Tanınmazlar… Asilikle yıkamışlar ruhlarını, iflah olmaz bir anlamsızlıkları var. Ve biz zavallı insanlar anlamsızlığın gücüyle büyürüz. Son nefesimize kadar aradığımız hayat gibi… Ama en çok sanat ve aşk… Kendime itiraf etmeliyim; sanat ve aşk olmasaydı ben hiç doğmazdım. Burada tanımlanamaz bir matematiksel oyundayız. Sanat eserlerinin estetik güzelliği altın orana yakınlığı ile orantılıdır. Hislerinizin ve beğenilerinizin doğanın gücü olduğunu hatırlayın. Onların asiliği, bizim zayıflığımız. Buna muhtacız.
Aşk ve sanatı binlerce önemli kişi tanımladı bugüne kadar. Hiçbiri kesin değildi. Ambrose Bierce ”Sanat… Bu sözcüğün hiçbir tanımı yok.” demişti.
Belki de sanat bir sürüklenmece… O; hislerin başına buyruk davranışları olmalı, histerik bir estetik gibi. Kalbim olmasaydı, ruhum garip hislere kıvrılıp durmasaydı; sanat benim için hiçbir şey olurdu. Böyle soyutluk ve değişkenlikle anlatabildiğimiz şeyleri nasıl tanıyabiliriz? Onların gerçek olduğundan emin olabiliriz? Peki bu hissettiğim kimin gerçeğiydi? Bir tabloya bakarken, bir şarkıyı dinlerken, bir insanın gözlerine bakarken herkes farklı yerlere sürüklenir.
Beni sanatın ta kendisine; tanımsızlığa sürükleyen öyle sürreal tablolar var ki, realist eserler bana sanata aitmiş gibi gelmiyor. Gerçekçi çizgilerle sınırlandığı zaman hislerimiz, bir tanım durduğunda karşımızda sürüklendiğim yer ressamın gerçeği oluyor. Sanatın başına buyruk tavrı çelişiyor.
Aşk ise çok sanrılı bir deniz. Boğuldukça nefes almak güzelleşiyor. ”Bir tabloya bakarken, bir şarkıyı dinlerken, bir insanın gözlerine bakarken herkes farklı yerlere sürüklenir.” demiştim. İki kişi aynı zaman dilimlerinde aynı akışla bir’liğe sürüklenebilir. Aranızda ”bir” şey aşksa… Hatta birbirinizin gözlerine üç dakika boyunca bakarsanız kalp atışlarınız bile senkronize olur. Ancak aşkı pragmatik fikirlerle aynı cümlelerde kullanmayın. Aşk; sanata ait bir oyun, kendini feda ederken çalan bir ilahi. Nietzche’nin ”Sanat aslında varoluşun olumlanması, kutsanması ve tanrılaştırılmasıdır.” dediğinde ne kadar doğru bir karar verdiğimi anladım.
Aşkı sanata sundum, kalbimdeki fedakarlık Tanrı’dan beni sanatsal amaçlarla kullanmasını istedi. Tanrı’ya bir söz verdim bunun karşılığında. Aşk beni sanatsal amaçlarla bulacak, biz onun verdiği ilhamla sanatı yepyeni değiştireceğiz. Bambaşka hisler aklınızın kapısında yakın… Yazdıklarımda, çizdiklerimde, söylediklerimde, çaldıklarımda, enerjimin dünyaya coştuğu her sarsıntıda büyüyecek. Ve ben evrenin, sanatın iyiliği için bana verdiği aşkı seçtim. Eski bir ruhtu, milyonlarca olasılığı feda ettiğimizin farkında olan olgun bir ruh. Ruhuma zıt bir yakınlığı var, aynı derinliğin içinde unutulmuş bilgileri estetikle boyuyoruz. Oysa insanlar sırf eğlensin diye… İşte bu bizim sürüklendiğimiz, siz şu an hangi atmosferde varsınız?
Kararımı destekleyen başka bir filozof da şöyle açıklamış:
“Önemli tarih kayıtlarında aşk, görmezden gelinir. Savaşlardaki başarılar aşka tercih edilir. Noter belgeleri ve nüfus cetvelleri, aşkı aşk olmaktan çıkarıp değersiz kayıtlara dönüştürür. Geriye sanat ve edebiyat kalır; özel mektuplar, günlükler, şiirler, resimler, tablolar ve heykeller…”
İki tanımsızlık birbirine dönüşürken anlam bulacak. Sanat, aşk olacak. Aşk; sanat… Bir gün olacak…
Adelina Gençoğlu