Bir küçüğün, büyük sorusu: İnsan nasıl oluştu?
Biz insanlara yeryüzündeki yaşamın tesadüfen oluştuğu öğretiliyor. Duygusal, zihinsel ve manevi kapasiteye sahip olan insanlara, gerçekleşme olasılığı çok düşük olan bir tesadüfî olay sonucunda evrimle var olduğumuz söylenir. Mukaddes kitap ise insanları Tanrı’nın yarattığını söyler. Geçmiş yüzyıllar incelendiğinde insanoğlunun ortaya çıkışı ile birlikte sanat eserleri de varlığını göstermeye başladığını görmekteyiz.
Sanat anlayışı ve eserleri toplumdan topluma ve kişiden kişiye farklılık gösterir, çünkü sanat özünde öznel bir kavramdır. Sanat sadece bireysel olarak değil, toplumsal olarak da bir kendini ifade etme aracıdır. Sanattan uzak olan bir toplum kendini geliştiremez. Sanat insan aklının ve hayal gücünün ürünüdür. İnsan nasıl duymaya düşünmeye başladığı andan itibaren duygularını ve düşüncelerini sesler çizgiler ve renklerle canlı ve cansız simgeler halinde şekillendirmeye başladığı andan itibaren gerçekten kendi sahnesine çıkmış olur. Sanat, çeşitli öğretiler, mantık ve felsefe gibi insanı günlük hayatın dar kalıplarından kurtaran ve bir eğlendinlen alanı gibidir.
Peki Din ?
Yeryüzündeki en eski manevi kurum dindir.
Bazı insanlar dinin, Tanrı’nın kendisine ibadet etmemiz için gösterdiği yol olduğuna inanıyor. Bazılarıysa, insanlar tarafından çıkarılmış bir kavram olduğuna. Her olguda olduğu gibi resmi genel hatlarıyla algılamak için genellemeler yapalım ve soralım insan neye ihtiyaç duyar diye?
‘’Yavaş yavaş yaban çağından, mağara çağından sıyrılıp kurtulmaya başlayan ilk insanlar güneş, yağmur, gök gürültüsü, orman, yaban hayvanları, sıcak, soğuk gibi sevdirici, ya da korkutucu birçok olaylarla karşılaşmışlar; korktuklarına yaranmak, nimetlerini gördüklerine minnetlerini göstermek istemişler, bu duygu, düşünce ve davranışlardan din ve din kuralları doğmuştur. İlkel topluluklarda din önderleri, çoğu zaman, kabilelerin büyücüleri olmuştur. Din adamı, büyücü, aynı zamanda kabilenin hekimliğini de ediyordu.
Bu gibi kimseler biri hastalanınca onu iyileştirmek için kutsal kuvvetlere, cinlere, tanrılara başvurur, birtakım hareketler yapar, ahenkli homurdanmalarda bulunurlardı.
Bu çeşit hareketlerle ahenkli seslenişlerin dansı, müziği meydana getirmiş, sevilen, ya da korkulan şeylerin benzerlerinin çizilmeye başlanması da resmi doğurmuştur. Totemcilik de heykel sanatının doğuşuna yardımcı olmuştur. Biraz gelişmiş uygarlaşmış topluluklarda bu davranışın daha yaygın olduğunu görmekteyiz.’’ (Gurur, 2013)
Din olgusu aslında ilk çıktığı zamanlarda tam bir hayal gücünün ve yaratıcılığın ürünüdür. İnsanın hayatta kalmak için zekâsını da kullanıp yaptığı soyutlama becerisinin ürünüdür ve soyutlama becerisi gelişmiş bir zekâ gerektirir.
Sanat, bireyin yaşamının hemen hemen her anında onun ayrılmaz bir parçasıdır denilebilir. Çünkü “insanlar her nereye bakarlarsa baksınlar sanat ve tasarım çalışmalarını görebilirler. Sanat biçimleri ve tasarım ürünleri hemen her gün insanlara, kullandıkları bir sabah kahvaltısı tabağında, elbiselerinde, mobilyalarında, sofra takımlarında görünür”. Bu durum sanatın birey açısından ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Sanat ve buna bağlı olarak sanat eserlerinin, bireyin yaşamında işlevsel yönü olduğu kadar biçimi, renkleri vb. gibi diğer özellikleri ile insanın estetik yönünün bir yansımasıdır. Çünkü estetik tavır alan, müzik dinleyen, film izleyen, tiyatro veya bir tabloyu seyreden kişi için, o anda ilgilendiği herhangi başka bir şey, bir konu söz konusu değildir. Bütün öz benliği ile ilgilendiği şey, o sanat yapıtının varlığına yönelmiş olmasıdır. Birey estetik tavır alırken hayal dünyasına dalar ve o eserde kendinden bir şeyler bulur ve onunla özdeşleşir. Doğal olarak bireyin sanatsal tercihleri bir anlamda onun kişiliğini de yansıtır. Sanat, insana estetik haz verip, insanı eğlendirerek onun oyalanmasını ve yaşam dersi vermesini sağlar. Bu anlamda sanatın, insanların ruhlarını yaşamın karanlıklarından kurtarıp, gerçek yaşamdan daha üstün olan ideal bir yaşam için hazırladığı söylenebilir.
Tekin Kaya