Kendi kendine kendi evrenini yaratmış, kendi kendine yazmış, tüm bunlara istinaden kendi okuyucusuna ulaşabilmeyi başarmış olan Hakan Bıçakcı ile söyleşi yapabilmenin mutluluğunu yaşamaktayım. Bu kadar sakin, bu denli kendi dünyasında olan bir insanın korku evreninde tekinsiz duygularla dolaşıyor olmasına inanamıyorsunuz. Fakat Hakan Bıçakcı tam da bu duygular üzerinden kitaplar yazmaya devam ediyor.
İlk olarak 2002’de yayımlanan romanı Romantik Korku’dan; 2017’de yayımlanan Uyku Sersemi romanına Hakan Bıçakcı nasıl hissederek yazdı; o zamandan bu zamana neler değişti, neler yer değiştirdi; korku ve tekinsizlik onda ne tür belirsizliklere yol açtı tüm duygularını etraflıca konuştuk.
Hakan Bıçakcı edebiyatımızda korku türünü kendine özgü ele alış biçimiyle çok özgün bir yazar hiç şüphesiz. Bizimle böylesine kapsamlı bir söyleşi gerçekleştirdiği için teşekkür ederiz. Bizlere yeni kitap müjdesi de verdi üstelik. Fakat öncelikle söyleşimizi baştan sona okumaya ne dersiniz?
Buradan buyurun lütfen, İyi okumalar dileriz. 🙂
– 1996 yılında Üniversite eğitiminiz için Ankara’ya gidiyorsunuz. İktisat okuyorsunuz. Edebiyat ile olan bağınız ne zaman başladı? Edebiyat dünyası ne zaman içine çekmeye başladı sizi?
Hakan Bıçakcı: Okuyarak, okuduklarımdan etkilenerek başladı sanırım her şey. Bir de sinemanın ciddi bir etkisi oldu tabii. Kısa, başı sonu net olmayan öyküler yazarak başladım. Belirli anlara, durumlara odaklanan hikâyeler. Bağlamdan kopuk sahneler gibi. Sonra bu öykülerin bir romanın parçaları olduğunu fark ettim. Yazdıklarımı birleştirip romana dönüştürmeyi denedim. Ne yaptığımı tam olarak bilmeden. Her şey son derece karambol bir şekilde gelişti yani. Planlı programlı, sistemli hatta bilinçli bir şekilde bile başlamadım yazmaya.
– Günümüzde 21.Yüzyılda iletişimin, sosyal ağların, dijital dünyanın geldiği noktayı düşünürsek kendini “yazarak” ifade etmek nasıl bir duygu? Gittikçe güçleşiyor bu durum mu yoksa iletişimin geldiği noktada daha mı iyi ifade edebiliyorsunuz kendinizi?
H.B.: Dünya hızla görsel odaklı iletişim biçimlerine kayıyor. Artık her şey izleniyor, çok az şey okunuyor. İnternet mesela, önce okunan bir şeydi şimdi izlenen bir şey. Bu gidişat edebiyatı iki açıdan etkiliyor. Birincisi okurgiller süratle azalıyor. İkincisi edebiyatın içeriği dönüşüyor. Artık daha görsel odaklı bir dil var karşımızda. Betimlemelerin, tasvirlerin nesli tükeniyor.
– Yukarıdaki soruyu biraz da şu sebepten sordum: Kendini ifade etmek artık çok hızlı. Çok hızlı olduğu için de çok çabuk unutuluyor paylaşılan ve okunulan şeyler. Gündem bir dakika içinde değişebiliyor. Yazmanıza rağmen, yazdıklarınızın yayınlanmasına rağmen, birçok söyleşi vermenize, panellere katılmanıza, atölye çalışmalarınız olmasına rağmen “ifade edemiyorum” duygusuna kapılıyor musunuz hiç? Böyle bir zamanda yazar olarak yaşamanın sizde hissettirdiği duyguları merak ediyorum.
H.B.: Aslında bunları pek düşünmüyorum. Düşünürsem umutsuzluğa kapılırım büyük ihtimalle. Genelde aklıma düşen hikâyelerin içeriğini, akışını, onları nasıl bir dille ve kurguya ifade etsem daha iyi olacağını düşünüyorum. Yazmaya değer bir fikrim olduğunda diğer tüm kaygılar buharlaşıyor.
– 2002 yılında yayımlanan ilk romanınız Romantik Korku’dan, 2017 yılında yayımlanan Uyku Sersemi romanınıza, yani 17 yılda Hakan Bıçakcı’daki farklar neler? Neleri fark ettiniz, nelerden vazgeçtiniz? Bu soruyu kitaplarınızdaki değişim (anlatımdaki değişim, dildeki değişim, kurgudaki değişim) üzerinden yanıtlarsanız sevinirim. Çünkü bir yazarın kişisel değişimlerinin anlatıma, dile, kurguya yani kitaplarına birebir yansıdığını savunurum hep. Ne dersiniz?
H.B.: Öncelikle şöyle bir tespitim var. İlk dönem yazdıklarımda başka romanların ve filmlerin etkisi daha baskın. Franz Kafka’nın atmosferinin, David Lynch’in aşırılıklarının ve tuhaflıklarının etkisi epey belirgin. Son dönem yazdıklarımdaysa etrafımda olup bitenlerin yani sokağın etkisi daha ağır basıyor. Bunlardan hangisi iyidir hangisi kötüdür bilemiyorum. Sadece böyle bir gözlemim var kendimle ilgili. Üslup olaraksa daha az yorum yapan bir metin, daha sade bir dil kullanıyorum diyebilirim. En azından buna gayret ediyorum.
– 2019 yılı itibariyle 6 roman; biri resimli olmak üzere üç öykü kitabı. Korku, huzursuzluk, tekinsizlik… Kitaplarınıza baktığımızda bu duyguların hakim kılındığı kurgularla yazıyorsunuz. Sizi yazma konusunda, yazı masasına oturtan tetikleyici unsurlar neler? Korku, huzursuzluk, tekinsizlik… Bu duygular bir belirsizlik olduğunda, kontrol altında olmayan şeyler söz konusu olduğunda ortaya çıkıyor. Hakan Bıçakcı için (Onu yazı masasına oturtacak kadar) belirsiz olan şey/şeyler neler?
H.B.: Belirsizlikler çok önemli. Çok kafa yorduğum bir konu. Yani yazar olarak belirsizliklerim konusunda çok netim. Anlatıda bilinçli olarak boşluklar bırakmayı, belirsiz durumlar yaratmayı ve her şeyi açıklığa kavuşturmamaya gayret ediyorum. Her muammayı tek tek açıklamama taraftarıyım.
– “Bittiğinde korku, huzursuzluk, tekinsizlik, belirsizlik ortadan tamamen kalktı ve çok rahatladım.” diyebileceğiniz bir kitabınız (ya da birkaç tane de olabilir) var mı? Bu bağlamda korkunun, huzursuzluğun, tekinsizliğin sizin için tanımı, duygusu ne?
H.B.: Tüm kitaplar bittiğinde çok rahatlıyorum. Ama bunun nedeni gerilim türünde anlatılar olmaları değil. Kafamdakileri en iyi şekilde kâğıda dökme uğraşının stresi ve gerginliği.
– Şehir hayatında yaşayan insanları ve tabii ki şehir hayatını yazıyorsunuz. Daha iyi olmak için kurgulanmış şehir hayatı, insanların korkusu ve kabusu haline dönüşüyor. Tüm bu gerilim, korku, huzursuzluk temalı kitapları yazan Hakan Bıçakcı’nın ben de yarattığı izlenim stressiz, sakin, kendi halinde bir adam oluşu. Daha kolay ve iyi yaşam vaat eden şehir hayatının dönüştüğü stresli yaşamla, sizin gibi sakin görünümlü bir insanın yazdığı huzursuzluk verici ve tamamı şehirde geçen kitaplar tezadın dönüştürücülüğü açısından çok önemli. Ne dersiniz?
H.B.: Doğru çünkü yazdıklarım zihnimin bir yansıması, kişiliğimin değil. Kafamda dönenlerle, dışarıdan göründüğüm şey arasında da ciddi farklılıklar var. Ben kurmacacıyım. Yani bizzat yaşadıklarımla, kişisel görüşlerimle, anılarımla pek işim yok. Yani hayatımı yazsam roman olmaz.
– Aslında edebiyatın hayatı, ne yaşarsak yaşayalım yaşadıklarımızı ters düz edip dönüştürebilme gücü muazzam. Buna teknik anlamda ‘kurgu’ deniyor ama içsel korkularımızı, endişelerimizi, huzursuzluğumuzu sanat dalları arasında en iyi edebiyat vasıtasıyla dönüştürebiliyoruz. Katılır mısınız?
H.B.: Katılırım. Edebiyatın belirsizlikleri kaldırma gücü çok yüksek. Soyutlamaya çok açık bir sanat. Zaman kavramını eğip bükme, zaman-mekân ilişkisini kırma gücü sınırsız.
– Hemen akabinde sanatın dönüştürebilir gücünden bahsetmişken sinema ile olan bağınızı da sormak isterim size. Sinemanın Hakan Bıçakcı üzerindeki etkisi ne?
H.B.: Sanırım en az edebiyat kadar büyük bir etkisi var bende sinemanın. Beni hayal kurmaya, hikâyelere, kurmacaya yakınlaştıran ilk disiplin edebiyat oldu aslında, sinema daha sonradan devreye girdi. Ancak beni yazmaya itmesi açısından da sinemanın etkisi büyük. Edebiyat beni sarstı ve okuduğum büyük eserler, yazma konusunda gözümü korkuttu. Bana yazma konusunda cesaret verense filmler oldu diyebilirim.
– Edebiyat ile sinema birbirini en çok etkileyen, birbirinin alanına en çok girip, birbirinden en çok beslenen disiplinler. Çok iyi bir film izlemek, çok iyi bir kitap okumayla eş değer. Zihnimizi, hayal dünyamızı beyazperde üzerinde görebildiğimiz için mi sinema bizi bu denli etkiliyor?
H.B.: Sinemanın edebiyat kadar etkileyici olabileceğine katılıyorum. Teorik açıdan büyük farkları var tabii ama kahramanın giriş-gelişme-sonuç yapısıyla ilerleyen, bir doruğa doğru yükselen yolculuğunu anlatmaları açısından benzerler. İkisi de bize beden dışına çıkma deneyimi yaşatıyor sonra. Okurken hayal gücü daha çok çalışıyor kuşkusuz ancak sinemanın da rüya görme deneyimine daha yakın bir etkisi var sanki.
– Kitaplarınızın sinema filmi veya bir dizi projesi olmasına nasıl bakıyorsunuz? Bildiğim kadarıyla bu tarz projeleriniz oldu geçtiğimiz yıllarda. Mesela Uyku Sersemi kitabınızı bambaşka bir senaryoyla size getirseler ne dersiniz?
H.B.: Film diliyle romanın dili çok farklı. Roman içsel çatışma üzerine kurulu, zihinsel bir anlatı genellikle. Filmse daha dışsal çatışmalar üzerine kurulu ve doğası gereği daha fiziksel. Filmde içsel ve zihinsel olanlarsa alt metin olarak karşımıza çıkar genellikle. Bu nedenle roman senaryoya dönüşürken epey bir değişmeli diye düşünenlerdenim. Bu kendi romanlarım için de geçerli bir düşünce tabii.
– Yeni öyküler veya yeni bir roman okuyacak mıyız Hakan Bıçakcı’dan önümüzdeki yıl? Yeni çalışmalarınız olacak mı?
H.B.: Sırada yeni öykü kitabı var. Bu yıl bitmeden, İletişim Yayınları’ndan çıkacak bir terslik olmazsa.
Aynur Kulak