Dalga Dalga Dalsın Kızlar!

"Ve işte hep birlikteyiz. Bu özel deneyimi paylaşacak olmak ne güzel. Projenin amaçlarından biri de su altı kardeşliği değil mi zaten."

0

Bir süredir sosyal medyanın ve radyoların kıyılarına ilgi çekici ve sıra dışı bir etkinlik duyurusu vuruyor. Nereids Dalış Merkezi’nin sahibi olan dalgıç ve eğitmen Gaye Dülger, Türkiye’nin dört bir yanındaki on beş yaş üstü kadınları denize davet ediyor.

7-8-9 Haziran tarihlerinde Side’de gerçekleşecek olan DALSIN KIZLAR etkinliği dalga dalga yayılıyor.

Hayat bu ya! Hiç planlamadığım bir şekilde kendimi bu maceranın içinde buluyorum.

DENİZ KABUĞUNDAKİ PEMDE İNCİ

Gaye Dülger yetenekleri, özellikleri sebebiyle Ankara’da yetişen endemik bir bitki gibi. Ya da girişimleriyle, vizyonuyla sularımızda nadir görülen bir deniz meleği. Gaye Hoca, edebiyat ve sosyal bilimler fakültesinden mezun olduktan sonra yurt dışındaki bir arkadaşı aracılığıyla dalışla tanışmış. Memlekete döner dönmez dalış eğitimlerine balıklama atlamış. Dalış o dalış, yıllar içinde kendi “1001 Dalış Masalları”nı yazmış. Profesyonel dalgıçlık, derin dalış uzmanlığı, üç yıldız eğitmen eğitmenliği, uzman dalış, acil durum, ilkyardım ve engelli dalıcı eğitmenliği, Nereids Dalış Merkezi ve Spor Kulübü sahibeliği, su altı canlılarını anlatan yazıların kalemi ve daha niceleri.

Bu kadar mı, değil! Gaye Hoca tuttuğunu koparan, kaslı, beş bacağında ayrı meziyetler taşıyan bir ıstakoz belki. Aynı zamanda elli madalyası olan eski bir Türkiye kayak şampiyonu. Yarı profesyonel atletizm ve aikido sporcusu.

Konuşmacı, aşçı, anne, rüzgâra sarılıp yollara düşen bir Harley motorcusu.

TOPLANTI YAPAN BALIK SÜRÜSÜ

7 Haziran akşamı Dobedan Otel’de tanışma toplantımız var. Lezzetli ikramların tadını çıkardıktan sonra konferans salonuna giriyoruz. Gaye Hoca, Nereids Dalış Merkezi ekibi, Silver Dalış Merkezi hocaları, Butik İnsan Kaynakları ekibi, fotoğrafçılar, kameramanlar ve Türkiye’nin dört bir yanından gelen biz heveskarlar ilk defa bir aradayız. İstanbul, Ankara, İzmir’in yanı sıra Van, Denizli, Balıkesir, Eskişehir, Kütahya’dan gelenler var ama en dokunaklı hikâye Adıyaman’da. Birkaç hafta önce, ülkemizde meydana gelen son büyük depremde göçük altında kalan bir grup Adıyamanlı kadın Gaye Hoca’yı arıyor ve Dalsın Kızlar etkinliğine katılmak istiyor. Su altına inmenin kendilerini hem şifalandıracağını hem de güven duygularını, cesaretlerini yeniden kazanmalarına vesile olacağını söylüyorlar. Bu onlar için hem bir meydan okuma hem yaşamla yeniden bir barış imzalama.

Ve işte hep birlikteyiz. Bu özel deneyimi paylaşacak olmak ne güzel. Projenin amaçlarından biri de su altı kardeşliği değil mi zaten.

Gaye Hoca’nın konuşmasıyla başlıyoruz geceye. 2019 yılında ilkini, bu sene ikincisini gerçekleştirdiği Dalsın Kızlar Projesi’ni anlatırken yakamozlar gibi ışıldıyor. Hem kadınları dalışa, dalgıç olmaya teşvik etmek hem de denizlerimizdeki plastik ve kimyasal atıklara dikkat çekmek için gerçekleştirdiği bu proje hepimizde hayranlık uyandırıyor. Çoğu zaman denizin sefasını sürdüğümüzü fakat ona pek de kol kanat germediğimizi, sahip çıkmadığımızı idrak ediyoruz. Oysa o bize sunduğu hazineleriyle bir hediye.

Denize uçan, teknelerden bırakılan plastikleri yiyen ya da boşaltılan kimyasal atıklara maruz kalan deniz canlılarının kimi can veriyor kiminin biyolojik dengesi bozuluyor. Biz de onları besin olarak tükettiğimizde bu sağlıksız döngünün zincirlerinden biri oluyoruz. Tatlı bir Caretta Caretta’nın yanında yüzen yuvarlak, plastik bir tabak oraya ait değil. Bir yengecin güvenli sandığı bardak sığınak değil. Bir balığın midesini boylayan poşet yem ya da boynuna dolanan poşet zarif bir aksesuar değil. Gaye Hoca’nın ardından usta bir dalgıç ve su altı belgesel yapımcısı olan Tunç Emre Karakoyunlu ile tanışıyoruz. Su altı batıklarıyla ilgili çekmiş olduğu belgeseli seyrederken bir su altı emekçisiyle ilk defa karşılaştığımı fark ediyorum. Batıkların etrafında, kuytularında, tarihinde meraklı ve cesur yunuslar gibi dolaşan işinin ehli dalgıçların her biri, denizin Süpermenleri gibi görünüyor o an bana. Batıklar genelde çeşitli sebeplerle batan savaş, güvenlik, seyahat ya da ticaret gemileri oluyor. Bizde şimdi onlardan birinin suya yazdığı yosun tutmuş biyografisini seyrediyoruz. Hem binlerce canlıya hem hayat hikayelerine yuva olan su altının zenginliği derya deniz. Bu arada Tunç Hoca ve ekibi de yarın bizimle olacak.

Dalış için hepimiz artık daha meraklı ve iştahlıyız.

Sağlık formlarımızı da doldurduktan sonra dağıtılan Dalsın Kızlar çantalarımızı alıyoruz. Ertesi gün tekrar buluşmak üzere ayrılıyoruz.

HEYAMOLA! HEYAMOLA! HEY!

8 Haziran sabahı erkenden tüm ekip Side Limanı’ndayız. Bizi karşılayan üç katlı beyaz teknemiz sanki bir açık hava akvaryumu, bizde üzerimizdeki turuncu Dalsın Kızlar tshirtlerimizle içine dolan Japon balıkları gibiyiz. Henüz uykusunu alamayan deniz dingin, berrak. Limandan ayrılırken seyre daldığım bu uçsuz bucaksız mavi, derinleriyle, karakterleriyle ilk defa tanışacağım, sonsuz sayfalı bir Akdeniz romanı gibi.

Bu dalıştaki rotamız Side Su altı Müzesi. Varınca kaptan demir atıyor. Aşağımızda henüz göremediğimiz kocaman bir müzenin olduğunu bilmek gizemli. Zaten bu projede birçok duygunun ilklerini yaşıyoruz.

Benim gibi ilk defa dalacaklar öncelikli. Sekizli onlu gruplara ayrılıyoruz. Nereids ve Silver Dalış Merkezi’nin tecrübeli hocaları hepimizle tek tek ilgileniyor ve bizimle dalıyor. Bu yolculuğun bir diğer kıymetlisi; varlığı, tecrübesi ve hekimliğiyle kendimizi güvende hissetmemizi sağlayan hocamız, Su altı Hiperbarik Hekimi Prof. Dr. Akın Savaş Toklu. Aynı zamanda Türkiye Spor Federasyonu Sağlık Kurulu Başkanı. Dalış boyunca kendisinin bizlere göz kulak olacağını bilmek büyük bir gurur kaynağı.

Tiyatrocu olduğum için kostümlere alışkınım ama bir dalış kıyafeti ile ilk kez temas ediyorum. Benim için o bir deniz kostümü. Kuzguni renkte, sarıp sarmalayan, kararlı, korumacı, işini iyi yapan bir dokusu var. Ayağımda topuklu ayakkabılar yerine şap şap paletler. Demek böyle hissediyor kuyruklarını sallarken levrekler.

Sırtımdaki heybetli, ağırlığını koyan hava tüpü, omzumu sıvazlayan bir dost gibi. Aşağıya indiğimizde o akciğerlerimin eşlikçisi. Birde yüzümün yarısını kaplayan ve yeni bir bakış açısı vaat eden dalış maskem var. Kendisi gözün açıkken de rüya görebileceğinin garantisi.

YENİ BAŞLAYANLAR İÇİN DALGIÇCA

İlk dalış herkes için bambaşka bir tecrübe.

Ve sıra bende. Ferhat Hoca denk geliyor bana. Önce su altındaki iletişim işaretlerinin üzerinden geçiyoruz. Baş parmağınla işaret parmağını birleştirip bir yuvarlak yaptığında, diğer üç parmağın aslan balığının tepe yüzgeçleri gibi havada. Bu demek oluyor ki her şey yolunda! Dik duran bir denizatı gibi başparmağınla yukarıyı gösterip diğerlerini bir yılan balığı gibi avucuna kıvırdığında: Yukarı mı çıksak acaba?

Aynı denizatı başparmağın amuda kalktığındaysa: Gidebiliriz aşağıya, başlasın macera.

Beş parmağını yatay açıp, eeeh! diyen bir vatoz gibi salladığında, göstermen lazım, bir sorun mu var bir yerinde; göğsünde ya da bacağında?

Şayet burnunu tutuyorsa hoca, kulaklarındaki basıncı eşitlemeyi hatırla!

Olduğumuz yerde pratik yaparken bir iki hık mık ediyorum.

Karabatak gibi bir dalıp bir çıkıyorum. Yıllardır oyuncu olarak kullanmaya alıştığım diyafram nefesim şaşkın. Nasıl yani, şu an ihtiyacım yok mu ona?

Bir yandan zihnim konuşuyor.

“Emin misin? Bak bilmediğin bir yere yelken açıyoruz! Sen heves ettin ama belki de bize göre değildir dalmak.”

Sonra Ferhat Hoca,

“Dalarken bir süre sadece gözlerime bak. Yanındayım. “diyor

Bunca zamandır deniz altının çağrısını ertelemiştim. Artık zamanı geldi. Başarmak istiyorum.

Dibe doğru gidiyoruz. Tekrarlıyorum içimden Ferhat Hoca’yla göz gözeyken.

“Güvendeyim…Güvendeyim. Doğanın bir parçasıyım. Denizin bir parçasıyım. Varoluşun bir parçasıyım. Bu güzelliğin bir parçasıyım. “

Sonra nefesli bir enstrüman çalarcasına bir ritim tutturuyorum.

Dört vuruşta nefes ver. Dört nefeste tüpten nefes çek.

Veriyorum; bir iki üç dört. Nefes çekiyorum; Bir iki üç dört.

Çak! Yapıyor Ferhat Hoca.

Artık tadını çıkarabilirim.

Şimdi Side Su altı Müzesi’ne doğru ilerliyoruz.

Burası deniz kuvvetlerinden emekli SAS Komandosu Ahmet Gülaydın’ın teşviki ve Deniz Ticaret Odası Antalya Şubesi’nin iş birliğiyle yapılmış dünyanın ikinci büyük deniz müzesi. Birincisi Meksika Cancun’da. Hem dip tabiatına çeşitlilik katmak hem turistler ve yabancı dalgıçlar için cazibeyi arttırmak hedeflenmiş.

Suya dayanıklı, özel malzemelerden yapılan 117 heykel farklı derinlikteler ve her biri bir değeri simgelemekte. Kurtuluş ve Çanakkale Savaşı’ndaki kahraman askerler, Türk Bayrağımız, Side’nin ticari geçmişini temsil eden tahıl taşıyan deve kervanı, denizde yaşamını kaybeden mülteci çocuklar ve onlara ithaf edilen çiçekler.

Benim ilk dalışım olduğu için daha sığ bölgedeki heykelleri görüyorum. Denizkızının yanına yaklaşıyorum. Çocukluğumdan beri ona dair her şeyi çok seviyorum. Masallarını, filmlerini, şarkılarını, takılarını ve onlar gibi yüzmeyi.

Fotoğraf çektirirken göz kırpıyor bana.

Bakışlarımızla konuşuyoruz. Ben de ona ikinci kitabımdaki

Aborda adlı hikâyemde yer alan denizkızından bahsediyorum, kısa bir paragraf paylaşıyorum gözbebeklerimle.

            Her şey o temmuz gecesinde vuku bulmuştu. Tembihleri dinlemeden, kimselere haber vermeden hiç gitmediği kıyılara yanaşmıştı. Zaten yavruluğundan beri, asi, meraklı, özgür ruhunu uçsuz bucaksız maviye sığdıramıyordu. Deniz de sağ olsun, hiçbir ulak göndermeden aniden patlamış, onu gafil avlamıştı. Tam mağarasına dönmek üzere geceyi kulaçlamaya başlamıştı ki, az ileride bir karaltı gözüne çarpmıştı. Yaklaşınca, bunun dalgaların kapanına yakalanmış bir “insan”

olduğunu fark etmişti. Hayatında ilk defa dinlediği hikâyelerdeki gibi bir insan, bir “erkek”.

Hoşuna gidiyor dinledikleri. Pullarından bir iki tanesini koparıp avucuma koyuyor. Bu parlak pullar bundan böyle yazılarımda ilham verecek. Sonra kulaç kulaç bir çağrı alıyorum yakınlardan.

“Gel, gel, ne olursan ol yine gel.” diyor biri şeffaf şeffaf.

Bir de ne göreyim, az ilerimizde bir Mevlevi Sema Töreni. Dönmekte olan semazen, etrafında zikir yapan canlar, ney üfleyen neyzen. Aralarından süzülürken semazen, Hz. Mevlana’dan bir söz daha konduruyor gönlüme.

“Kendini okyanusta bir damla sanma. Damlanın içinde kocaman bir okyanussun.”

Şükranlarımı sunuyorum, alıp kabul ediyorum bilgeliğini.

Uzaklaşırken paletime sivri uçlu bir şey değiyor. Bir de ne göreyim, bu mitolojideki en sevdiğim karakter olan Poseidon değil mi? Üç dişli mızrağıyla selam vermek istemiş. Derinlere davet ediyor beni, yamacına yaklaşmamı istiyor.

“Sözüm olsun bir daha ki sefere. Olduğun yer şimdilik biraz derinde. Yıldızımı alır almaz geleceğim seni ziyarete” diyorum baloncuklarımla.

Turumuzu tamamlarken bir gümüş balığı kolonisinin arasından geçiyoruz.

Kenarlarında renk renk çizgileri olan bir balık, bana keçeli kalemlerimi hatırlatıyor. Burnumun ucunda duran bir başka benekli balığa dokunmadan edemiyorum.

Gördüklerimden büyülenirken gülümsüyorum, Allahım bunlar da kim böyle!

Kayalıklarda açmış narin, akça pakça çiçeklerin başını okşuyorum. Etrafımızda dalış yapanların palet hareketlerinden yükselen koca kabarcıkları ilk bakışta deniz anası sanıyorum. Kendi nefesimin minik kabarcıklar kavminden gıdıklanıyorum, çocuklar gibi şenim. Dalışım bitip de tekneye çıktığımda bir süre konuşamıyorum. Denizin sessizliği, onun enginliği ne çok şey anlattı ne çok şey tattırdı bana. O büyülü anları düşünürken konuşmaya gerek duymuyorum. Bizim ardımızdan daha tecrübeli olanlarımız müzenin tamamını dolaşmak üzere dalıyor.

Sonra Gaye Hoca, fotoğrafçılar ve kameramanlar plastik dolu filelerle birlikte bir farkındalık dalışı ve çekimi gerçekleştiriyor. Gerçekten plastikler bu doğallığa bu tabiata hiç yakışmıyor.

BEYAZ ELBİSELİ NEREİDLER

Dalışlar tamamlandıktan sonra teknemiz limana yanaşıyor. Bu akşama özel getirdiğimiz beyaz kıyafetlerimizi giymek üzere otelimize ve misafirhanemize dönüyoruz. Beyaz, denizlerimizin tertemiz olması niyetiyle gerçekleştirdiğimiz bu dalışa çok yakışıyor. Su altıyla ilk kez buluşmanın masum heyecanını muhteşem yansıtıyor. Gün batımında fotoğraf çektirmek için Side Antik Kent’teki Apollon Tapınağı’na gidiyoruz. Bu halimiz hem halkın hem turistlerin dikkatini çekiyor.

Hepimiz beyazlar içinde kıyıya çıkmış birer Nereid birer su perisi gibiyiz.

Tapınağın ev sahibi, sanatın, müziğin, güzelliğin, ışığın, kehanetin temsilcisi Apollon da gördüğü bu estetik manzaradan mutlu oluyor. O da fotoğraflarımıza konuk oluyor. Kıvançtan sütunları kabarıyor. Gökyüzünün kızıl turkuaz eşarbı arkamızda uçuşurken, Sertifika Töreni’miz için Side Antik Tiyatro’ya doğru yürüyoruz.

ANTİGONE (Seslenir): Ismene…Canım Kardeşim.

İl Kültür Müdürlüğü’nün özel izniyle girdiğimiz Antik Tiyatro, beyaz kıyafetlerimizin üzerine iliştirdiğimiz çok değerli antik bir mücevher gibi.

Ve Sürpriz! Gecenin sunucusu benim. Konaklama desteği veren Manavgat Belediye Başkanımız Niyazi Nefi Kara’nın, Side Su altı Müzesi’nin pruvası Ahmet Gülaydın’ın, karizmasıyla Hollywood aktörlerinin Türkiye şubesi Akın Hoca’nın konuşmalarını dinliyoruz. Dalsın Kızlar Projesi’nin fikir annesi, deniz canlılarının gözbebeği, dalgıçların kraliçesi ve buradaki tüm kadınların ilham perisi Gaye Hoca’yı sahneye çağırdığımda büyük bir alkış kopuyor. Gaye Hoca tüm katılımcılara teşekkür ediyor ve tam yol ileri! diyor. Seneye de Dalsın Kızlar da buluşma çağrısı yapıyor. Bu gece burada sunuculuk yapmanın benim için ayrı bir önemi var. Kendimi tutamayıp gözlerim dolu dolu hislerimi paylaşıyorum.

“Tiyatro Bölümü’nden mezun olmuş biri olarak bu sahnede yer almak bambaşka. Birinci sınıfta eğitimimize antik tiyatrolar ve antik oyunlar ile başladık. Şu an Helenistik Dönem tiyatrosunun mimari izlerini taşıyan Roma Dönemi’ne ait bir antik tiyatrodayız. Öncesinde, yani Antik Yunan tiyatrosunun sahnelerinde bir zamanlar, Sofokles’in kadın karakterleri olan Antigone, Ismene, Elektra vardı. Euripides’in Medea’sı, Aristophanes’in Lysistrata’sı oynandı. Siz de bugün denizin, dalışın başrolündeydiniz. Artık deniz sahnesi siz kadınlara emanet. Birkaç gündür dilimize dolanan sloganımızın dediği gibi: Bir bakmışsın dalgıç olmuşsun. Projenin perde arkasında yer alan değerli sponsorlarımıza da plaketlerini takdim ettikten sonra tüm katılımcılara sertifikalarını dağıtıyoruz. Tüm ekip coşkuyla hatıra fotoğrafı çektiriyoruz. Film gibi geçen iki günün ardından, ertesi sabah hepimiz

kişisel keşiflerimiz ve planlarımızla Side’den ayrılıyoruz. Ee filmlerin de kendi müzikleri olur. Bizimkini de dijital müzik platformlarından ve internetten Dalsın Kızlar olarak arayıp dinleyebilirsiniz.

Uyarı: Bir balık ağı gibi dilinize dolanabilir 😊

SUDA KAYAN DENİZ YILDIZIYLA TUTULAN DİLEK

Benimse kalbimde bundan böyle deniz canlılarına dair edebi bir hayal var. Şu an oynamakta olduğum tek kişilik oyunum “Önemli Bir Gün”deki rol arkadaşlarım Franz Kafka ve ahtapotlar. Bu hikâyeyi yazarken yaptığım araştırmalarda ahtapotların mucizevi varlıklar olduğunu fark etmiştim. Onlara ayrı bir sempati duymaya başlamıştım. Şimdi öykülerime, yazılarıma daha fazla deniz canlısı konuk etmek, onları daha yakından tanımak istiyorum. Hatta bu dileğin çapasını birkaç yıl önce farkında olmadan atmışım bile. Alanya’da tatil yaparken kıyıda çektirdiğim bir fotoğrafın altına şu satırları yazmışım.

Birisi yengeçlerin kristal kirpiklerini, ıstakozun belindeki gamzeleri, erkek denizatının doğum yaparken ki nefes egzersizlerini, köpüklerin sarışın kumlara aşkını ilan ederken işi nasıl dalgaya vurduğunu ve balıkça öğrenmenin hafızaya ne kadar iyi geldiğini yazacaksa o benim!

                                                                    Alanya /26 Eylül 2020

Bundan böyle yeni dalışlarda, su altı hikayelerimde buluşmak üzere.

Kumsaldaki Minareden Seslenen Burcu

Önceki İçerik“Solo Botter: Nuri İyem” sergisi Casa Botter’de
Sonraki İçerikGrip virüslerinin gizli “arka kapısı” keşfedildi
Abone Olun
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments