Kapadokya bölgesindeki kültür varlıklarının korunmasının oldukça önemli olduğuna dikkat çeken İstanbul Gelişim Üniversitesi Restorasyon ve Konservasyon Bölümü Öğr. Üyesi Bilgesu Şen, “Ülkemizde kültür varlıklarının korunması ve onarılmasına yönelik bilimsel eğitim programlarının arttırılması ve gençlerin bu alanda yetiştirilmesiyle mümkün olabilir” dedi.
Kapadokya, yaklaşık 25 bin kilometrekarelik alanı kapsayan, Antik Çağ’da önemli geçiş yolları üzerinde yer alan bir bölge. Sürekli hâkimiyet mücadelelerine sahne olan bölgede, bu mücadeleler sonucu çok sayıda savunma yapıları inşa edildiğini belirten Şen, “Sığınma amaçlı yapılan yeraltı şehirleri bu yapıların en iyi örnekleridir. Bölgede 15 adet yeraltı şehri olduğu bilinmekte olup, yalnızca Derinkuyu ve Kaymaklı adındakiiki yeraltı şehri turistlerin ziyaretine açık. 2014 senesinde TOKİ’nin yaptığı kentsel dönüşüm projesi sırasında keşfedilen dünyanın en büyük yeraltı şehir yerleşiminde, arkeolojik araştırmalar ve koruma çalışmaları sürdürülerek yakın zamanda ziyarete açılması hedeflenmektedir. Akabinde ise bilinen 12 yeraltı şehrinin daha bölge turizmine kazandırılması düşünülüyor” diye konuştu.
“MİMARİ YÖNTEMLER GÜNÜN TEKNOLOJİSİ İÇİN İLERİ TEKNİKLERE SAHİP”
Kapadokya bölge jeolojisinin işlenmesi kolay tüfik yapıdaki volkanik kayaçlardan oluştuğunu dile getiren Şen,“Bu durum peribacaları denilen tüf taşı oluşumların, insan eliyle oyularak yer üstünde mağara kiliselere, kayaların aşağı doğru oyulmasıyla büyük yeraltı şehirlerinin inşa edilmesine olanak vermiştir. İlk oyulduklarında oldukça yumuşak olan tüf taşı murç gibi aletlerle kolaylıkla şekillenmekte ancak, havayla temasla halinde sertleşmekte ve dayanımı yükselmektedir. Bölgede kurulan yerleşimlerin büyüklüğü ve kullandıkları mimari yöntemler, o günün teknolojisi için oldukça ileri tekniklere sahip olduğunu bize gösterir” ifadelerini kullandı.
Yeraltı şehirlerini inşa edebilmek için öncelikle metrelerce derinliklerdeki yeraltı suyuna ulaşan hava bacalarının oyulduğunun düşünüldüğünü vurgulayan Şen, “Bu bacalardan yanlara doğru kazı yapılarak yeraltı şehirleri oluşturulmuş çıkan hafriyat ise önceden açılmış olan hava bacalarından kurulan düzeneklerle yeryüzüne çıkarılması muhtemeldir. Nefes alarak rahat çalışılmasını sağlayan bu havalandırma boşlukları mimarinin oluşturulmasında önem arz etmektedir” dedi.
“YAŞAM BİÇİMLERİ VE DİNİ İNANIŞLAR HAKKINDA FİKİR EDİNMEMİZ MÜMKÜN”
Medeniyetlerin bıraktıkları arkeolojik buluntuların tarihlendirme yapılmasını mümkün kıldığını belirten Şen, “Kapadokya sürekli olarak akınlara ve saldırılara maruz kaldığından sığınma alanlarına ihtiyaç duyulduğu düşünülmektedir. Hititlerin savunma amaçlı yaptıkları bu yer altı şehirlerini, Hristiyanlar, Arap akınlarından korunmak ve erzak depolamak amaçlı kullanarak derinleştirip büyütmüştür. Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı döneminde de kullanılan bu şehirler yerin altında yaşam izlerini korumayı başarmış, yaşam biçimleri ve dini inanışları hakkında fikir edinmemizi mümkün kılmıştır. Adeta 12-13 katlı birer kompleks olan bu yeraltı şehirleri bünyelerinde içme suyu kuyuları, hayvan yemlikleri, bölge toprağından elde edilen pigmentlerle duvarları resimle süslenen kiliseler, büyük ve ağır taştan yapılan giriş kapıları, duvarlarında aydınlatma amaçlı kandil gözleri oluşturulmuş dikdörtgen şeklindeki odaları, nefes alabilmeyi sağlayan havalandırma bacaları bulunan yer altı şehirlerinin mekânları tünellerle birbirine bağlanmaktadır” dedi.
“BİLİMSEL EĞİTİM PROGRAMLARI ARTTIRILMALI”
Bilimsel eğitim programlarının daha fazla artırılması gerektiğini vurgulayan Şen, “Göreme Açık Hava Müzesi, 1985 yılında Unesco’nun Dünya Kültür Miras Listesi kapsamına alınmış olup, Türkiye’de bulunan kültür mirasları arasından UNESCO’nun ilk seçtiklerinin arasına girmiştir. Bu durum kültürel zenginlikleriyle dünyanın ilgisinin bölgede olduğunu gösterir ki, Japonya, İtalya, Fransa gibi ülkelerin uzmanlarının Kültür ve Turizm Bakanlığı’yla işbirliği içinde yıllardır bölgede çalışma yapmasıyla kanıtlanır. Her gün yeni bir tarihi ögesinin keşfedildiği bölgenin korunması büyük önem arz etmektedir. Özellikle kiliselerde duvar resimlerinde yapılan konservasyon çalışmalarının artması, taş yapılarda koruma önlemlerinin alınması, arkeolojik ve sanat tarihi verilerinin araştırılması gerekmektedir. Bu da ülkemizde kültür varlıklarının korunması ve onarılmasına yönelik bilimsel eğitim programlarının arttırılması ve meslek elemanlarının yetiştirilmesiyle mümkün olmaktadır. Yabancı uzmanların da katkılarıyla yapılabilir olan bu çalışmalar, kültürel değerlerin gelecek kuşaklara aktarılmasında önem arz etmekte olup, bu görev en çok da bilim insanlarının üzerindedir” diye konuştu. (DHA)
Haberler