Hüsnü Arkan‘ın yeni albümü Kırk Yıl Sonra / Şiirlerden Şarkılar, geçtiğimiz günlerde dijital platformlarda paylaşılmış, ertesi gün ise lansman konseri gerçekleşmişti. Hüsnü Arkan’a eşlik eden isim ise piyanist Dengin Ceyhan. İki sanatçının uyumu ve enerjisi yüksek; bu, dinleyiciye de yansıyor.
Albüme ismini veren kırk yıl, belki de en dikkat çekici kısım. Ancak Şiirlerden Şarkılar’a gelmeden önce söylemek istediklerim var.
Hüsnü Arkan, besteciliğinin yanı sıra şarkı sözü yazmasıyla da adından söz ettiriyor ki pek çok şarkısının sözleri de kendisine ait. Fakat onu asıl farklı kılan, şarkılarının şiire yakınlığı. Bunun aynı zamanda yazarlığından, şiirle haşır neşirliğinden kaynaklandığını düşünüyorum. Hüsnü Arkan şair olmadığını söylüyor fakat yazıyor, çok iyi bir şiir okuyucusu ve araştırıcısı olduğunu dile getiriyor. Dinleyicisini asıl saran hava bu olsa gerek.
Arkan’ın edebiyata ilgisi epey eskiye, çocukluğuna dayanıyor; küçük yaşlarda günlük gazete çıkarma merakında olduğunu ve yazmaya başladığını dile getiriyor. Zaman içinde bu merak “kendiliğinden gelişmiş bir varoluş biçimi” olarak adlandırdığı siyasetin içinde olmanın etkisiyle biçimleniyor, gelişiyor ve böylece kaleme aldığı hemen hemen her eserinde karşımıza çıkıyor. Romanlarında dünya görüşünü çembere alan bir kurgu görüyoruz. Çemberin merkezine insanı koyuyor ve sanat böylece kendini gösteriyor, didaktik bir üsluptan uzak, yazınsal bir dil ile… Müzik, burada devreye giriyor. Hüsnü Arkan, yaptığı şarkıların, okuduğu şiirlerin roman yazmasına katkı sağladığını söylüyor. Edebiyatta müzikten besleniyor. Fakat yukarıda da söylediğim gibi, şarkı sözlerine baktığımızda bu beslenmenin karşılıklı olduğunu belirtmek yanlış olmaz kanımca.
Şiirlerden Şarkılar’a geldiğimizde de edebiyata ve şiire ilgisinin geçmişe dayandığını görüyoruz. Hüsnü Arkan bu sefer pek çoğumuzun bildiği, okuduğu şairlerin şiirlerinden bestelerle karşımızda. Bu besteler kırk yıl öncesinde, yani Arkan yirmili yaşlarındayken yapılmış, dolayısıyla da seçilmiş. Bu, bize Hüsnü Arkan’ın genç yaşlarında okuduklarından, etkilendiklerinden de ipucu veriyor. Albümde on üç şarkı var. Orhan Veli’den üç, Ataol Behramoğlu’ndan iki, Nazım Hikmet’ten, Can Yücel’den, Muzaffer İlhan Erdost’tan, İsmail Uyaroğlu’ndan, Necati Cumalı’dan, Cahit Sıtkı Tarancı’dan ve Bertolt Brecht’ten bir şiir. Hepsi topluma mal olmuş şairler ve şiirleri. Bestelemek, şarkısını yapmak oldukça cesaret isteyen bir iş. Çünkü şiirin herkeste bıraktığı tat farklı, her birimizin hissettiği ayrı olabiliyor. Bestede şiirin bıraktığı ortak lezzeti tutturmak zor. Şairin vermek istediğinden apayrı bir şey verme tehlikesi de cabası. Hüsnü Arkan tüm bu tehlikeleri bertaraf ediyor. Besteleri, şiirin anlamından uzaklaştırmıyor, dinleyiciyi bir noktada, benzer duygularda buluşturuyor; şiirler ve şarkıları farklı yerlere savrulmuyor, biz de savrulmuyoruz.
Albümün on üç şarkıdan oluştuğunu söylemiştim; on üç şarkının on ikisi şiirler, biri ise Hüsnü Arkan’ın 2011 yılında tekli olarak çıkardığı şarkısı, Beş Mayıs. Beş Mayıs, Deniz’e, Denizler’e yakılan en güzel şarkılardan. Aynı zamanda, Hüsnü Arkan’ın o döneme dair yazdığı romana, Mino’nun Siyah Gülü’ne bir ek.
Konserde Beş Mayıs’a giriş Dengin Ceyhan’ın yorumladığı Rodrigo’nun Gitar Konçertosu’yla yapılıyor; Ceyhan’ın yorumu oldukça özgün, Beş Mayıs’a bağlamı çok başarılı. Deniz’i, Denizler’i anmak ise salonda bir alkış tufanını yaratıyor. Hüsnü Arkan, Beş Mayıs’ı albümün son şarkısı seçmiş, ben de yazıyı Beş Mayıs’la bitirmek istiyorum. Öncesinde elbette albümü dinlemenizi, konseri yakalarsanız kaçırmamanızı öneriyorum.
Deniz’i sonsuzlaya sonsuzlaya bahara doğru…
“Beni eski sokaklardan bir ses çağırıyor
Gidince kaybedecek bişey kalmıyor
Bu güller var ya bu güller bu bahar akşamında
Ben bu gece mayısın beşiyim”