Merhaba.
Özellikle 90’lı yılların başından bu yana içinde bulunduğum tv ve medya odaklı çalışmalarım sırasında edindiğim birikimlerden, ama aslında genel yaşam deneyimlerimden hareketle, sizlerle alanıma giren konularda dilim döndüğünce görüşlerimi paylaşmak istiyorum. Burada yer alacak hemen her şey, kişisel görüş niteliğinde olup; ne “en doğrusu budur”, ne de (hele ki) “daha iyisini biliyorsanız siz yazın o zaman” gibi üstten bakan bir tavır asla içermemektedir. Ancak, beğenmediklerim için de olabildiğince nazik bir üslupla yergilerimle karşılaşabilirsiniz.
Ben uyarayım da 🙂
Nereden başlasam diye düşünmeye gerek kalmadı, belgesel konusu üzerine bir şeyler karalamam, benden istendi zaten.
Belgesel ilginç bir tür gerçekten de. Haber gibi sıcak ve güncel bir konu olması gerekmiyor. Ya da bir sinema filmi titizliği ile senaryosu, oyuncusu vs. dev prodüksiyonlar yapmaya gerek kalmıyor. Bunu yapan örnekleri de var tabii. Öylesini izlemenin keyfi ile diğer yapımları karşılaştırınca, farkı anlıyorsunuz zaten.
Bizde belgesel izleyicisi de çeşitli. Ama yaygın olanı, kendisini başka bir yere konumlandırmaya çalışan cinsten.
Sokaktan birine sorsanız, “a evet ben tv izlemiyorum, sadece belgesel kanalları” cevabını sıklıkla alırsınız. Ya da arkadaş sohbetlerinde… Dizi, eğlence programı ya da başka herhangi bir tv programıyla ilgilenmek yerine belgesel izlediğini çevresine lanse ediyor olmak, bir çeşit statü belirleyicisi ya da ben aslında entelektüel biriyim demenin bir başka yolu oldu sanki…
Belgeye dayalı, kurmacadan uzak, toplumun büyük kesimi tarafından bilinmeyen bir konuda, bilgilendirme amacıyla hazırlanmış tv, sinema eseri demek çok yanlış olmaz belgeseli tanımlamak için.
Yani konusu ne olursa olsun, bilinmeyeni araştırıp, görsel kanıtlar eşliğinde, izleyiciye derli toplu bir bilgi vermeyi amaçlayan yapımlardan bahsediyoruz…
Şimdi, bu tanımlar ışığında, şimdiye dek izlediğiniz belgesel adı altında yapılan yayınları bir değerlendirmenizi istesem. Çok büyük bütçeli belgesel kanallarında bile bu tanımın dışında kalan yapımlarla karşılaştığınızı siz de fark ettiniz mi?
Neden böyle oluyor?
Birincisi, çoğu 6 saatlik yayını günde 4 kez tekrarlıyor da olsa, 24 saat yayın yapan bu kanalların içerik bulma sıkıntısından kaynaklanıyor.
Bu yüzden kavga halinde 3-5 motosiklet tamircisini ya da bisküvi kreması yapan makineleri izlemek zorunda kalıyoruz.
Bir diğer sebep de içerik çeşitliliği adına, her türden yapıma yer vermek için skalanın biraz daha geniş tutulmasından kaynaklanıyor. Örneğin basılı yayınlarla karşılaştırmak gerekirse, kitapçımızdan her zaman çok ağır romanlar almayı tercih etmiyor olmamız, arada sırada daha hafif içerikli dergiler vs almak istememiz gibi, “kafa dağıtmak” için, saatlerce Serengeti düzlüklerindeki zebraları izlerken bulabiliyoruz kendimizi…
Şarlatanlık seviyesinde, resmen zaman çalan işler de var. Mısır piramitlerinin gizemi, programın son 3 dakikasında “valla adamlar nasıl yapmış helal olsun” tadında bir cümleyle biten, ya da “uzaylılar aramızda” gibi ergen muhabbeti üzerine dönen binlerce “belgesel” bulabilirsiniz. Ücretli dijital platformlarda bile karşınıza çıkıyor böylesi… Daha kaliteli işler beklerken…
Benim çocukluğumda, siyah-beyaz tek kanal TRT yayını yapıldığı yıllarda, haftanın belli günlerinde ufuk açıcı, öğrenmeye aç zihinlere ziyafetler sunan yapımlar olurdu. Jacques Cousteau ve ekibinin dünya denizlerindeki araştırmaları, Yehudi Menuhin’in müzik yolculuğu, Renato Castellani yönetmenliğinde hazırlanan Leonardo da Vinci’nin hayatı…
Bu sonuncusu, çocuk aklımı başımdan alan, dönem kıyafetleriyle dramatize edilmiş yapımda günümüz kıyafetleriyle pat diye ortaya çıkan anlatıcı detayıyla zihnime nasıl kazındıysa artık, 3 bölümden oluşmasına karşın hala hatırımda J (linki aşağıda mevcut).
Gıda sektöründe ve daha pek çok sektörde de olduğu gibi, belgesel işinde de fabrikasyon üretim söz konusu olduğunda, zevkle zaman geçireceğimiz yapımların sayısı da azaldı ne yazık ki… Ama neyse ki gelişen teknolojik imkanlar, bize seçim yapma şansını önceden olduğundan daha fazla tanıyor.
Bu sayede izleyici davranışlarının da değişmesi, arz edilen yapımların da zaman içinde evrilerek belli bir standardın üzerinde olması için zorlayıcı bir unsur haline geldi (ya da gelecek diye bir umut taşıyoruz).
Bize yetişmez diye içinden geçirenlere, özellikle sosyal medyanın ilk çıkışı ile bugünkü seviyeye gelmesi arasında sadece 10 yıl geçtiğini hatırlatmak isterim.
Daha iyi yapımlar, sadece belgesel için de değil, her türden, her anlamda iyi yapımlar izleyebilmek için artık izleyiciye de bir parça sorumluluk yüklüyor: Seçim yapmak, dahası araştırıp bulmak, takipçisi olarak desteklemek…
İlk örnekleri başarısızlıkla sonuçlansa da artık yapay zeka uygulamaları, yaptığımız seçimleri daha detaylı takip ediyor ve küresel ölçekte oluşan yönelimler, yeni yapımların rotasını daha başarılı bir şekilde çiziyor.
Evet Dostlar. Buraya bir noktalı virgül koyup, görece daha derin bir nefes alalım.
Günlük mümkün değil, aylık yetersiz kalır ama umuyorum haftalık bir periyotta yazmaya gayret edeceğim. Bu biraz da sizlerin ilgisine de bağlı. Lütfen sorunuz ya da katkınız olursa, güzel bir belgeselin linki mesela, yorum satırlarını boş bırakmayınız.
Bunu arkadaşlarım da okusun diyorsanız, paylaşın gitsin yahu! 🙂 O buton onun için…
Sevgiler.
Belgesel Önerisi
Leonardo Da Vinci’nin Hayatı
Senaryo ve Yönetim: Renato Castellani
Tarih Danışmanı: Cesare Brandi
Yapım: RAI – ORTF – TVE – ISTITUTO LUCE 1972