamalarını da kaybediyorlar, piyasa piyasalaşmış işlerle doluyor. Kolay değil sanatla yaşamak, özellikle bu ülkede çok ödün vermeniz ve bedel ödemeniz gereken durumlar olabiliyor. Ama her şeye rağmen korkmayan, sanatına inanan ve devam edebilen insanlar hep yaşayacaktır.
– Çok keyifli bir söyleşiydi, bizimle paylaştığınız her cümle çok değerliydi. Benim size sorularım bu kadar, eklemek istediğiniz bir şey varsa seve seve dinleriz. Teşekkürler.
A.Y.: Ben teşekkür ederim, sevgi ve sanatla kalın.