Deneyimli editör Şebnem Soral Tamer’in bir defter vasıtasıyla mitlere, masallara dayanan, iki metni bir araya getirdiği, Kafka Kitap’tan çıkan ilk romanı Gece Denizi üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
– Bir editör olarak, uzun zamandır yayın dünyasında yer alıyorsunuz. Kendi kitabınızı yazma fikri nasıl oluştu?
Şebnem Soral Tamer: Açıkçası uzun uzadıya bir planlama sürecine giriştiğimi söyleyemem… Uzun zamandır Türkçe-İngilizce metinlerin çeviri editörlüğünü yapıyorum. Bu benim için büyük bir şans, çünkü dünyanın hemen her köşesinden yazarları daha yakından tanıma, metinlerini derinlemesine inceleme şansı buluyorum. Gecem gündüzüm kitaplar… Çalıştığım metin sayısı çoğaldıkça dünyanın farklı yerlerinden insanların hayatlarına ve yazım tekniklerinin çeşitliliğine de tanıklığım çoğaldı, çoğaltmaya devam ediyorum. Bana kalırsa yazmaya başlamak, böylesi bir sürecin normal karşılanabilecek sonuçlarından ki buna uzun süre direndim. Camiadan kıymet verdiğim büyüklerimle otururken hep çok destekleyici laflar işittim, “Yazman lazım,” diyorlardı. Ben de “Birimiz de sadece okuyucu olarak kalıversin, olmaz mı?” diye geçiriyordum içimden ama ses etmiyordum. Sonra bir akşam bilgisayarın başına oturdum, hiç öyle bir niyetim yokken boş sayfayı açtım ve yazmaya başladım. Çünkü galiba şunu anladım sonunda: Her şeyi çok abartıyor, yapacaklarımıza neredeyse kutsal vasıflar yakıştırıyoruz. “Yazacak müthiş bir şeyim olduğun yazayım, herkes okusun”u dayatıyor sistem, sen de bu tornadan çıkma biri olarak boyun eğiyor, öyle düşünüyorsun ama mesele bu değil. Cebinde bir fikir varsa, yazmak istiyorsan ve kurgulayıp yazabiliyorsan yazarmışsın, hepsi bu.
– Kitap orta yaşta bir kahramanın (Servi’nin) o güne dek yaşadıklarını anlattığı bir defter tutma hikâyesi ile başlıyor. Yazarların tuttuğu notlar, günlükler ve defterler size nasıl bir ilham verdi? Bununla ilgili düşünceleriniz nelerdir?
Ş.S.T.: Geçtiğimiz sezon, editörlük haricinde, “Doğru Okumalar” adlı bir online atölye yapmaya başladım. Katılımcılar gibi benim de ilgimi en çok yazarlar ve onların gündelik hayattaki hâlleri, rutinleri çekti. Bu hikâyeler arasında beni en çok etkileyen, belki de bu kitabı yazma cesaretini aşılayan Yaşar Kemal’in öyküsüydü: Gençliğinde ceplerini kurşunkalemleri ve defterleriyle doldurup köy köy gezer, karşılaştığı kadınlara “Teyze, bana bir ağıt söylesene,” dermiş. Kadıncağız yürek yakan nameleri dillendirirken o da hiç durmadan not alırmış… Masallar, mitler, hatta ağıtlar, türküler ve yerel deyişler… Bunların hepsi “sözlü edebiyat” dediğimiz türe bir şekilde dahil edebileceğimiz ya da bilfiil oradan gelen, paha biçilmez yaratımlar. Yaşar Kemal gibi, Türk edebiyatının dev isimleri bunun bilincindeydi. Dolayısıyla tuttukları notları, onların kitaplara dönüşerek raflarımı doldurmasını çok kıymetli buluyor, o çabaya sırtımı yaslayarak bir şeyler yazmaya gayret ediyorum.
– Gece Denizi farklı bir formda yazılmış bir metin, siz editör kimliğinizle bu metni nasıl değerlendiriyorsunuz? (Roman, öykü, anlatım… vs)
Ş.S.T.: Örnek verdiğiniz üç türün de kendine yer bulduğu, hem öykü hem de anlatımla biçimlenip birbirine eklemlenerek romana dönüştüğü bir kitap. Dolayısıyla klasik türlere yakın durmayan, hibrit bir yazım. Hatta bir de bölümleri başlatan sözlükçeleri eklemek lazım ki iş iyice karışmış gibi duruyor böyle olunca.
Tıpkı yazmayı planlamadığım gibi bu kitabın böyle bir yapıda olması da hesap işi değildir. Bir editör olarak beni zaman zaman sıkan şeylerden birine istemsizce gelişen bir tepki olabilir: Her tür etikete, sınıflandırma girişimine çok takılıyor, bunları fazlasıyla ciddiye alıyoruz. Mesela, bir roman tek bir anlatıcı üzerinden yazıldığında kolaylıkla “anlatı” etiketi de alabilir, değil mi? Mantıken alabilir, çünkü anlatıcının hayal mi gerçek mi olduğunu, yani yazarın söylemek-anlatmak istediklerini dışa vurup vurmadığını biz okurlar bilmiyoruz. Bir öykü kitabındaysa tonlarca şiir yer alabilir… Bu örnekleri dilediğimiz kadar fazlalaştırabiliriz ama kimseleri sıkmadan özetleyecek olursam, edebi türlerin geçirgenliğini göz önünde bulundurduğumu söylemek isterim. Her birinden faydalanarak bir metin yaratırsınız ama satış ekibiniz “Bunu hangi rafa koyacağız?” diye sorduğunda birini seçmeniz gerekir. Bu, o kitabın diğer türlere de göz kırpmadığının kanıtı değildir. Gece Denizi, bu savın örneklerinden biri oldu sanırım…
Yazar | Şebnem Soral Tamer |
Yayınevi | Kafka Kitap |
Yayın Tarihi | Haziran 2022 |
Türü | Roman |
Sayfa Sayısı | 160 |
– Bu metin için bir yüzleşme metni diyebilir miyiz? Edebiyatın iyileştirici yönünü siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ş.S.T.: Aslına bakarsanız, Servi’nin asıl derdi geçmişiyle yüzleşmekten çok, zamanında yanından kayıp gitmiş, çoğunlukla içine dert olan yaşanmışlıklara bir alternatif yaratabilmek. Zamanı geriye alma fantezisi. Ben onu her şeyini kaybedip gözünü karartmış bir kadın olarak hayal ettim. “Ayıplarlar, garipserler, dışlarlar beni,” demeden, komikse komik, acıysa acı, aklına geleni aklına geldiği gibi anlatabilen biri olmasını istedim. “Böyle bir kadın, giderayak hayatının çetelesini tutsa ne yapardı?” sorusunun yanıtını aradım. Kitabın ilk kısmı da benim bu soruya bulduğum cevap oldu: Birilerinin o defteri bulmasını ümit ederek, zamanında “diyemediklerini derdi”. Bunun Servi için iyileştirici bir yanı olduğunu sezebiliyorum, umut ederim ki okuyucu için de aynı niteliktedir.
– Kitabınızda efsunlu mite yaslanan yer yer mizahi, akan bir dili söz konusu bu anlatım diliyle ilgi nasıl yorumlar aldınız? Aldığınız yorumları siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ş.S.T.: Buna hâlâ hayret ediyorum ama çok güzel yorumlar aldım. Çoğu kişi kitabı kısa bulduğunu söyledi ki bundan daha büyük bir iltifat olmazdı benim için. Yorum yapan her bir kişiye büyük borcum var; bunları duymasaydım yazmaya devam etmeyi bu kadar kolay kararlaştıramazdım, sizin vasıtanızla her birine teşekkür ederim.
– Kitabınızı çeşitli arkeolojik bulgulara, arkeologlara ve arkeolojik kentlere ithaf ediyorsunuz, okurlarınızın bu içsel ve fiziki keşiflerle neleri anlamasını hedeflediniz?
Ş.S.T.: Ömer Hayyam’ın çok sevdiğim dörtlüklerinden biri şöyle diyor:
İnsan bastığı toprağı hor görmemeli;
Kimbilir hangi güzeldir, hangi sevgili.
Duvara koyduğun kerpiç yok mu, kerpiç?
Ya bir şah kafasıdır ya bir vezir eli!
Yanından geçip gittiğimiz yapılar, her gün sokaklarını arşınladığımız şehirler, üzerinde tepinip durduğumuz bu topraklar aslında nedir? Ben her bölümde, gittiğim her şehirde bu sorunun cevabını aradım, arıyorum.
Bu kitabı okuyanlar, Nemrut’a bakarken sadece heykelleri değil, onların büyüleyici kâşiflerinden olan Theresa’yı da anımsasınlar istiyorum bundan sonra. Mardin’i gezerken duvarına “Dünyanın sonu yok” cümlesinin kazındığı evi gördüklerinde “Adır Usta’nın eli değmiş bu duvara” desinler. Halfeti üzerinde gezen turistik teknelere baktıklarında biraz olsun içleri sızlasın, binecekleri varsa da binmesinler; onun yerine kıyıda durup bir zamanlar suyun altındaki köyde yaşanan hayatı, ağaçları saran yemişleri düşlesinler… Ancak bu şekilde yaşayarak baktığımız yeri görebildiğimizi anlayalım hep birlikte. Ve bunu başardıktan sonra bir daha asla eskisi gibi olamayacağımızı.
– Servi’nin İstanbul’dan Güneydoğu’ya uzanan yolculuğu Mardin’de son buluyor. Gece denizi bir metafor olarak ne anlama geliyor?
Ş.S.T.: Mardin’e yılın en sıcak zamanlarında, birden fazla kez gittim. Gündüz kırk küsur derecenin altından kavrulduktan sonra gece ilik donduran bir soğuk başlıyordu. Fakat asıl mesele, bu sıcaklık farkına insanın değil toprağın verdiği tepki: Nusaybin’e doğru bakınca sonsuza dek gittiğini düşündüğünüz topraklar, soğuk havanın sıcak toprak üzerinde dalgalanmasıyla bir deniz görüntüsü yaratıyor… Bunu gördükten sonra değiştiğimi düşünmeye çok meyilliyim ben; gündüz toprak olanın gece denize döndüğünü gören kimse aynı kalamaz.
Gece Denizi, gerçeğin içinde yer bulamayacağını düşündüğünüz “canavarlarla” bir arada yaşayıp onları anlatan Servi için muhteşem bir yer, gösterişli bir alegoriydi. Genelleme yapacak olursak, maddenin içinde bulunduğunuz koşullara göre gerçeklik algınızla nasıl oynayabildiğinin ispatı, müthiş bir şölen. Ben de kitaba adını ve temsil ettiği anlamı yükleyerek hakkını vermeye gayret ettim.
– Masanızda yeni defterler var mı? Yeni projeleriniz hakkında bilgi verir misiniz?
Ş.S.T.: Bu kitaba başlarken “sıradaki kitap” diye bir şey yoktu benim için. Fakat bitirdikten kısa bir süre sonra devam edeceğimi anladım. İkinci kitap, Servi Hanım’ın gece defterlerini tutacağı ve benim de kendisiyle vedalaşacağım bir metin olacak.
Elif Hopyar