Bu yazı serisi kısaca kendi beğendiğim, beğenmediğim, üzerine konuşmak istediğim şarkılar üzerine bir yazı serisi olacak. Öncelikle yorumlarımın çoğu subjektif olmakla birlikte hem müzisyen hem de şarkı yazarı olarak teknik eleştirilerde de bulunacağım. Olur da eleştirdiğim, hoşuna gitmeyen birkaç şey söylemiş olduğum bir sanatçıysan ve buraları okuyorsan “müzisyen ve yazar olmadan yazması kolay” demeyesin diye “subjektiflik” vurgusunu yapıyorum. Her şeye rağmen rahatsız olacaksan o da senin özgürlüğün tabii. Bu bir herhangi insanın herhangi birkaç yorumuyla benzeşebilir. Yer yer altı dolu yer yer de sahiden az önce dediğim gibi sokakta birine dinlettiğin zaman alacağın altı boş tepkileri yazacağım anlayacağın. Ama seni bu “altı boş tepkiler” tatmin etmediği sürece midende bir yılan dolaşacak. O yüzden değerliler.
Bir diğer konu ise neden kimliğimi gizli tutmamla ilgili. Spontane bir karar olmakla birlikte belki de bir “müzik değerlendiren insan” olarak kafalarda yer edinmek istemeyişime de gayet zıt düşmeyen bir karar. Kim bilir ilerde bir zaman açıklayabilirim. O da keyfimize bağlı. Seninle (okuyan) benim (yazan) etkileşimimizin yönlendireceği bir sürecin sonucu olan bir keyif. Haydi. Okudukça keyiflenesin o zaman!
İlk değerlendirmemi Barlas Tan Özemek üzerine yapacağım. Neden o? Çünkü çok sevgili dostum Beyza Cumbul önerdi bu ismi. Fakat üzerine kafa yormamın en büyük sebeplerinden birisi ise çoğumuzun bildiği üzere Bülent Ortaçgil’in yeğeni olması. Kim bilir kendisinin bu şekilde öne çıkması belki Barlas’ı bile rahatsız ediyordur. Eğer öyleyse “Sen Bülent Ortaçgil’in yeğenisin kusura bakma!” derdim beyefendimize. Üzgünüm ki bu gerçeği göz ardı edemeyeceğim. Yazdıklarında, stilinde, müzisyenliğinde onun izini görmemek mümkün değil. Elbette normal ancak Ortaçgil’in genlerini taşıyan başka bir müzisyen dinlemek ister miydim, sanmıyorum. Ama ben istemediğim için yeryüzünden silinmeyeceğine göre seni biraz kurcalamaya karar verdim.
Hani demiştim ya yazdıkları, stili vs. diye. İşte en belirgin olanı gitaristliğinden başlayalım. Üstelik yeni sayılamayacak bir zamanda elektrik gitarı ile dayısına eşlik ederken dinlemiştim. Her şey yerli yerinde, ne yaptığının bilincinde ve tatlı-soft tuşesiyle beni etkilemişti. Daha sonra kendi şarkılarında da dinledikçe oldukça belli olan bir hakimiyeti var enstrümanına. Ortaçgil’in yeğeni olarak bunu yapmasaydı döverlerdi abimizi. Yine başka bir dayı-izini vokal stilinde görüyorum. Ortaçgil’le gelen ve alıştığımız bir konuşarak söylüyormuş hissi yine beyefendimizde de var. Fakat sanki ben o kontenjanı Ortaçgil ile kapatmış gibiyim. Burada Barlas abiye sesleniyorum; Neden iyi bir şan tekniğine sahip olmayıp sırf çok güzel şarkı yazıyor diye dinlediğim bir sanatçı olasın? Ortaçgil’in yeğeni olduğun için mi? Bence içimi gıcıklandırarak dinlediğim bazı şarkıların -yalancılar kahvesi, ayna kırıldı- bazı koşullara rağmen katlanılabilir değil. Bu cümlem ağır kaçmış olabilir. Uzun süreli dinlemek istememek diyeyim ona. Fakat bunları okuyorsan eğer mutlaka üzerine kafa yorman gereken bir şey olduğunu bilmeni isterim. Belki kafa yormuşsundur ya da hala yoruyorsundur. Örneğin “O ve Ben” şarkın ne güzel olmuş öyle. Evet vokalleri içimi gıcıklandırmadan dinleyebiliyorum. Defalarca kez dinledim. Muhtemelen daha fazla dinleyebileceğim. Ama “Ayna Kırıldı” gibi ustlalıkla yazdığın bir şarkının vokalleri nasıl bu kadar dikkatsiz okunmuş gibi algılayabileceğim bir stilde söyledin ki? Hayır şimdi bu benim yersiz kuruntum mu sen söyle? Hemen teknik detaya ineceğim. “Ayna Kırıldı” şarkındaki Ayna Kırıldı dediğin yerlerdeki “Kırıldı” kelimesinin son hecesindeki o garip “orada bir şey olmamış ya” hissi mesela. İnanılmaz bir müzisyen oluşun benim o nüansı kaçıracağım anlamına gelmiyor. Bunları yapmayalım be abi. Ayrıca kimliğim gizliyken buradan sana ileri geri sallama inisiyatifim var. Af buyur.
Son olarak toparlamam gerekirse çok değerli, iyi ve hoş bir müzisyen Barlas. Gideri de var tip mip. Özgünlüğünü tartışmıyorum zira insanın dayısından etkilenmesi gayet anlaşılabilir bir durum. Fakat boynuz kulağı geçmezse bu sinir bozucu yorumlarımı ben değil kendi çevresi de yapacaktır. Bu konuda LALALAR mevzuyu kurtarır mı, bilmiyorum. Ama o proje başka bir yazının konusu olsun. Özetle; “O ve Ben” gibi bir şarkıyı yazmış adama laf ettirmem. Ama ben ederim sevgili okuyucu. Çünkü kimliğim gizli ve bu klavyenin ardında acayip delikanlı hissediyorum kendimi.
Şimdi konuşmak istediğim ikinci isimse Sir Sly olacak. Her ne kadar ilk yazı için seçtiğimiz isimler Türkçe müzik yapan isimler ağırlıklı olsa da her sanatçı ya da eser için ayıracağım uzunca vakti öngörerek serinin ilk yazısı için şimdilik bu son konuştuğum isim olacak. Öyle ki diğer isimlerden sıyrılmasının en büyük nedeni dinlediğim ilk andan itibaren aradığım, sevdiğim düzenlemeleri yapmalarından kaynaklanıyor. Dikkatimi çeken ilk şey kesinlikle organik ve inorganik seslerin bir arada ve uyum içinde olması. Bu yazı serisiyle beraber üretimin mutfak kısmından çıkıp sahne önü kısmına geçmiş olsam da mutfağında olmanın getirdiği beslenme ve etkilenme vaziyetlerinden ötürü de benim için oldukça önemli bir grup. Bunu şöyle açıklarsam daha iyi olacak. Biliyoruz ki Türkçe Indie bir diğer deyişle Üçüncü Yeniler akımı sayesinde akustik ve ardında büyük prodüksiyonlar olmayan eserleri ve isimleri dinledik. Daha sonra ise bu Üçüncü Yeniler isminin bir yenisi gelmemiş görünse de de aslında geldi. Belki Dördüncü Yeniler denilemez ama soundun ve beğeni şeklinin değiştiği çok aşikar. Üstelik bu birkaç yıl içinde oldu. Bu durum şaşırtıcı gelmiyor. Zira Bouman abimizin modern yaşamla ilgili dediği “akışkanlık” tam olarak buydu. Kimliklerin, zevklerin (modanın) modern öncesi döneme göre çok daha hızlı değiştiğini söylemiş ve zamanla daha hızlı olacağını öngörmüştü. İşte bu yeni yetme ve aslında böyle olmasına rağmen ömrünün kısa olacağını bildiğim “Dördüncü Yeniler”in en belirgin değişimi soundlarındaki elektronik tınılara kayması oldu. Bunun kolay olmasının bir diğer sebebi ise Rock müzikteki enstrümanların frekanslarının vokali daha sıkıştırdığı ve yeni gelen elektronik soundun akustik frekanslara yakın olması olabilir. Her ne kadar Rock müzik eğlenceli, harekete geçiren ve devrimsel bir ruh taşısa da inkar edilemeyecek düzeyde de yorucudur. Modern yaşamda zaman, gün içerisinde hızla akar ve insanlar bu hıza ayak uydurmak için oldukça yumuşak geçişleri tercih ederler. Adaptif bir yoldur ve eleştiriye kapalıdır bu sebepten.
“Şimdi ne kadar entelektüel biri olduğunu falan kanıtladın tamam da Sir Sly demiştin be abi, ne alaka yani” diyor gibisin. Haklı olabilirsin. Ama gel niye anlattım bunları söyleyeyim. Yukarda bahsettiğim bu çabuk değişen ve kısa süreli dönemlerde sanatçılar da hemen dönüşüverirler. Bakın mesela Yüzyüzeyken Konuşuruz, Büyük Ev Ablukada… Deneysel denilecek bir tutum değildir sanki. Adamlar ciddi ciddi neredeyse bütün bi albüm için bu tarzı benimserler. Bana resmen şöyle söylüyor gibiler; “Abi partideki hatunlar artık bunları dinliyor ve uçuyorlar. Hemen elektroniğe kaymamız lazım.”
Şimdi tüm bunları göz önüne alınca Sir Sly’ın elektronik soundunun yanında, davulların akustik oluşu, elektik gitarın dans eder vari varlığı “adamlar karakterli be” dedirtiyor bana. Bir diğer yandan buna benzer soundu kim yaptı başka sizce? Tabii ki Arctic Monkeys “Tranquility Base & Hotel Casino” albümü ile. Ve daha karanlık bir temayla. Bunu başka zaman konuşuruz ama Sir Sly’ı konuşmak istememin A.M gibi büyük kitlelere şimdilik hitap etmemeleri. Haliyle ritmik ögelerle bezeli müzik anlayışına henüz geçmişken bu işi ustalıkla yapmaları ve organik enstrümanları da rahatlıkla ve uyumla yerleştirmeleri açısından benim için özel ve rol-model konumundalar. O halde size &Run ve Astronaut’u giriş aşaması için öneriyorum.
Serinin ikinci yazısında görüşmek dileği ile…
Sarp T.
Sarp T.