Hiçbir yere ait hissetmiyor olmam ile ilgili bulduğum ve bulamadığım bir sürü cevap var hala. Nerelisin sorusuna bile duraksamadan, farklı cümleler kurmadan, herhangi bir şehrin cevabını rahatlıkla veremiyor olmam düşündürüyor beni. Karışık deyip işin içinden çıkıyor olmak ya da bazı küçük notlarla konuyu kapatıyor olmak bu zamana kadar hiç sorgulatmamıştı bana bu konuyu. Fakat özellikle son dönemde insanların doğdukları toprakları kaybettiğinde yaşadığı acıları gördükçe, yaralarını hissettikçe, kendilerini ait hissettikleri yerlerin yok olması ile ilgili duygularını duydukça hangi şehre ne olursa ben bunu hissederdim diye düşünüp cevap bulamamak huzursuz hissettirdi belki de. Herhangi bir şehre, adrese o kadar ait olmadığımı düşünüyorum ki, düşündükçe içimde büyüyor bu his. Bir ortada kalmışlık duygusunu tetikliyor bir yere ait olamamak, aidiyet hissedememek. Fakat çoğu kişiye göre daha özgür bir ortada kalmışlık, daha özgür bir eksiklik. Hangi ortada kalacağıma karar verebildiğim bir aidiyetsizlik. Belki de tüm ilişkilerimde, günlük yaşamımda bu duyguyu aradığım ve gidermeye çalıştığım için sürekli eksik hissediyorum. O aidiyet ile kuvvetlenecek güven hissini yoğun yaşama isteğim doğal akışı bozuyor bazen bazı ilişkilerimde ya da bazen tam tersi daha da kuvvetlendiriyor. Aynı organizasyona ve değerlere aidiyet duygusunu paylaştığım için o zamanlarda kurduğum ilişkilerim bu kadar sağlam oldu belki de mesela. Romantik ilişkilerimde de bunun savaşını veriyorum yüksek ihtimalle ve sanırım artık herhangi bir savaş vermek istemiyorum.
Düşündüğümde ait olmak istediğim bir yer ya da kişi yok ama ben bu bilmediğim duyguyu arıyorum. Sanki tam hissettiğimde bunu anlayacakmışım gibi tarif edemediğim bir his var içimde ve belki de çoktan ulaştım fakat anlayamıyorum. Bilmediğim bir hissin peşinden koşup duruyorum ve ne bulacağımı asla kestiremiyorum. Ve sanırım bu bilmeme halime heyecanlanıyorum. Biraz tamamlandığımı düşündüğüm herhangi bir durum olduğu an belki de bu yüzden gidemiyorum. İş yeri, ilişki, ev ne olursa olsun, o eksikliğin biraz dolduğunu hissettiğim an başlıyor içimde bir kaos. Self-sabotage (kendi kendini sabote etme) oluyor bu yaptığım artık, kendi içimi bulandırıyorum. Yarattığım kaostan çıkamıyorum, düşüncelerimden gidemiyorum, insanlardan gidemiyorum. Hem çok eksik hem de boğazıma kadar dolu hissediyorum. Bazı insanlardan geç kalmadan gidebilmiş olmak, bazı insanlardan da hiç gitmemek istiyorum. Tertemiz geride bıraktıklarım da var, kendimle inanılmaz gurur duyuyorum.
Gidebilen ve gidemeyen insanlar diye bir ayrım varmış, gitmeyi tercih edebilen ve edemeyen. Dinlediğim bir podcast’te sürekli gidenlerin konuşulduğunu ama biraz da gidemeyenlerin konuşulması gerektiğini söyledi birisi. O andan beri aslında kurcalıyor bu konu kafamı, konuşulmayan gidemeyenlerden olmayı tercih ettiğimi düşünüp duruyorum. Kendimi çok cesur görürüm, dışarıdan çok gamsız görünürüm ama belki de cesaret edebildiğim şey gidemeyen olmak. Belki de ben gitmedim, denedim diyebiliyor olmak beni iyileştiriyor, cesaret veriyor. Elimden gelen her şeyi sonuna kadar yaptığımı bilmek bana huzur veriyor belki de. Bilmiyorum bunun gidememekle bir alakası var mı ama, eğer kalsaydım ne olurdu dememek benim için bir kurtuluş gibi. Ya da bazen bir zafer. Çünkü kalsaydım ne olacağını hep biliyordum ve çabaladım. Hatta bazen sonuçlarının beni mutlu etmeyeceğinden emin olduğum durumlarda bile çabaladım, yaralandım. Zamanında siktir git deseydim yaralarım hafifler miydi emin değilim. Birilerinden de doğru zamanda gidemiyor olmam gösteriyor bana zaten gitmekle olan derdimi. Kalan olmak bazı şeyleri kolaylaştırıyor belki de benim için. Gittiğimde belki kendi alacağım kararın arkasında durmaktan korkuyorum. Ama biliyorum ki gitseydim, ardımda bırakacağım en küçük pişmanlık bile beni ömrümün sonuna kadar yerdi. Belki de bir yerlerden gidebilmem için o pişmanlıkların beni yemesi gerekliydi.
Meğer benim de bazı gidemediğim yerler ve anlar varmış. İnsan hiç beklemediği zamanlarda çıktığı yolların çok da ihtiyacı olduğu bir yolculuk olduğunu anlayamayabiliyormuş. İzmir’e gitmeye ihtiyacım olduğunu gidene kadar ben de anlayamamışım. Ya da bazı zamanların, bazı yerlere geri gitmelerin insanın ruhunu iyileştireceğini bilememişim. Ben belki de İzmir’den hiç gidememişim, Viyana’ya hiç gitmemişim ve şimdi çok da kalmak istemiyor olmama rağmen İstanbul’dan gidemiyorum. Kendimi bir yerlere ait hissedemiyor olmamın sebebi acaba bulunduğum yerlerden gidememek ve yenilerini kabul edememek mi diye de soruyorum. Hayatımın büyük çoğunluğunu Gebze’de geçirmiş olmama rağmen kendimi en çok Gebze’de yabancı hissediyorum. Yıllardır rüyalarıma giren o yere ise hala daha gidemiyorum. Dönüp bakınca gidemediğim adresler, mekanlar olmuş, ben hep konfor alanımdan çıkamıyorum demişim. Oysa gidemediklerimden gelemediğim için bazı yerleri hep dışarıdan izlemişim.
Mesela hiç kimseyle son konuşmamın kötü olmamasına sarf ettiğim çaba da bunu geri alamayacak olmaktan korkmak ve geri döndürülemeyecek şeyler biriktirmeye cesaretimin olmaması mı? Yoksa bak yine de iyi bırakıyorum bu konuyu, sen gidiyorsun ama ben bazı şeyleri hala iyi saklıyorum diyebilmek için miydi bunca zaman bu çabam? Ben gerçekten kötü sonlar mı biriktirmemeye çalışıyorum yoksa bazı konuşmalardan bile gidemiyor muyum? Halbuki bitmesini istemediğim bazı konuşmalardan da gitmek zorunda kalıyorum. Bir gün kendimi eksik hissetmediğim bir yerden gitmemeyi iple çekiyorum.
Bir süredir gidemediğim yerlerde aradıklarım, kaldığım yerlerde kaybolduklarım var gibi hissediyor olmak yazdırdı bana bu defa. Nerede dursam, kendimi nerede bıraksam eksik hissetmeyeceğimi anlayamıyorum. Gözlerimi kapattığımda gördüğüm dünyanın karşılığının neresi olduğunu henüz ben bile tanımlayamıyorum. Bu ülkeye dair hislerim biraz olsun değişecek mi acaba diye beklerken, artık bu ülkenin de benim olduğunu düşünmüyorum. Hatta karşımdaki kişi apolitik olduğunu söylediği an hesabı ödeyip oradan gidebiliyorum.
Bir yazımda bu denli çıplak belki de ilk defa hissediyorum. En azından bu defa kendi çıplaklığımdan gidebilmek istiyorum. Hatta yıllar önce yazdığım bir yazımda uluorta bahsi geçen birisiyle yazılarımda kendimi çıplak hissettiğimi o kadar rahat konuştum ki, bu cümleleri, o cümleleri okuma ihtimaline olan kayıtsızlığım beni bile şaşırttı. Sanırım artık ruhumun çıplaklığıyla barışıyorum ve üstümdeki bazı yüklerden gidebiliyorum. Sen ölmekten değil, yaşamaktan korkuyorsun, bu şekilde anı yaşayamazsın diyen Özkan Bey’e de selamlarımı iletiyorum.
Gizay Tabanlıoğlu
Denemek lazım