Bireysel yaklaşımlarımızda genelde ait olduğumuz toplumun maddi ve manevi kültür değerlerini yansıtırız. Eski çağların kabile dönemlerinden günümüze bu olgu devam etmiştir. Bazısı öylesine derindedir ki farkında bile olmadan tüm yaşam biçimimize etki edebilir. İşte sosyolojik olarak insan türünün bir kültürü olduğu gibi, şirketlerin de sahip oldukları bir kültürleri vardır. En uç noktada, global şirketlerin çoğunda farklı kıtalardan çalışanların bulunduğunu da düşünürsek, şirketlerin ortak bir payda için kurumsal bir kültür oluşturmaları ihtiyaçtır.
Kültür çok farklı tanımları olan bir kavramken, hem maddi hem de manevi unsurlar taşırken, aynı şehrin farklı bölgelerinde bile ait olunan kültür unsurları değişebiliyorken şirketlerin bir kültürü sahiplenmesi ve bunu uzun ömürlü kılabilmesi de ciddi emek işidir. Şirketin ideallerinden, törenlerine; davranış kalıplarından, sembollerine; kahramanlarından, hikayelerine geniş bir spektrumda ele alınması gereken kültür, şirket çalışanlarının öz kültürleriyle de uyum içinde olduğunda nitelikli bir bağ kurulmuş olur. Şirketler, kaynaklarını sürekli artırmak ve yeni kaynaklar yaratmak odağında olan yapılar olarak, kültürleriyle uyumlu stratejileri de kurgulamak zorundadır. Kültürden bağımsız bir stratejik yaklaşım engelli bir koşu misali tökezletir, hız keser.
İlk dönemlerde askeri anlamda kullanılan bir kelime olan stratejinin, ilk olarak M.Ö. 500’de Wu Devleti’nde (Şimdiki Çin) yaşamış ünlü komutan, filozof ve askeri bilge Sun Tzu tarafından ortaya konulduğu da biliniyor. Askeri alanda kullanılan kelimenin, işletme alanında kullanılmaya başlanması ise 20. yüzyılın ikinci yarısına denk geliyor. Asırlar öncesinde kullanılmasına rağmen, stratejinin iş yaşamında o kadar da eski bir kavram olmadığını görüyoruz. Strateji gibi çok daha yeni bir olgunun, kültür gibi insanlık tarihi ile var olan köklü bir olguyla buluşması sizce nasıl olmuştur? Çatışmalar, iç savaşlar çıkmış mı yoksa uyum içinde ilerlenmiş midir? Strateji, kültürün hakkından gelebilmiş mi, yoksa kültür stratejiyi çiğ çiğ yemiş midir?
Aslında modern yönetim biliminin kurucusu kabul edilen Peter Drucker, iş yaşamında kültür-strateji ilişkisini; “Kültür, stratejiyi kahvaltı niyetine yer.” şeklinde aktarır. Stratejinin, şirketin iş yapma biçiminden, hedeflerine birçok konuya müdahale edebilme gücü vardır. Bu gibi sebeplerle, çalışanların alışkanlıklarını da içeren kültür öğelerini, strateji ile uyumlamak kolay değildir ve stratejinin kültürel dengeleri bozmadan ilerlemesi gerekir. Ancak özellikle de günümüzün hızlı teknolojik süreçlerinde ve küresel bir dünyada bu anlayış da değişmektedir.
Kahvaltının en önemli öğün olduğunu düşünürsek, Peter Drucker gizli bir mesaj vermiş de olabilir. Değişen dinamikler, sürekli gelişimi hedefleyen kurumsal yapılardaki dinamiği de etkiliyor. Bu durumda, kültür de stratejiden beslenme ihtiyacında olacaktır. Şirketin stratejik duruşuna uymayan bir kültürün de yeni açılımlar ve gelişen koşullarla güncellenmesi, bazı durumlarda esnemesi gerekir. Şirketlerin varoluş amacını aktaran misyonun gerçekleşmesinde de strateji önemli bir yere sahiptir. Geleceğini resmeden vizyonun gerçekleştirilmesinde de yine strateji yol gösterir. Demek oluyor ki şirket kültürü, şirketin gelişim hedeflerine giden yolun önünde engel değil, engellere siper olmalı.
Yazılı olmayan tüm kurallar da şirket kültürünün bir parçasıdır ve bunlar, yazılı birçok kuraldan daha köklüdür. Bu açıdan, evrensel değerleri kültürünün parçası yapabilmiş kurumsal yapılar, stratejilerini belirlerken kültürel karmaşa yaşamaz, değişim rüzgarlarından olumsuz etkilenmez.
Stratejinin yaşam şansı bulması için, kültürün iç dinamiklerine uyumlu olması ne kadar önemliyse, şirketin geleceğine yatırım olan stratejinin kolaylıkla kabul gördüğü bir kültürel ortam da o kadar önemlidir. Birbirinden beslenen bu kavramların biri diğerini yerse, güç sayesinde olacaktır. Güçlü olan da her zaman haklı değildir.
İdeal olan; kaynakların en yüksek potansiyelinde kullanıldığı zamansız stratejilerle ilerlemek ve şirketin kültürel unsurlarını da evrensel bir bakış açısıyla her an uyumlamaktır. İnsan da aslında şirketler gibidir. Makro bir gerçeklikten kendi mikro gerçekliğimize dönersek, kişisel yaşamlarımızda da iş yaşamında olduğu gibi aldığımız kültürün geleceğimize dair stratejik hedeflerimizle çatıştığı durumlar içinde kalabiliriz. Oysa, kültür olgusunun bazı çağ dışı yaklaşımlarını çağdaş yaşamın gereklerine uyumlamak tartışılamayacak bir gerekliliktir. Bundan kaçınmak, değişimden korkmak, ertelemek gibi duygu ve eylemler gelişimin önünde duran yabani otlar gibidir. Temizleyip alan açmadıkça, bir sonraki adımın belirsizliğinde kaybolan yaşamlara sahip olur veya kendimizi böyle kurumsal yapılarda buluruz.
Aslında, her öğünde beslenmesi gereken tarafın, kültür ya da strateji değil de kendi kişisel gerçekliğimiz ya da şirketimizin gelecek öngörüsü olması gerektiğini biliriz. Ancak bazen bu bilgi bile bize, doğru adımları atmak için yeterli gelmez. Alışık olduğumuz davranışlar, iş yapma biçimleri, güvenlik ihtiyacımız, konfor alanlarımıza olan düşkünlüğümüz bize pranga olur. Oysa bir kilidi açmak kadar minik bir hareketle, hem kültürel değerlerimize sahip çıkmak hem de heyecan veren stratejilerin gereklerini yerine getirmek mümkündür. İnsan isterse, inanırsa hem kendini, hem bulunduğu iş ortamını sevgi temelli bir dönüşüme uyumlayabilir. Kültürün insanlık tarihi ile stratejinin de askerlikle bağı tesadüf olmasa gerek. Kişisel ve kurumsal tarihinde bir askerin cesareti, özverisi ve adanmışlığı ile yol alan istisnasız herkes, nice zafer madalyalarını göğsünde gururla taşımak şerefine de erecektir. O vakit, kültür ve strateji aynı masada birlikte; çatışmayı, ataleti, kültürsüzlüğü, geri kalmışlığı yiyecektir. Hem de sadece kahvaltıda değil her öğünde…
Tuğba Uzüğüten