Dünya zengindir, dünya renklidir. Öyleyse neden onu tüm karmaşık çeşitliliği ve zıtlıkları içinde göstermeyelim? Neden bir yöne gittiğinizde, onu daha da takip etmek zorundasınız ve aynı anda her yöne gidemiyorsunuz? Tüm bunlar Berlin’de yaşayan Türk sanatçı Başak Yavuz‘un yeni albümü “Raum 610“u kaydetmeye başladığında kendisine sorduğu sorular.
Başak Yavuz işe koyulmak için fazla zaman harcamıyor. Açılış şarkısı “Promised Lands”de caz, rock, funk ve hip-hop gibi farklı üsluplar adeta bir ölüm kalım meselesi gibi birbirini kovalıyor. Mesaj açık: bu enerjiyle ilgili. Büyük şehrin enerjisi. Kaldırımdaki kalabalıklar, sıkışık caddeler, inşaat alanlarından gelen gürültü, birbirlerine bağıran bisikletliler ve sürücüler, havlayan köpekler, çığlık atan çocuklar, kırılan camlar, her köşede yeni bir sürpriz. Başak Yavuz saklanmıyor, Molek’in temposunu yakalıyor ve onu tüm kırılmaları ve sınır geçişleriyle kendi nabzı haline getiriyor. Şarkılarını aşırı yüklemekten korkmuyor, ancak yaratıcı aşırı doygunluğun patlayıcılığını güvenle dengeliyor.
Başak Yavuz kariyerine İstanbul’da başladı, orada mimarlık eğitimi aldı ve New York’ta müzik eğitimi aldı. Berlin’e yeni geldiğinde, “Raum 610 “da ifade ettiği gibi tamamen yeni bir başlangıca cesaret ediyor. Şarkıları zıtlıklarla dolu ve bu zıtlıklar en uç noktalara kadar yaşanıyor. Her şarkı kendi başına, dinleyicilerin kolayca yönlerini kaybedebilecekleri bir labirent; sanki metroya şehrin rastgele bir yerinde rastgele girmişler ve yeraltı yolculuğunun ardından aynı derecede rastgele bir yerde yeniden ortaya çıkmışlar gibi. Başak Yavuz ise yönünü hiç kaybetmiyor. Pandemi sırasında senaryo yazarlığı dersleri aldı. Böylece şarkılarını da, konusu her zaman net olan film senaryoları gibi yazdı. “Dünyaya bir hikaye anlatmak istiyorum.” diye coşkuyla sesleniyor Başak Yavuz: “Başka insanlarla tanışıp görüşüyorum, kendimi onların yerine koymaya çalışıyorum ve müziğimde roller ve karakterler icat etmek için bir bağlam arıyorum. Her karakter kendi yolculuğuna çıkıyor. Bu benim şarkı yazma yöntemim ve şarkının kendisi her zaman odak noktası.”
“Raum 610” Başak Yavuz’un üçüncü albümü ve kendi ses dünyasının izini sürüyor. Ses dünyasının mucidi için çok önemli bir husus, arkadaşlarıyla birlikte çalışmaktı. En önemli etki olarak progresif rock’ı gösteriyor, sadece müziğin kendisinden dolayı değil, bu müziği arkadaşlarıyla yoğun bir şekilde dinlediği için. Progresif rock’ta olduğu gibi, ses, tını ve ritimde sürekli değişiklikler var. Bunları uygulayabilmek için gözü kapalı güvendiği insanlarla çalmak onun için önemliydi.
Başak Yavuz’un en yakın çalıştığı gitarist Sebastian Böhlen, sadece albümde çalmakla kalmadı, aynı zamanda albümü düzenledi ve diğer katılımcıların seçiminde önemli bir rol oynadı. Şarkıcı ve gitarist, Manhattan School of Music’te birlikte geçirdikleri dönemden beri birbirlerini tanıyor ve Berlin’e geldikten sonra buluştuğu ilk kişi de o olmuş. Böhlen iyi bir kulağa sahip ve şarkılara hayat veren doğru nefesi üfleme cesaretini gösteriyor. Başak Yavuz da kendi felsefi dünya görüşüne kararlı bir kontrpuan sağlayan bir mizah anlayışına işaret ediyor.
Böylesine zengin bir albümün inşasında Başak Yavuz’un mimarlık deneyiminin büyük katkısı oldu. Orijinal merkezden ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın, yine de her zaman doğru dengeyi buluyor. Şarkılarının sağlam bir temeli var ve bu temel üzerinde kat kat yükselebiliyor. Yapılara olan sevgisini gizlemiyor, bu yapılar ilk dinleyişte izlenimlerin ve kıvrımların bolluğunda kendini göstermese bile.
Kişisel yolculuğunun üç istasyonunun – İstanbul, New York ve Berlin – pek çok ortak noktası var. Her gün yeni ifade biçimleri üreten, durmaksızın fokurdayan üç kültürel eritme potası. Başak Yavuz, albümünde bu yapısal kaosu hiçbir klişeye boyun eğmeden çok etkileyici bir şekilde duyulabilir hale getiriyor. Müziğinde, kendi deyimiyle yetişkinler için bir oyun alanı yaratıyor. Sadece müzisyenlerin değil, dinleyicilerin de stres atabileceği bir oyun alanı. Her üç şehrin zıtlıklarını, bilinçli zihin aracılığıyla bilinçaltına yerleşen ve bir noktada yeniden yüzeye çıkmak isteyen tüm yükleri de yanına alıyor. Tüm bu seviyelerde her şeyin ayrıştığı ve sonunda yine kendini bulduğu mükemmel kaotik formu buluyor.
“Raum 610” bir macera. Bu albümü istediğiniz kadar dinleyin, her seferinde ilk kez dinlemiş gibi olacaksınız, yukarıda bahsedilen üç karınca yuvasının bir sokağında olduğu gibi.- Wolf Kampmann