Bugün sevdiğim bir gazeteci olan Gökçe Uygun bir twit attı, çarşı karıştı.
Ben de twit altına yazacaktım aslında ama baktım anlatmak istediklerimi twitter kıstasında kısa cümlelere sığdıramıyorum; o zaman yazı haline getireyim, hep birlikte okur, biraz daha konuyu irdeleriz diye düşündüm.
Önce sevgili Gökçe Uygun’un attığı twitini iletiyor ve kendimce yorumuma başlıyorum.
Sistemin bozulduğunu, haklı iki tarafı karşı karşıya getirmesinden anlarız aslında ve bugünkü durum da bence tam olarak bu.
Yazımın sonunda yazacağımı da en başta söyleyeyim: Ne gazeteci o kitabı almak zorunda ne de yazar kitabı temin etmek.
GAZETECİLİK DERSİ GİRİŞ KONULARI’ndan…
Gazeteci haberini sağlıklı yapabilmek için kaynağa ulaşmalı. Bunda hemfikiriz. Ama bu kaynağı sağlamak için kendi cebinden maddi bir bedel ödemeli mi, kesinlikle hayır. Peki kaynak için başvurulan yazar; haberim yapılsın diye kitabını gazeteciye ulaştırmalı mı; bence buna da kesinlikle hayır. Ki çoğu yazarın zaten böyle bir kitap stoğu olduğunu da zannetmiyorum. Ayrıca haber – söyleşi yapılması konusunu kendisi talep etmeyen bir yazar, böyle bir istek karşısında kekremsi de bir his yaşayacaktır. Çünkü bazı yazarlar kendi PR’ını yaparken, işe daha sanatsal bakanlar keşfedilmenin hazzını yaşamak ister. Belki basın alanında çok az yerde yer alır ama onun için önemli olan keşfedilmektir; çok ünlü bir yazarsa bile bu böyle, yeni kitabı fark edilerek tanınsın ister. Peki gazeteci kitabı kendi parasıyla almamalı ve yazar da kitabını vermemeli ise nerede tıkanıyoruz derseniz; sistemde tıkanıyoruz.
Biraz gazetecilik ve etik dersi gibi olacak ama; haberin iki türü vardır:
Haber olmasını gazeteci istediği için yapılan haber ve PR nedenli haber. Aslında etik olan ikinci tercihin aslı advertorial reklam olan “Reklam haber”in bu şekilde olduğunu okuyucunun da bilmesidir ama bu uzunca bir süre önce basın tarafından yazık ki terk edilmiş bir uygulama.
Haber kaynağına ulaşma konusunda da en sağlıklı sistem şöyle işlemeliydi aslında:
Gazeteci haber – röportaj yapmak istediği yazarı belirleyip, karşı taraftan da onayı aldıysa; kitap, gazetesi tarafından temin edilmeliydi. Ki gazeteci sorularını özgürce hazırlayabilsin. Eleştirel sorular da sorabilsin. Şimdi manzara şu: Gazete muhtemelen böyle masrafları karşılamıyor, gazeteci de bunu karşılamak zorunda değil, ki ayrıca gazetecinin her haberin kaynağını kendi cebinden karşılamasını beklemek, gelirini aşan bir hadsiz beklenti olurdu. Yazar da böyle bir talep ondan gelişmemişken niye versin kitabını, herkesin basına ve habere bakış açısı çok farklı derken bunun anlaşılmama nedeni de çok açık: PR’a yüklenen ve yazarlığını böyle destekleyen o kadar çok yazar(!) türedi ki, kitabını göndermeyen yazar göze batıyor artık.
Gazeteler nicedir böyle masraflara karışmıyor; oysa biliyoruz ki gazetenin kendi imkanıyla sağladığı döküman, kitap, vb. sağlıklı olan ve gerçek habere giden en kestirme yol. Çünkü haberi yapacak gazeteci de böylece kimseye karşı kendini borçlu hissetmez – bir yükü bulunmaz ve yaptığı haberinin mutlaka methiye ileten olması gerektiği gibi bir beklenti de oluşturmaz. Beğendiğine beğendim, beğenmediğine ise doyurucu bir eleştiri yazısı yazabilecek kadar tarafsız ve bağımsız olabilmenin yoludur bu.
Yani şöyle düşünelim: Yazar kitabı göndermeyi kabul etti, gazeteci de başladı okumaya… Kitabı beğenmediğinde ne olacak?
Yazarın, “Kitabı ben (!) gönderdim hakkımda güzel yazı çıkacak” beklentisi oluşurken, kitabı yazarından temin eden gazetecinin “Kitapta eleştirilecek çok şey var” deme özgürlüğü ne olur; bir düşünelim.
Özetle, kitabı yazarından aldığımız her haber olumlu olmak zorundaymış gibi ve bu da aslında advertorial reklam alanına girer. Advertorial reklam için bile yazarın kendisi değil; belki yazarın basın danışmanı ya da yayınevinin basına ulaştırmasıdır en sağlıklı yol.
“Etik” iletişim fakültelerinin olmazsa olmaz dersiydi bir zamanlar, hâlâ var mı bu ders bilmiyorum ama zaten dersi alanların da günümüzde çok azı uygulamada etik davranıyor. Gazeteci maddi açıdan sıkışmış, yazarların çoğu PR’a ayak uydurmuş.
Bağımsız olamadığı için hep öven yazılardan eleştiri yazısı görülmez olmuş…
Bakın size daha açık söyleyeyim:
Basından birinin eleştiri yazabilme özgürlüğü ilişki ağının olabildiğince az olması ile mümkün. Ya da tarafsız kalabilmesinin özü bu… Gazeteci çok ünlüyü de eleştirebilmeli, yenileri bulup sayfasına çıkarabilmeli. Hepsini ama hepsini eş-dost-çevre etkisi uzağında yapabilmelidir.
Bunu yazarsam şu sevinir ya da kırılır diye düşünüyorsanız üzgünüm ama medyacısınız ama gazeteci değilsiniz. Liyakat yok diye yönetimleri eleştirirken biz kendi idaremizdeki alanı liyakate uygun mu kullanıyoruz konusu bence en hassas nokta.
Konudan biraz dağıldım ama hemen toparlayarak yazımı bitirmeye çalışayım: Sevgili Gökçe’nin sorusuna yeniden dönecek olursam; 93’ten bu yana basının içinde yer alan, iletişim mezunu biri olarak bu konuda haksız yok, çarpık beklentiler ve imkansızlıklar var sevgili Gökçe diyebiliyorum. Yazık ki senden öncekilerin inşa ettiği, yıkmak için de imkânların yetmediği olanaksızlıklar zincirinin kurbanı bir gazeteci ve bir yazar gördüm ben twitinde.
Not: 1 – Burada konu o şekilde geliştiği için yazar ve gazeteci olarak ele aldığım yazımda yazar yerine haberinin yapılmasını isteyen tüm meslek gruplarını ekleyebilirsiniz: Müzisyen, ressam, oyuncu, yönetmen…
Not: 2 – Ayrıca basının özellikle son dönem artan bir diğer şikayeti; basınla nasıl ilişki kurulmalı, bülten dili, bültenin gönderiliş şekli, sonrası… Bunu da belki başka bir yazımda ele alırım.
Yazıma konu twite siz de yorum yazmak isterseniz Gökçe Uygun’un twitini de bırakıyorum:
Bir yazarla röportaj yapacaktım,tabii öncesinde kitabını okumam lazımdı o yüzden kendisinden rica ettim. ‘satın almanız gerek’ yanıtını verdi.
Neredeyse 20 yıldır gazetecilik yapıyorum, ilk kez böyle bir şeyle karşılaştım.? Buyurun tartışmaya. Sizce kim haklı?— Gökçe Uygun ? (@gkeuygun) December 2, 2022