1960’ların sonunda Batı ve Doğu müziğinin ezgileri ile birleşmiş Anadolu’nun hikayesini anlatan bir sevdadan bahsetmek istiyorum.
Sadece bir müzik kültüründen ya da birkaç şarkıdan bahsedersek durumun tasvirini tam yapamamış oluruz. Her ne kadar yaşadığımız zamanda zevkler ve renkler ne kadar değişse de “o ruh ölmez” diye tasvir edeceğimiz bir başkaldırı, bir isyan tam adıyla “Anadolu Rock”.
İnsanlar olarak ortak paylaşım alanımız olan dünyada “yurt içi” ve “yurt dışı” tasvirlerin ayrımı olsa da aslında dışında olduğumuz dünyada Beatles, Rolling Stones, Yes, Pink Floyd gibi müzik gruplarının temsil ettiği bir müzik akımı ya da çağın yeni trendi olarak tanımlayabileceğimiz rock’tan nasibimizi almamış olsak yazık olurdu. Kimileri gavur müziği dedi kimileri batı müziği…
Oysa sözleri hiç de öyle değildi:
“Seni okuyup yazanı
Yunus gibi bir ozanı
O mübarek Mevlana’yı
Yedin yine doymadın mı?
Yedin yine doymadın mı?
Dünya, dünya, yalan dünya
Karnı büyük obur dünya
Yedin yine doymadın mı?
Girdik obur dünya ile biz bu müzikle lafa
Her ne kadar kusur işledikse
Himmet edin, affola
Fâni kurmuşsun temeli
Bilmem sana ne demeli
Koca Mustafa Kemal’i
Yedin yine doymadın mı?
Yedin yine doymadın mı?
Koca Mustafa Kemal’i
Yedin yine doymadın mı?
Yedin yine doymadın mı?”
Cevaplar hep yetersizdi ve dönemin Anadolu ozanları; ozan dediysek ellerinde sazları bağlamaları olan dağ başını tutmuş devleşen insanlardan bahsetmiyorum. Barış Manço, Erkin Koray, Fikret Kızılok, Cem Karaca yani kendi devrinin kendi zamanının ozanları diyebiliriz. Elbette doğu ile batı arasındaki savaş mı yoksa bir kavga uzun uzadıya bir tartışma olsa da aslında o ozanlar kendi memleketlerinin kendi insanlarının dertleri ile dertlenip bunu en güzel bir şekilde sanatla ve aşkla ortaya koymaya çalıştılar.
Biz ne yazık ki ölümünden sonra anlıyoruz elleri büyük işler yapmak için doğan, gönlünde sevgi ve özgürlük türküsünü tutturmuş abideleri!
Batılılaşmanın medeniyetleşmek olduğunu zannedenler elbette bu söylediklerimi anlamayacaklar. Oysa paylaşmayı “Halil İbrahim Sofrası”dan, gençliğin kaygısını “Bu Son Olsun”dan, alacaklı davasını “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa”dan duymayanlar elbette bunu anlamazlar, haddimi aşmadan söylemeliyim ki fırtınaya karşı boğuşmayın, anlamazlar!
Bugün ise o kırık abidelerin tozlarının estiği büyük bir bilmece demek istemesem de insanlarımızın hikayelerinin artık kıymetinin kalmadığı ne yazık ki açık duruyor. Küfür ve hakaretlerin sempatizanca karşılandığı bir ortamda ne yazık ki masum ve temiz duyguların yerinin olmadığı aşikâr kalacaktır. Bizde otururuz diyorum haykırırız “kör olası çöpçüler aşkımı süpürmüşler” diye…
Maksat elbette günün 24 saati son ses bangır bangır rock dinlemek değil elbette lakin küçük bir kız çocuğunun melek oluşuna ithaf edilen “Elfida”, bir gencin en büyük hayallerinin doğuşu olan “Mavi” ve tabi ki dönemin ekonomik ve sosyal olaylarını en güzel anlatan “Fabrika Kızı” hepsinin tanımladığı ve anlattığı hikayeler, insanlar ve memleket.
Saniyesinde unutulan video içeriklerin yerini tabiri caiz ise ata sözü yerine geçirmek ve farklı bir tabirle bembeyaz çiçeklerin üstüne sürülmüş kötü bir leke. Bu düşünce ne kadar derinden yaralasa da beni sorgulamak gerek, mukayese yeteneğimizi başkalarının ürettiği bizim “elimizde olmayan” tabi bu kısım önemli çünkü ne sanatta ne bilimde yeri olmayan ve bunları her durumda ayakları altına alıp çiğneyenleri el üstünde tutmak bize ait…
Şen çocuklarımız vardı oysa “Arkadaşım Eşşek” ile hayvan sevgisinin aşılandığı sonra Sabahattin Ali’nin o meşhur eserini dinledik ne olursa olsun “Aldırma Gönül” diye…
Sözü uzatmayalım aslında yaşananlar ortada ve tasvir de buna uygun:
“Kimi bati kimi doğu
Kuzey güney hepsi doğru
Kim seçer ki bozuk yolu
Eğri eğri doğru doğru
Benim yolum bana dogru
Hic yolumdan döner miyim
Eğri eğri doğru doğru
Eğri buğru ama yine de doğru”
Esenlikler…