Yazar – Yönetmen Gökhan Erarslan ve oyuncu Tolga Çiftçi’nin birlikteliğinden doğan, soy tiyatro bir yapıtı ‘Etik Nedir’ adlı oyunu prömiyer gecesinde izleme şansına eriştim.
Eğer tiyatro adı altında iyice belirsizleşen sahne şovlarının renkli kalabalığından gözünüzden kaçtıysa, mutlaka seyredin bu oyunu.
Önce oyun metninden başlamak gerek.
Antik Yunan’dan bu yana felsefenin en önemli sorularından biri olmuş “Etik Nedir?” sorusunu büyüteç altına yatıran oyun metni, seyirciden her dakikaya, her cümleye derin bir dikkat talep ediyor.
Neredeyse fazladan tek bir replik dahi yok.
Ancak bu kadar değil. Oyun aynı zamanda ülkemizin Tanzimat’tan bu yana yaşadığı “aydın çıkmazı”nı evrensel bir söylemle oya gibi işliyor.
Oyunun kahramanı bir üniversite profesörü, üstelik felsefe dersi veriyor.
Ancak olaylar ya da durumlar karşısında kendi davranışlarını seçme anlamında gençliğinden bu yana hep ikircikli bir konumda kalmış. Gerek eşiyle gerekse kardeşiyle ilgili hikâyelerde bu belirsiz tavrı sürekli görüyoruz. Zaman zaman adamın bu belirsizliği bizim sinirimizi bozmaya yetiyor bile. Ama bir yerlerden de bize tanıdık geliyor bu hali.
Toplumsal ilişkilerde “etik nerede ve nasıl yer almalı?” sorusundan “aydının duruşu nasıl olmalı?” sorusuna kadar her şey etik kavramı prizmasından süzülerek sahne ışıklarının altına yansıyor.
Tabii bir de bizim felsefe profesörünün yaşadıkları açısından.
Geçmiş pişmanlıklarıyla bugünkü kararsızlıkları arasında salınırken zaman zaman harekete geçmeye karar verse de; suyundan bir yudum aldığı o soluklanma anlarında görünmez bir oltaya takılmış gibi tereddüt içinde kalıveriyor.
Kavramsal ve ideal konumundan, toplumsal ve somut olana geçip geçmemek konusunda hep dengelere bakarak karar vermiş.Bu yaklaşımın kendinde yarattığı bilişsel çelişki giderek arttığında her zaman yaptığı gibi oyun alanını terk etmeyi düşünmeye başlıyor.
Yönetmen burada sürpriz bir final ile tek kişilik bir oyunun sonunda seyirciyi tekrardan yükselterek ve ana soruyu bir kez daha düşünmesini sağlayarak, seyirciyi de metne dâhil ederek oyunu sonlandırıyor.
Aydın ataletini nasıl yener?
Bir Avrupa ülkesinden vatandaşlık beklemek ya da Anadolu’da (mümkünse denize yakın) bir köye yerleşerek oyun alanından bir gölge gibi sıvışmak…
Yakup Kadri’nin “Yaban”ından bu yana “Türk Aydını” bu sorununu çözemedi.
İçinden çıkılmaz her durumda ne yapılacağını bilen fakat asla taşın altına eline koymayan yapısı ile teşhisi koyduktan sonra genellikle kendi derin dünyasına gömülürken her adımda toplumdan biraz daha uzağa düştü.
Teorik anlamda halk adına düşündüğü birçok şeyin pratikte karşılığı olmaması ya da zemin bulamaması, aynı zamanda kendi ahlakı üzerine de umutsuz çıkarımlar yapan “Türk Aydını”nın dramı olmaya devam ediyor.
Yazar ve yönetmen Gökhan Erarslan yaklaşık elli dakika boyunca, zihnimizde bu meselelerin korkulu bir girdap yaratması için geniş bir zemin hazırlıyor.
Oyuncu Tolga Çiftçi de henüz daha sahneye girer girmez oyun ritmi, jestleri ve mimikleri ile seyirciyi yakalayıp finale kadar bırakmıyor.
Sahne tasarımı son derece sade ve olması gerektiği gibi… Kara bir tahta. Önünde bir masa. Bir bardak su. Bir felsefe öğretmenine yakışan çantası. Renklerin geride olduğu sade bir kostüm.
Ancak ne yalan söyleyeyim. “O kostümün içinde ekoseli bir yelek olsa mıydı acaba, daha mı iyi olurdu?” diye düşünmeden edemedim.
Yine de “boş” metinlerin ya da geyik muhabbetinden esprilerin cirit attığı sahnelerde “Etik Nedir” hakiki bir tiyatro oyunu olarak gerçek seyircisini bekliyor.
gestus Ezgi Hüyükpınar Erarslan ve Gökhan Erarslan öncülüğünde çıktığı sanat ve sahne yolculuğunda sağlam adımlarla gideceğinin müjdesini de bu oyunla verdi. Yeni oyunlarını şimdiden merakla bekliyor olacağız.
Ayhan Tinin