Kendi şarkıları ve kişisel hesaplarından paylaştığı coverları ile tanıyıp sevdiğimiz Fatih Çölgeçen ile müziği, hayata bakışı ve hayalleri ile ilgili keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Sohbetimize katılmak isterseniz önce Fatih Çölgeçen’in son single çalışması “Deniz Parıltıya”yı da fonda dinlemeyi unutmayın. 😉
– Kısaca kendinizden bahsetmenizle başlayalım mı sohbetimize?
F.Ç: Aklı, fikri, yüreği müzikle dolup taşan genç bir şarkıcıyım. Üniversite eğitimim için İstanbul’a geldikten sonra burada yaşamaya devam ettim. Özel sektörde müzikten bağımsız bir işte çalışıyorum. Müziğe yeteri kadar zaman ayıramamak biraz üzüyor ama hayattayız, şarkı söylemek için halen ümit ve zaman var.
– Müzik, hayatınıza ilk ne zaman ve ne şekilde girdi?
F.Ç: Çocukluğumdan beri müziğe karşı, üzerine pek gitmediğim bir yeteneğim olduğunun farkındaydım. Müzik ile ciddi bir şekilde ilgilenmeyi hiçbir zaman düşünmüyordum ama hayat bazen siz farkında olmasanız da size küçük kadersel uyarılarda bulunmayı seviyor. Birkaç önemli anıdan sonra; evet, ben şarkı söylemeliyim dedim. Sonrası müzik ile ilgili kısmen ne istediğimi bilerek hareket etmemle gelişti. Üniversite 1. Sınıftayken çok değerli Kültür Kulübü’nün müzik topluluğu ile etkileşim kurmaya başlamıştım. Yılda birkaç kez konserlerimiz olurdu. Mikrofonu ilk defa okul konserinde elime almıştım. O günden sonra müziğe karşı hissettiğim tutku daha da büyüdü ve ruhumu ele geçirdi. Halen ilk günkü gibi heyecanlıyım, o tutku ve istek hiç azalmadı. Çok küçük yaşlardan itibaren edebi sayılabilecek metinler yazıyordum ve Müzik ile tanıştıktan sonra bu kabiliyetimi şarkı sözü yazmaya kanalize ettim ve sonrasında bu süreç beste yapmaya doğru ilerledi. Bazı değerli karşılaşmalar ile işler gittikçe derinleşmeye başladı. 2015 yılının son aylarında sevgili Emre Akbay ile tanışmamız, benim için oldukça öğretici ve bolca şey gözlemlediğim bir yolculuğu başlattı. Emre Akbay ile bir sabah tamamen doğal bir şekilde, “Taş Parçaları” isimli kıymetli Birhan Keskin şiirini besteledik. Taş Parçaları, benim ilk şarkımdı, ilk göz ağrımdı. Ne zaman dönüp dinlesem ne kadar hakiki bir şarkı yaratmışız diye şükrederim. Bir dönem Türk Sanat Müziği ile iç içe oldum. Korist ve solist olarak Türk musikisinden çok özel şarkıları yorumlama şansım oldu. Ayrıca Bahçeşehir Üniversitesi Stüdyosunda gerçekleşen albüm kayıt süreci boyunca Şenol Coşkun prodüktörlüğünde kayıt asistanlığı ve back vokal yapma şansı da yakaladım. Sonrasında da beste ve uyarlama şarkılar süreci bir şekilde devam etti.
– Hem üreten hem de cover yapan / yeniden yorumlayan bir müzisyensiniz. İkisi arasındaki duygu farkından biraz bahseder misiniz bize?
F.Ç: İkisi de ayrı ayrı çok önemli benim için. Beste söz konusu olunca, daha doğal ve saf bulduğum bir sürece sahip, duygular daha sahici ve zorlu bir ifade serüveninden geçiyor. Beste daha geniş bir zamanda, kendini olgunlaştırarak dinleyicilere ulaşır. Cover çalışmalarında ise elinizde neyin olduğunu bildiğiniz için işler biraz daha rahat ilerliyor. Yaratıcılık yönünüz ne kadar iyiyse, ortaya çıkan cover da o denli söyleyene özgü oluyor. Bu işte en büyük avantajım; cover’layacağım şarkıyı iyice dinlemem, düşünmem ve kendi öz duygumu bir şekilde o şarkıya empoze etmem sanırım. Vokalime her zaman duygu sahiciliğini hatırlatıyorum. Bir şarkı ne kadar iyi imkânlarda kayıt edilirse edilsin, esas olan, dinleyiciye aktardığımız duygudur. Müzik zaten budur. İnsanların bir şeyler hissetmesi lazım. Hele ki duygusal dağınıklığın ve ifadesizliğin gittikçe boğucu bir hale geldiği şu günlerde şarkılar daha sahici olmalı, zira insanlar içsel olarak derin bir yalnızlık hissettikleri için müziğe sığınıyor en çok da. Bir nevi müzik ile duygusal taraflarını ayakta tutuyor. Sadeleştirirsem, hem beste hem cover süreçlerinde şarkıya olabildiğince inanmaya çalışıyorum. Onun duygu ve düzenleme yönünden güçlü olması için çok çabalıyorum.
– Şu ana kadar ortaya koyduğunuz ve müzikseverlerle buluşan çalışmalarınızı öğrenebilir miyiz?
F.Ç: Bugüne kadar üç tane single yayınlayabildim. Değerli dostum Şenol Coşkun prodüktörlüğünde; Rüyamda Ne Gördün, Limbo ve Deniz Parıltıya isimli şarkıları kaydettik. Deniz Parıltıya isimli single çalışmamı OnAir Sahne projesi kapsamında yayınlamıştık. Onun dışında Youtube kanalımda beste ve Cover çalışmalarımı paylaşıyorum.
– Kendinizi bağımsız bir müzisyen olarak görüyor musunuz? Şayet öyleyse, bu durumdan hoşnut musunuz? Bağımsız müzisyenliğin avantaj ve dezavantajları nelerdir sizce?
F.Ç: Zor bir soru aslında… Açıklaması ve tartışılması zor bir soru. Çünkü müzisyenler bu dönemde halen bağımsız kalabileceklerine inanıyor; ama maalesef bu çok zor bir şey. Herhangi bir şirkete bağlı olmasanız bile, sizi bir şekilde çevreleyen iletişim aygıtlarıyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Müzik kocaman bir endüstri haline gelmiş durumda. Kimileri çok fazla göz önündeyken, kimileri hiç fark edilmiyor bile; ama her iki müzisyen tipi de üç aşağı beş yukarı aynı aygıtlar ile kendi pazarlama alanlarını yaratmaya çalışıyor. Böyle bir sistemde siz kendinizi ne kadar bağımsız olarak değerlendirseniz de, bir şekilde sosyal medyadan, dijital müzik platformlarından fayda sağlayarak ilerlemeye çalışıyorsunuz. Yani tek başınıza değilsiniz. Bence bağımsız olabilmenin koşulu, müziğin her aşamasını tek başına yürütebilmekten geçiyor. Bağımsız müzisyen tanımı, benim kişisel fikrimce çok eskilerde kaldı. Kimdir bağımsız müzisyen, sanatçı; Anadolu’daki kent ozanıdır, kırsalda adını hiç duymayacağımız, müzik eşliğinde doğaçlama hikâye anlatıcısıdır. Ben kendimi bağımsız müzisyen olarak değerlendirmiyorum. Çünkü ürettiğim bir şarkıyı geliştirirken, onu insanlara ulaştırmaya çalışırken bir sürü başka müzisyenden yardım alıyorum. Bağımsız Müzisyen tanımı ile günümüz müzik çevrelerinde üzerinden prim yapılmaya çalışılmasını da komik buluyorum. Kolektif olmaktan bahsedebiliriz. Zaten olagelen durum da tam da budur aslında. Müziğimizi paylaşıyoruz, birlikte kayıt ediyoruz, hep bir ağızdan söylüyoruz. Müzik, kolektif bir dayanışmanın ürünüdür. Güzel olan da budur. Müzisyenlerin içten bir şekilde hem üretim sürecinde hem de her anlamda dayanışması lazım.
– İlham aldığınız, sizi dinlerken düşündüren ve etkileyen yerli ve yabancı müzisyenlerden bahsedebilir misiniz?
F.Ç: Sadece müzisyenlerden değil; doğadan, sinemadan ve cansız unsurlardan bile ilham alınabileceğine inanıyorum. Nick Cave, Patti Smith, Kamasi Washington, BadBadNotGood, Holger Czukay, Steely Dan, Godspeed You Black Emperor, Beth Gibbons, Sezen Aksu, Vincent Gallo, Tame Impala, PJ Harvey, Depeche Mode, Beach House, M83, Blood Orange, Henryk Górecki, Sleep Party People, Arve Henriksen, Sigur Rós, Ryo Fukui, Radiohead, Slowdive dönüp dolaşıp dinlediğim ve beni derinden etkileyen sanatçılar ve grupların başında geliyor. Güncel ve yerli isimlerden ise sevgili Can Güngör’ü ilgiyle takip ediyorum. Şarkı sözü yazarlığına, aranjör kimliğine ve müziğine karşı gösterdiği özene büyük bir hayranlık besliyor ve takdir ediyorum. Bora Uzer, Emre Akbay, No Land, Korhan Futacı, Big Beats Big Times, Büyük Ev Ablukada, Gözyaşı Çetesi ve Gevende’yi dinlemekten oldukça keyif alıyorum.
– Hayata geçmesi kesinleşmiş projeleriniz var mı? Biraz anlatmak ister misiniz?
F.Ç: Proje çalışmalarıma bir süre ara verdim. Şu sıralar gitar ve şan eğitimime zaman ayırmış durumdayım. Ama önümüzdeki birkaç ayda değerli Sabahattin Ali’nin bestelenmiş bir şiirini yeniden kayıt etmeyi planlıyorum. Onun dışında fırsat buldukça halen yazıyorum, ara ara gelen ilham vasıtasıyla melodilerimi kaydediyorum.
– Müzikseverlere iletmek istediğiniz bir şey var mı?
F.Ç: Müzikseverlere sadece teşekkür etmek istiyorum. İyi ki sesimize, cümlelerimize kulak veriyorlar, bizi kabul ediyorlar. Onlar olmasaydı, şarkılarımız daha da yalnız kalırdı. İnanıyorum ki onlar iyi ve sahici şarkıları asla unutmazlar. Hep hatırlarlar ve hep yanlarında, hep yarınlara taşırlar.