Hiç toplumun süregelen akışkanlığına doğru kapılmış buldunuz mu kendinizi?.. Peki n’aptınız?
Hoşunuza mı gitti (ki aslında bu, sizi de toplumun o düşünmeden hareket edip, çoğunluğu oluşturan genelinden kılar)?
Boyun mu eğdiniz peki? Bu ihtimal en can acıtan olanı belki; sizin için başka başka yollar olduğunu bilmek ve buna rağmen size dayatılana katlanmak durumunda kalmış olmak cesaretsizliği.
Yoksa yoksa kendi yolunuzu tüm karşı çıkmalara rağmen çizebildiniz mi? Zorluğuna, süründürmesine rağmen bu benim hayatım dediğiniz, yaşamınıza sahip çıkabildiğinizi hissettiğiniz için bile olsa mutluluğa ulaşan hayat yolu bu şıkla olabilir mi? Süreçteki yıpranma payınız mutluluk hanenize mi yazılır; yoksa yorucu bir mutsuzluk haneniz mi olur en kocamanından?
Doğru, tüm bunların hiçbiri değil belki. Belki de hepsi…
Mesela hepsi şıkkı üzerinden gidersek; biraz akışına bırakıp, biraz da boyun eğerek son şıkkı da ihmal etmeden ama… kendi hayatımızın yönünü çizmek, çevre ve toplumu da mutlu ederek bizi kabul etmelerini sağlamak mümkün mü? Bu karışımdan oluşan bir hayat en idealidir, diyebilir miyiz? Ne yardan ne serden vazgeçmek zorunda kalmamak ve mutluluğa bu şekilde ulaşmak ne derece gerçekçi? Peki, gerçek ne ve kime göre o gerçek; siz mutluyken başkası siz kaynaklı mutsuz olursa, sizin mutluluğunuzun gölgesinin bedelini kim öder ya da tam tersi?.. Neye göre tam, neye göre sorunsuz ve koşulsuz mutlu olacağız? İlla olmalı mıyız ya da? Aranarak bulunan bir şey mi; yoksa aramayı bırakınca, içine düştüğümüz mü bu mutluluk denen şey? Bir süreç mi, hatta bir son mu?..
Peki, mutluluğa bu kadar kafa yorulan bu çağda, çoğunluğun inadına mutsuz ve tatminsiz oluşu nedendir; hiç düşündünüz mü? O hedeflenen ideal yaşam formuna ulaşmak için çıkılan yolda, mutsuzluklar patikasından kestirme bir yol varmışçasına oradan gidildiği hissi sarmıyor mu sizi de? Hem ideal nedir ki?.. İstediklerimizi elde edebilme uğruna durmadan uğraşıp didinmelerimiz midir; veya elde ettiğimize emin olduğumuz bir sonuç mudur ideal?.. Pekiii, ya o sonun hiç olmadığını fark edersek; o zaman n’olacak?!
Tüm bu sorgu ve sorgulamalar nereden çıktı derseniz; “Hafif Zehirli Mandallardan Kafası Güzel Çamaşırlar” giydi beynim.
Evet evet, ta kendisi; beynim… Zira size adı tam da bu olan ve Kenan Yaşar kaleminden çıkma kitabın bende bıraktığı hisler ve sorgulamalar üzerine yazıyorum bu satırları.
Bilen bilir; ben ne bir müziği, ne film ve / veya diziyi, ne bir mekânı, ne kitabı…
yazdığım hiçbir şeyi tanıtmak için yazmam. Bende bıraktığı bir izi kalıcı kılmak, beni yazmaya iter ve bendeki hissi anlatmaya çalıştıkça, yazdığım konuyu da yeniden keşfederim. Yazının sonuna geldiğimde, tahminimden farklı yerlerde son bulur zihnimin yolculuğu ve bunu severim.
Kitap da böyle biraz… Bir şeyi size zihninizde canlandırırken, bambaşka bir şeyi sorgular ve diğer bir konuyu da düşünür buluyorsunuz okurken.
Aynı anda tüm algılarınızın çalıştığını düşünün; böyle bir kitap bu satırlarda anlatmaya çalıştığım.
Hafif Zehirli Mandallardan Kafası Güzel Çamaşırlar; içsel hatırat tadında kekremsi kelimelerle bezenen düşünce yoğunluğu ile tam bir gerçeklik aynası kendimize, yaşama, her şeye…
Ruhun resmen düşünle birlikte tercümanı olmuş, her şeyle hesaplaşmaya çalışan bir farkındalık analizi.
Kitabın yazım dili Küçük İskender’e ufaktan dokunsa da, ondan daha aydınlık bir stili var. Okurken kelimelere ayrı takılıyorsunuz, yazılanı zihinde canlandırırken konunun genel bütününe ayrı…
Bölümlerdeki çeşitli anlamsal zenginlikler ve kara mizahın getirdiği düşünsel fırtınanın yarattığı çoklu çağrışımlar nedeni ile bazen düşüne daldığım, çeşitli anlamların hepsine tek tek girip çıktığım, hatta bazen tekrar tekrar okuyup aklıma değil belki ama -çünkü akıl unutkandır- ruhuma kazıdığım ve bundan keyif aldığım doğru. Hatta muhtemelen birkaç sene sonrasının kafasıyla tekrar okuduğumda, çok daha farklı anlamlar çıkaracağıma, ruhumun kazınan noktalarına ekler yapacağıma emin olduğum; okuyana yazarın kendinden sunarken, okuyanı da içine alması bakımından yaşamsal anlam kazandıran bir yazım dili.
Yazarın da kitabın sonunda değindiği üzere; artık ondan çıkmış ve okuyanın olmuşsa yazılanlar -ki katılıyorum yazarın bu fikrine-, onun satırlarından okuyanın bilinçaltına bir köprü inşa edilmiştir artık; ve o köprü size farklı bilinçleri uyandıracak beyninizde yeni gri hücreler eşliğinde farkındalık yaratacak bir yol olacaktır, ki çoğu kez hayatın hoşunuza gitmeyip kendinize bile sakladığınız yerlerinden süreceksiniz kelimeler yolunda zihninizi. (Bende tam da böyle oldu oradan biliyorum.)
Kelimelerin sihri var ve Kenan Yaşar bunu en iyi kullanan sihirbazlardan.
ve yazımı bir İLETİŞİMCİ olarak kitaptan iletişen bir alıntı ile noktalıyorum:
“…Yetmişlerde “Savaşmayın Sevişin!” yerine, “Savaşmayın İletişin!” denebilseydi, sevişmek son derece doğal ve de süper ötesi bir edim olarak iletişim dizgesi içindeki yerini alacak, orgazm çığlıkları arasında bağırtıla bağırtıla eriyip gitmekten kurtulacaktı.”
Yazar | Kenan Yaşar |
Yayınevi | Arion Yayınevi |
Yayın Tarihi | Ocak 2017 |
Türü | Eleştiri |
Sayfa Sayısı | 254 |