
Bu yazımda hem yeni seslerin peşine düştüm hem de uzun zamandır bildiğimiz isimlerin dönüşümüne göz attım. Alternatif sahnede dikkat çeken müzisyenlerden, K-Drama müziklerinin değişen havasına; çıkış yapan grupların getirdiği tazelikten müzik sahnesindeki büyük değişimlere kadar birçok farklı noktaya değindim.
Bu arada fark ettim ki, bu yazı NouvArt’taki 100. yazım! Her yazıyla önce kendime, sonra da okuyan herkese yeni bir pencere açmak benim için inanılmaz bir deneyim oldu. O yüzden, bu özel anı yazımın sonunda biraz daha kişisel bir notla taçlandırmak istedim.
MüziKoridor #18’de Bertuğ Altan, Murat Özel, Yedinci Ev ve Son Feci Bisiklet gibi isimlere kulak verirken, Linkin Park‘ın yeni solistiyle nasıl bir sayfa açtığından, Manifest ve Big5 gibi projelerin Türkiye’de müzik sektörüne neler katabileceğine kadar birçok farklı konuyu ele alacağız. Ayrıca, K-Drama müziklerinin nasıl daha sinematik bir hale geldiğine de yakından bakacağız.
Müzik keşfetmenin heyecanı hiç bitmiyor! Ben yine sevdiğim, merak ettiğim, üzerine düşündüğüm şeyleri paylaştım. Hazırsanız, başlayalım!
KEŞİF: Bertuğ Altan
Son dönemde K-Pop’a biraz daha yakınlaşınca, Türkiye’de bu alanda neler yapıldığına dair daha fazla bilgiyle karşılaşmaya başladım. Müziğin de dışında Türkiye’deki Kore kültürünü benimseyenler; kendi kitlesini oluşturmuş durumda. Partileri, dans yarışmaları, soru geceleri ve zaman zaman ülkeyi ziyaret eden idollerle ve drama oyuncuları ile kendi içinde akıp gidiyor. Dışarıya açılma ya da kendini kanıtlama gibi bir kaygıları da yok gibi görünüyor. Kulaktan kulağa yayılarak, reklamsız ve doğal bir şekilde bu kültürün varlığını sürdürüyorlar.
Kore kültürünü benimseyenlerin, dikkat çekmeye ya da K-Pop’un Türkiye’de dinlenen en baskın türlerden biri olduğunu kanıtlamaya çalışmadan, kendi dünyalarında mutlu olduklarını söylemek mümkün.
İşte böyle bir bilgi akışı içinde, iyi bir sesle karşılaştım: Bertuğ Altan. Anladığım kadarıyla, müziğinden çok kendisi K-pop ortamlarına yakın biri. Ki bence müziğini doğrudan K-Pop olarak tanımlamak doğru olmaz. Aslında Bertuğ’un tarzını tek bir kalıba sığdırmak da pek mümkün değil gibi. Genç bir müzisyen olarak farklı türleri deneyimlemiş ve her birinde kendi tarzını yansıtmayı başarmış. Bu da gerçekten zor bir şeydir.
Bertuğ’un şarkılarında K-Pop’u anımsatan en belirgin şey, şarkı sözlerindeki samimiyet oldu benim için. K-Pop’ta en çok dikkatimi çeken unsurlardan biri, yaşanmışlık hissinin şarkılara doğal bir şekilde yansıtılması. Bertuğ da kendini, bulunduğu yeri, ülkenin durumunu ve hislerini müziğine başarıyla aktarmış.
Türkçe, İngilizce ve Rusça dinlediğim şarkılarında, özellikle Rusçayı merak edince hakkında biraz baktım; yanlış anlamadıysam Rus bir anne ve Türk bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelmiş. En dikkat çekici yanı ise bu iki kültür arasında kendisine tamamen farklı bambaşka bir kültür seçmiş: Kore Kültürü…
Bertuğ Altan’ın samimi şarkılarından ben rock altyapılı bir tanesini listeme aldım ama siz sanatçı sayfasındaki şarkıların tamamını bence dinleyin.
Murat Özel’den Rock’n Rap Chapters serisine yeni şarkı
Türkçe rock ve rap dünyasının kesişim noktasında üretimlerine devam eden Murat Özel, “Rock’n Rap Chapters” serisinin dördüncü teklisi “Fiyasko” ile karşımızda. Bu parçada, Enes Alper, İnfaz, Ufuk Aslan ve Falso gibi isimlerle iş birliği yaparak enerjisi yüksek bir proje ortaya koymuş.
İsminin aksine cesur bir kimliğe sahip olan “Fiyasko”, sert gitar riffleriyle rock’ın ham dokusunu, rap’in keskin vokalleriyle güçlü bir köprü kurarak bir araya getiriyor. Murat Özel’in müziğindeki sertlik, rap bölümleriyle çatışmak yerine onu daha da ileri taşıyor. Özellikle İnfaz ve Enes Alper’in vokal performansları, şarkının güçlü duruşunu destekleyen en önemli unsurlar arasında yer alıyor.
Sözler, sistem eleştirisi ve bireysel mücadele temaları etrafında şekillenmiş. Öfkeyi yalnızca bir isyan olarak değil, bilinçli bir başkaldırı olarak sunuyor. Parça boyunca yükselen enerji, dinleyiciyi içine çeken bir dinamizm yaratıyor.
Müzikal anlamda, Murat Özel’in yorumu rap’in akıcılığına farklı bir katman ekliyor. “Rock müzik artık eskisi kadar sert değil” diyenlere bir cevap niteliğinde olan şarkı, prodüksiyon kalitesiyle türler arası geçişleri dengeli bir şekilde sunarak rap ile rock’ın ortak bir dil konuşabileceğini kanıtlıyor.
Şarkının sürprizi, Falso’nun bölümünde Mor ve Ötesi’ne yapılan gönderme oldu benim için. ‘Benim adım oyun bozan bu çocukların müziğine / Taş koydu içirip o üstat dedikleri / Bir derdim var artık ‘Mor ve Ötesi’ gibi’ sözleriyle başlayan bu kısımda, Bir Derdim Var şarkısından kısa bir alıntı mırıldanarak parçaya dahil ediliyor. Bu, şarkıya nostaljik bir etki katmaktan ziyade, rap partı sonrası duygusal yoğunluğu pekiştiren bir dokunuş olarak öne çıkıyor. Bunun yanında, şarkıda dikkat çeken bir diğer rap performansı ise Ufuk Aslan’a ait. ‘Bad tribe girmeden biletleri yolla / Bileklerini kesmedi Blackjack’i kozla’ sözleriyle başlayan partı, sert ve tavizsiz bir akış ile devam ediyor. Parçadaki agresif atmosferi güçlendiren bu bölüm, şarkının enerjik yapısına katkı sağlayarak dinleyiciye kesintisiz bir ivme sunuyor.”
Rap’in keko müziği olarak algılanmasının karşısında, “Fiyasko” kaliteli bir iş olarak duruyor. Aslında rap, özü itibarıyla keko değil; onu bu hale getiren ve bu algıyı özellikle besleyen bir yapı var. “Fiyasko”, bu anlayışa güçlü bir karşılık sunarak Rap müziğin sert ve nitelikli tarafını öne çıkarıyor. Bu açıdan şarkıya emek veren rapçileri tebrik ederim. Murat Özel’i de “Rock’n Rap Chapters” projesine dahil edilecek düzgün rapperlar bulduğu için ayrıca kutlamak gerekir.
Şarkının müzik videosu da minimal ama şarkının mesajını doğrudan destekleyen bir lirik video olmuş.
Sonuç olarak; Murat Özel “Fiyasko” ile bir füzyon projesinden öte, sert ve iddialı bir kimlik yaratıyor. Rock ve rap birlikteliğini yalnızca deneyen değil, bunu kendine has bir tavırla sunan bir isim olarak Türkçe müzik sahnesinde farklı bir yerde duruyor.
Yedinci Ev: Özünden Uzaklaştıkça mı, Özüne Yaklaştıkça mı?
Yedinci Ev’in son çalışmaları, grubun müzikal evrimini gözler önüne seriyor. Önceki parçalarındaki alternatif müzik çizgisinin yerini, daha dingin, melankolik ve nostaljik bir atmosfer almış gibi görünüyor. ‘Uzansam Kucağına‘ ise bu değişimin en belirgin temsilcisi.
İlk dinlediğimde aklıma gelen şey şu oldu: “Ferdi Özbeğen adına bir karma albüm mü yapıldı ve Yedinci Ev de orada mı yer aldı?” (Şarkıyı ilk dinlediğimde, Özbeğen’in yorumuna öykünülerek seslendirilmiş bir parça gibi düşünmüştüm çünkü.) Şarkının genel havası ve vokal yorumu, Özbeğen’in klasikleşmiş eserlerini hatırlatan bir nostalji taşıyor. Duygusal yoğunluğu ve sade düzenlemesi dikkat çekici olsa da; bu alaturka dokunuş bana çok da hitap etmedi.
Öte yandan, Yedinci Ev’in önceki çalışmalarına baktığımızda, bu tarzın aslında grubun geçmişte ufak ufak işlediği melodik ve atmosferik unsurlardan tamamen bağımsız olmadığını görmek mümkün. Yani grup, keskin bir tarz değişimi yapmaktan ziyade, önceki işlerinde ipuçlarını verdiği bir yönü daha belirgin hale getirmiş.
Ancak benim için Yedinci Ev, alternatif sahnede en başarılı temsilcilerden biri olmasını sağlayan sound’u ile öne çıkan bir grup. Bu yüzden son şarkıları, bana hitap eden taraflarından biraz uzaklaşmış gibi hissettirdi. “Uzansam Kucağına”, grubun müzikal yolculuğunda belirli bir noktayı temsil ediyor olabilir, ancak benim için Yedinci Ev’in özüne en çok yaklaştığı yer, alternatif ruhunu güçlü şekilde yansıttığı şarkılar.
Son Feci Bisiklet bildiğimiz gibi
Son Feci Bisiklet‘in “Fare” adlı yeni teklisi, yine dinlerken düşündüren bir çalışma olmuş. Şarkının söz ve müziği, grubun vokalisti Arda Kemirgent’e ait olup, düzenlemesi tüm grup üyelerinin ortak emeğiyle şekillenmiş.
“Fare”, derinlikli bir atmosfer sunan Son Feci Bisiklet şarkılarından biri. Tarzını ve müzikal kimliğini bozmayan grubun olgunlaştığını hissettiren bu parça, minimalist düzenlemesi ve sakin temposuyla grubun enerjik çalışmalarından ayrılıyor. Sözlerinde içsel bir yolculuk ve melankolik bir anlatım hakim.
Şarkının en dikkat çekici dizelerinden biri:
“Nefret et, seversin / Köklerini saldığında.”
Bu sözler, güçlü bir karşıtlık ve dönüşüm hissi yaratıyor. Nefret ve sevgi arasındaki ince çizgi, zamanla nasıl değişebileceğini, kök saldıkça nasıl farklı bir anlam kazanabileceğini düşündürtüyor. İlk başta nefret ettiğin bir şey, zamanla benimsediğin, hatta sevdiğin bir şeye dönüşebilir mi?
Son Feci Bisiklet, bu şarkıyla yalnızca sound’unu değil, anlatım gücünü de daha derin bir noktaya taşıyor. “Fare”, dinleyiciyi düşündüren, tekrar tekrar dinledikçe anlamı katmanlanan bir şarkı olarak grubun diskografisinde özel bir yer ediniyor.
Linkin Park oldu!
Linkin Park, benim için sadece bir grup değil, bir dönemin ruhuydu. Chester Bennington’ın kaybı ise, o dönemin kaçınılmaz bir şekilde kapanışını simgeliyordu. Bu yüzden grubun yeni bir şarkı yayımladığını duyduğumda, ona bir şans vermek içimden gelmedi. Çünkü bu, geçmişe olan bağlılığımı sorgulamama neden olacaktı.
Ta ki bir gün radyoda çalana kadar…
Hiçbir hazırlık yapmadan, hiçbir ön yargı taşımadan, tamamen tesadüfi bir şekilde ilk defa duyduğum o vokali Shazam’ladım ve ekrana yansıyan isim karşısında şoke oldum. Linkin Park, o an sadece bir nostalji unsuru olmaktan çıkıp, yeni bir formuyla karşıma dikilmişti.
İlginç olan şu ki, yeni vokal haberleri ilk çıktığında aklımdan geçen şey şu olmuştu: “Chester’ın yerine kimse olamaz; hele ki kadın vokal… Ne alaka?” Ancak bu şarkıyı savunmasızca dinledikten sonra düşüncem tamamen değişti. Bu şarkıyı eski Linkin Park ile kıyaslama gereği bile duymadım. İlk tepkim, “Chester’ın yerine kimse olamaz” düşüncesi değil, “Bu, şu anki Linkin Park” oldu. O an, grubun dev bir dönemi kapatıp, yeni bir sayfa açtığını ve bunu bilinçli bir şekilde yaptığını kabullendim.
Bu yeni formun temel taşı, grubun yeni solisti Emily Armstrong. Onun vokali, Chester’ın sesine benzemeye çalışan bir ses olmaktan çok, Linkin Park’ın şu anki ruhunu yansıtan güçlü bir yorumcuya ait. Bu da bana, grubun geçmişin gölgesinde değil, yeni bir ışık altında ilerlediğini gösterdi.
Bu keşfimin ardından albümün tamamını dinledim: From Zero. Albüm, Linkin Park’ın eskiye tutunmadan, ama geçmişini inkâr etmeden nasıl bir dönüşüm geçirdiğini kanıtlayan bir çalışma. The Emptiness Machine şarkısı, bu albümün en güçlü parçalarından biri ve bana göre Linkin Park’ın yeni döneminin tam anlamıyla açılışını yapan şarkı.
Bu şarkıyı dinlerken, eski ile kıyaslamaya gerek duymuyorum çünkü bu Linkin Park’ın şu anki hali. Geçmişte bıraktıkları mirasa sadık kalıp kalmadıklarını değil, şu an nerede durduklarını anlamak gerekiyor. Ve sanırım, The Emptiness Machine, onlara yeni bir kimlik kazandırmanın ilk adımı.
Linkin Park’ın yeni çağı başladı ve eski günlerin ağırlığını taşımak yerine, yepyeni bir anlatı inşa ediyorlar. From Zero, tam da adının hakkını veren bir başlangıç albümü. Bu yeni dönemin nasıl şekilleneceğini görmek için, geçmişe takılmadan dinlemek gerekiyor.
KROŞE Punk’ı Ateşliyor
On Air Music’in son dönemde yayımladığı farklı projelerden biri olan KROŞE, punk ruhunu günümüz sahnesine taşıyan özgün bir çalışmayla çıkışını yaptı. Birlikte çalışmaktan ve bu yolda onlara eşlik etmekten mutluluk duyduğum grup, sadece müziğiyle değil; enerjisi ve yaklaşımıyla da kendine has bir duruş sergiliyor.
Punk’ın köklerinden beslenen ancak bunu günümüz sound’uyla harmanlayan KROŞE, hem üretim süreci hem de müziğe bakış açısıyla alternatif sahnede fark yaratıyor. Projeyi yakından takip ettikçe, bağımsız müziğin nasıl dönüşebileceğini ve yeni bir kimlik kazanabileceğini görmek benim için heyecan verici.
Müziğin değişen dinamikleri içinde KROŞE’nin kendine nasıl bir yer açtığını, On Air çatısı altında nasıl şekillendiğini ve dinleyiciyle nasıl bir bağ kurduğunu görmek, bu yolculuğun en keyifli taraflarından biri.
The Trunk – K-Drama Müziklerinde Yeni Bir Dönüşüm
İzlediğim The Trunk dizisinin müzikleri, alıştığımız K-Drama soundtracklerinden oldukça farklı bir his verdi. Genellikle K-Drama OST’leri, duygusal balatlar ve yumuşak piyano melodileriyle karakterlerin ruh halini desteklerken, The Trunk’ın müzikleri daha sinematik, atmosferik ve türler arası bir geçiş hissi yaratan bir yapıya sahipti.
Dizinin konusuna değinmeyeceğim ama müziklerinin K-Dramaların globale açılmasının bir yansıması olarak dönüşüm geçirdiğini düşünüyorum. Sadece sahneleri tamamlayan bir fon müziği olmanın ötesine geçerek, batı sinemasındaki dramatik yapı ve gerilim öğelerini çok daha güçlü bir şekilde hissettiren bir prodüksiyon ortaya koymuşlar.
Özellikle Choi Sungkwon ve Kim Ji Soo gibi isimlerin besteleri, klasik K-Drama tınılarını modern sinema müziği anlayışıyla harmanlıyor. Bu dönüşüm, artık Kore dizilerinin sadece kendi sınırları içinde değil, küresel izleyiciye yönelik bir müzikal anlatı geliştirdiğinin de bir kanıtı gibi.
K-Drama OST’lerine aşinaysanız, The Trunk’ın müzikleri sizi de şaşırtabilir. Eğer diziyi izlemeyi düşünmüyorsanız bile, soundtrack albümüne bir şans verin derim. Belki de K-Drama müziklerinin geleceğine dair önemli bir ipucu taşıyordur.
Zeynep Casalini "Uzak Selamlar" ile ruhumuzu selamlıyor
Zeynep Casalini ile Sanat Okur için gerçekleştirdiğim söyleşide, onun müziğe ve sanata bakış açısını yakından anlama fırsatım olmuştu. “Zamansız Kadınların Şarkıları” turnesi kapsamında Sezen Aksu’dan Şebnem Ferah’a uzanan bir repertuvarı sahneye taşıyan Casalini, müziği yalnızca bir icra değil, bir anlatı olarak ele alan isimlerden biri.
Yeni teklisi “Uzak Selamlar“, yalnızca bir şarkı değil, aynı zamanda geçmiş ve bugün arasında köprü kuran bir duygu yolculuğu. Casalini’nin yıllar içinde olgunlaşan ve derinleşen vokali, dinleyiciyi nostaljiyle sarmalarken, modern düzenleme sayesinde şarkı zamansız bir kimlik kazanıyor.
Şarkı, kaybolan değerler ve değişen zamanlara duyulan özlemi melankolik bir atmosferle ele alıyor. Kimi anlarda hayatın getirdiği zorunlu vedaları kabullenirken, kimi anlarda içsel bir isyanı da hissettiren bir anlatım sunuyor. Sadece bir geçmişe özlem değil, aynı zamanda bugünün gerçekleriyle yüzleşmenin de ifadesi olan bu eser, sessiz sokaklardan, unutulmuş hikâyelere, eksilen masalardan yarına duyulan umuda kadar geniş bir duygusal alan yaratıyor.
Casalini’nin müziğe olan bağlılığı düşünüldüğünde, “Uzak Selamlar” onun sanatsal yolculuğunda önemli bir durak. Dinleyicisine yalnızca bir melodi sunmakla kalmayıp, onların kendi anılarıyla bağlantı kurmalarına olanak tanıyor. Zamansızlığın peşinde ilerleyen bu şarkı, derinliğiyle kalplere dokunuyor.
MANIFEST Sonrası…
Son üç yazımda kesintisiz olarak Big5 ve Manifest’ten bahsediyorum. Çünkü müziğin popüler kanadında saplandığı bataktan çıkışı için elimizdeki en güçlü biletin bu projeler olduğunu hissediyorum.
Tam yeni yarışma, yeni kız grubu daha Manifest oturmadan çıkar mı ama sistemin ilerlemesi için yeni projeler de olmalı ama nasıl diye düşünürken; Tolga Akış’ın şu yorumu içimi ferahlattı:
“Henüz Big5’in ikinci sezonu için bir zamanlama belirlemedik, ilk hedefimiz Manifest’in başarısı.”
Bu açıklamaya sevindim çünkü; Manifest tam anlamıyla oturmadan, ona rakip olacak yeni bir grubun yine aynı ekip tarafından çıkarılması, bu içeriği düzenli ve uzun soluklu bir grup yaratma projesinden uzaklaştırarak, klasik müzik yarışması formatına çekebilirdi.
Manifest’e rakip lazım, evet, ama bence yakın dönemde bunu Tolga Akış üstlenmemeli. Bunun yerine, başka şirketlerden yeni grupların acilen çıkması gerekiyor. Çünkü boyband ve girlband sistemleri, büyük ölçüde fan etkileşimi üzerine kurulu. Bu etkileşimi en çok artıran faktör ise rekabet. Üstelik bu rekabet gruplar arasında değil, fanlar arasında başladığında sistemin çarkları gerçek anlamda dönmeye başlıyor.
Umarım Tolga Akış, Manifest’i güçlendirirken, bir noktada Big5’i boyband projesi olarak tekrar başlatır. Çünkü şu bir gerçek ki, dünyanın her yerinde boybandler her zaman daha fazla takipçiye ve dinleyiciye sahip olmuştur. Ve bu arada başka yapım şirketleri ya da BBG projelerine uygun platformlar da yeni girlband’ımızı oluşturmak için harekete geçerler.
NouvArt’ta 100. Yazım
2014 yılından bu yana NouvArt’ta yazıyorum. 100. yazımı kaleme alırken, bu yolculuğun nasıl evrildiğini görmek benim için ayrı bir anlam taşıyor. Bağımsızca, istediğim zaman yazma özgürlüğü bana ilham veriyor. Kendimi tamamen ifade etme fırsatım olduğu için her yazı, bir keşif süreci gibi.
“Koridor” benim yolculuğum aslında. Geçmişte radyodaki ilk programlarımdan birinin ismi, İlhan İrem’den kaynaklı bir yol mekanı, kendimi bulma, sesimi duyurma derken; yıllar sonra yazılarımın yolculuğunun mekanı oldu.
“Koridor” başlığıyla başlayan bu yazı serisi, zamanla dallanıp budaklandı. MüziKoridor, müziğe odaklanırken; Koridor Söyleşi, röportajlara ayrıldı. Koridor ise gördüklerimi, izlediklerimi, okuduklarımı; bazen siyasetin de dahil olduğu yaşam yazılarını kapsayan bir alana dönüştü. Bu çeşitlilik, yazılarımı özgürce şekillendirmemi sağlarken, farklı perspektifleri keşfetme fırsatı sundu.
Bu süreçte, Gen Yay yönetmeni Efe Tunçel’e, bağımsız duruşuma gösterdiği özen ve sabır için teşekkür ediyorum. Onun hazırladığı özenli içerikler ve vizyonu, bu yolculuğu benim için çok daha anlamlı kıldı ve yazma konusunda pes etmemin önüne geçti.
Yüzüncü yazımda, MüziKoridor’unda müziğin gücünü ve bu süreçte kazandığım deneyimleri sizlerle paylaşarak bir dönüm noktasına ulaşıyorum. Gelecekte müzik başta olmak üzere birçok konuda yazmaya devam ederken, müzikle ilgili daha birçok projede yer almayı; hem sektöre hem de kendime daha fazla şey katmayı heyecanla bekliyorum.
Kavuşmamız şarkı şarkı olacak. Yürüyün. Öyle çılgın… Öyle sakin…” diyen üstadın sözü üstüne söz söylemek gibi olmazsa; kavuşmalarımız her konuda ve her şeye ait bir “Koridor” burası.
Koridorda kalın, birlikte yol alalım.