Versus Art Project, sanatçı Yelta Köm’ün gelecekten bir arkeolojik alan inşa ettiği, fotoğraf, video, metin, heykel gibi farklı mecraları kullanarak ürettiği işlerinden oluşan ‘her şey tanıdık, her şey yabancı’ adlı sergisine ev sahipliği yapıyor. Ulya Soley’in küratörlüğündeki sergideki işler geçmiş ve gelecek arasında kurduğu bağ ile kimi zaman bulanık, tekinsiz, muğlak, kimi zaman da berrak bir duygu yaratıyor izleyicide. Yelta Köm ile sanat pratiği üstüne konuştuk. Sergi Versus Art Project’te 30 Nisan tarihine dek görülebilir.
Ulya Soley küratörlüğünde Versus Art Project’te devam eden ”her şey tanıdık, her şey yabancı” ilk solo serginiz. Mimari, arkeoloji, fotoğraf, video, metin gibi farklı disiplinlerden oluşan bu sergi fikri nasıl oluştu?
Yelta Köm: ”her şey tanıdık, her şey yabancı”, gelecekten bir arkeolojik alan sunuyor. Bu alanı sunarken bir yandan farklı gelecek olasılıklarını göstermeye çalışıyor. Bu alan toprağın içinde açılmış bir glitch gibi, sergide karşılaşılan işler ve objelerin hem tanıdık hem de yabancı bir hali var. Bir tekinsizlik hali ama aynı zamanda rahatlatan da bir hal, aynı geleceği düşünmek gibi.
Sergi mekânında sanatseverleri Kazara Gerçek adlı çalışmanız karşılıyor. 2019 yılında Etna Yanardağı’ndan alınmış taşların üzerine kurşun döküldükten termal kamera ile çekilen görüntüleri izliyoruz. Kazara Gerçek işinizi kurgularken nelerden esinlendiniz?
Y.K.: Taş metaforu, bugünün dünyasında çalışan birçok sanatçı gibi ilgi alanlarımdan biri. Taşın hafızasının tarihsel olarak toprak gibi olduğunu düşünüyorum. Bir yandan en ilkeli hatırlatırken bir yandan da zamana karşı bir karşı koyuş gibi. Sergide görülen taşlar Etna’dan topladıklarım ama başka yerlerde başka yerlerden de olabilir. Taşın şekillendirdiği medeniyet dediğimiz, çoğu zaman başka hayallerin üzerine kurulan kırılganlardan oluşuyor. Sergide izleyiciyi karşılayan ilk taşın, yabancılaşma anını yaşatarak steril bir labrotuvar hissi vermesini amaçladım. Üzerine döktüğüm kurşun da başka bir malzemenin hafızasının yeniden kurulup şekillenmesi ve analitik olanın bir bozumu.
Sergide kurguladığınız bir arkeolojik alan yaratıyorsunuz. Geçmiş ile gelecek arasında yeni bir dil, tarih yazımı inşa ettiğiniz görüyoruz. Bütün bunlara Antroposen Çağın izleri de diyebilir miyiz?
Y.K.: Antroposen içinde olduğumuz anı tanımlamak için kullandığımız bir terim, şüphesiz bu sergideki çoğu mesele de insanın bu dünyaya baktığı izlere bakıyor. Benim derdim daha çok bu izlerin nerelerde nasıl okunabileceği ve sadece insana ait olmadan nasıl çoğaltılabileceği.
Basın toplantısında şiir ve videonun hayatınızda önemli bir yer tuttuğunu söylediniz. Sergide de hemen her alanda metinler karşımıza çıkıyor. Hatta serginin başlığı da sizin bir şiirinizden oluşuyor. Sanat tarihimizde de pek çok şairin resimle ilişkisini biliyoruz. Sizin şairleriniz kimler, hangi akımlar sizin düşün dünyanızı etkiledi?
Y.K.: Birhan Keskin ile başlayabilirim, onun şiirlerindeki yalın ve derin dil beni hep etkilemiştir. Türkçe edebiyattan İkinci Yeni akımı, Tomris Uyar, Cemal Süreya, Turgut Uyar, o akımın aralarındaki her şeyin birbiriyle bir şekilde bağlı olduğunu hissetmek bir roman okumak gibi. Bunların dışında Herman Hesse, Rilke daha klasiklerden örnek olabilir. Günümüze yaklaştıkça ise Ocean Vuong ve June Jordan’ı sayabilirim.
Teknoloji-doğa ilişkisi sanat pratiğinizin odağını oluşturuyor. Gerçeklikle rüyalar, bilinç, bulanık bir düzlem… Teknoloji- çevre odağında nasıl bir gelecek hayal ediyorsunuz?
Y.K.: Serginin ve benim kurmak istediğim düzlem tam da dediğiniz gibi bulanıklık üzerine. Benim için gelecek bulanık ve sürprizlerle dolu bir karmaşık alan. Hayal ettiğim gelecekler de bunlar gibi biraz, bunlardan birisi teknoloji ve doğanın çok iyi çalıştığı örnek olabilir, bir başkası ise tamamen birbirine karşıt olduğu.
10 yıldır yaşadığınız Berlin’in sanatınıza katkısını nasıl yorumluyorsunuz?
Y.K.: Yaklaşık on senedir Berlin’de yaşasam da, bu şehirle göbekten kurulmuş bir ilişkim var. Ailemin misafir işçi olarak uzun yıllar önce geldiği bu şehre bir gün göç edeceğim çocukluğumdan beri belliydi. Benim için neredeyse bir geri dönüş oldu diyebilirim. Uzun süreli yaşamaya başladığımdan beri ise üretimimi, düşünce sistemimi, dünyamı değiştiren ve doğrudan etkileyen bir mesele. Şehirler, insanları değiştirir ve Berlin kimi zaman ne kadar içine kapanık olsa da alternatif bir dünya ütopyası olarak var oluyor. Aşklar yeniden tanımlanıyor, işler yeniden tanımlanıyor, anlamlar birbirinin içine geçiyor.
Herkes İçin Mimarlık adlı oluşumun kurucuları arasında yer alıyorsunuz. Nedir amacı bu oluşumun, neler yapıyorsunuz?
Y.K.: Herkes İçin Mimarlık kurulalı 10 sene oldu. Mimarlık yapmak istemeyip de hem akademinin dışında hem ofisin dışında ne yapabiliriz diye çıktığımız bir yoldu. Şu an dernekteki arkadaşlarım aktif olarak deprem bölgesinde yeni projeler için çalışıyorlar. Farklı alanlarda çalışan gönüllü öğrenciler ve profesyonellerin bir araya gelerek karşılaşılan sosyal sorunları ele alabilecekleri bir platform oluşturmak amacıyla bir araya gelindi. HiM, bu sorunları yaratıcı yollarla gündeme getirerek farkındalığı artırmayı ve mimarlık ve tasarım alanlarından çözüm yolları üretmeyi hedefliyor. Dernek, kentsel ve kırsal alanlarda, projelerin tasarım, planlama ve inşaat süreçlerinde eksikliği hissedilen katılımcı mekanizmaları teşvik etmeye çalışıyor.