Gürültünün ve karmaşanın gölgesinde bile kendine özgü bir ruhu, bir armonisi var Bakırköy’ün. Bu sound’un mimarları ise şüphesiz ki Bakırköy’ün müzisyenleri… “Buyrun Bakırköy’ü bir de yukarıdan temaşa edelim” diyor Bakırköy’le özdeşleşmiş sanatçılarımızdan Cem Karaca ve Bakırköy Underground başlıyor…
Sene 2008. Henüz 14 yaşında bir genç Berkay Şatır. Kim bilebilirdi ki korsan CD’ler aracılığıyla izlediği İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek (2005) isimli Fatih Akın yapımının yeni bir belgesele vesile olacağını? O dönem Bakırköy’de yaşayan müzik ve film tutkunu genç, zar zor edindiği kamerayla Bakırköy’ün alt müzik kültürünün nabzını tutmaya başlıyor. Bakırköy’ün dar sokaklarında dolaşırken, gitar riflerinin yankılandığı prova stüdyoları, gençlerin hayallerini kurduğu kafe köşeleri, onun için birer keşif alanı oluyor. Şatır 2008 yılında çekmeye başladığı ve bir süre rafa kaldırdığı görüntülere 2018 yılında yenilerini ekliyor. Şatır’ın çıkardığı yolculukta aynı müzisyenlere ve mekânlara on yıl arayla şahitlik etme fırsatı buluyoruz.
ÖZGÜRLÜK MEYDANI’YLA ÖZGÜRLÜĞÜN MEYDANI
Belgeselin kalbinde ise Türkiye’de metal, rock ve rap müziğin filizlendiği mekânlardan biri olan Bakırköy’de bu alt kültürü yaşayan müzik grupları ve dinleyicileri var. Frozen Clouds, Kozmik Yıkım, Hedonistic Noise, Art Diktatör gibi gruplar, Bakırköy’ün müzikal haritasını çiziyor. Prova stüdyolarında, sokaklarda, barların önünde, dövme stüdyolarında yapılan röportajlar, Bakırköy’ün kültürel belleğinden kesitler sunuyor. Uzun saçları, deri ceketleri ve enstrümanlarıyla bu gençler, toplumun dışladığı bir dünyada kendilerine ait bir alan yaratmışlar. “Metal müzik yapan bir arkadaşımız kendi bulunduğu semtte –Bağcılar olsun, Güneşli olsun, Yenibosna olsun– pek hoş görülmezler. Ama buraya geldiği zaman küpesini de takabilir, saçını da uzatabilir. Black metal de yapabilir death metal de. Canı isterse sokakta gitarını çıkarıp çalabilir de” sözleriyle ifade edilen bu özgürlük duygusu, Bakırköy’ü genç müzisyenler için bir “kurtuluş” yeri haline getirmiş. Özgürlük Meydanı’yla özgürlüğün meydanı olan semt.
Cebindeki üç kuruş parayı stüdyolara, ekipmanlara vererek bu alt kültürün bir parçası olmaya çalışan o dışlanmış, tertemiz gençlerin hikâyesini dinlerken, bir yandan da semtin, şehrin ve ülkenin değişen suretine tanıklık ediyoruz. O cafeler, stüdyolar, tren istasyonları bir bir silinip giderken, bir şekilde kabullenmek zorunda kalıyoruz bazı gerçeklikleri… Artık ne şehir aynı şehir, ne de müzik aynı müzik.
Belgeselde geçen on yıl, rock müziğin popülaritesindeki düşüşü gözler önüne seriyor. Rock, sadece bir müzik türü değil, aynı zamanda isyanın, değişimin ve özgürlüğün bir simgesi. Protest şarkılarıyla adaletsizliklere karşı duruş, tüketim çılgınlığına karşı bir başkaldırı. Rock müziğin yeraltı kültürünün bir taşıyıcısı olmasının nedeni de kuşkusuz protest tavrından. Belgeselde rock müzik temsilcilerinin, ilginin azalmasından yakınması kuşkusuz bu müzik türünün temsilcilerinin geleneklerine bağlılığını da gösteriyor. İlgi azalsa da isyan bayrağı inmiyor; sadece bayrak farklı şekilde dalgalanıyor. Şimdilerde rap müzik altın çağını yaşıyor olsa da rock müziğin ruhu ölmüyor, keza metal müziğin de öyle. Yakın geçmişte ülkemize gelen Judas Priest ve Deep Purple gibi efsanevi grupların konserlerine gösterilen yoğun ilgi, bunun en güzel kanıtı.
BİR EFSANE FAKAT HAYAL ÜRÜNÜ DEĞİL
“Zaman akıp gitti, ortada pek bir şey yok” sözleri çok sayıda metal grubunun kurulmasına öncülük etmiş Bakırköylü müzisyen Hakan Nurcanlı’ya ait. Bu sitem, bir zamanlar coşkuyla çalan gitarların ve hayallerin yerini sessizliğe bıraktığı gerçekliğini yansıtıyor. ’80’lerin sonları ve ’90’lar… Ülkede heavy metal rüzgârları esiyor. Türkiye’nin ilk metal gruplarından Deathroom’un esip gürlediği zamanlar. 1985’te kurulan grup, 9 yıl boyunca müzik hayatına devam etmesine rağmen, albüm bile çıkaramadan dağılıyor. “Bugün Deathroom bir efsane ama hayal ürünü değil” demişti bir söyleşisinde Nurcanlı. Sahiden de öyle. Son konserini 1994’ün sonunda veren grup hâlâ birçok dinleyici tarafından özlemle hatırlanıyor. Nurcanlı için bir defter kapansa da yeni sayfalar açıldı; Bakırköy için de öyle… 1997’de Art Diktatör lakabını kullanmaya başlayan Nurcanlı, sonradan kurduğu Neoplast’ın 2008’de dağılmasının ardından Art Diktatör adıyla solo projelere imza attı. 2010’dan bu yana ise Adviye Nurcanlı’nın da katılımıyla Art Diktatör olarak elektro-synth/darkwave müzik üretiyorlar. Bakırköy’ün ruhuyla yola çıkan ikili Türkiye’deki konserleriyle birlikte Finlandiya, Danimarka, İsveç, Ukrayna, Romanya ve Kanada’da da sahne alarak kayda değer bir dinleyici kitlesi edindi.
Bakırköy, sadece rock veya metal değil, aynı zamanda Türkiye’de rap müziğin de kök saldığı önemli bir merkez olmuş. Günümüzde altın çağını yaşayan rap müzik, yeraltı kültürünü beyazperdeye taşıyan belgeselle ekrana yansıyor. “Bakırköy İstasyon” gibi rap kolektifleri müziğiyle belgeselde kendine yer buluyor. Bakırköy Underground, aynı zamanda farklı müzik türlerinde üreten sanatçıların bir araya gelerek yarattığı sinerjiyi de gözler önüne seriyor. Bakırköy’de rock, metal ve rap gibi farklı müzik türlerinde eserler üreten sanatçılar, kolektif bir bilinçle burayı bir kültür formu haline getiriyor.
ÇÖZÜM DAYANIŞMA KADAR BASİT VE GÜZEL ASLINDA
Bu dayanışmacı ruh son dönemde müzik emekçileri arasında sıkça gündeme gelen örgütsüzlük sorununu bir kez daha düşündürüyor. Pandemiden bu yana sıkça gündemde kendine yer bulan bu sorun için sayısız çözüm önerisi konuşulsa da kayda değer bir sonuca varılamadı ne yazık ki. Müzisyenlere yönelik şiddet, konser yasakları ve ekonomik krizin yarattığı zorluklar sanat gündeminden düşmezken çözüm dayanışma kadar basit ve güzel aslında.
Müzik emekçilerinin koşulları, telif hakları gibi konularda çok geç adımlar atılmış olan Türkiye, tarihinde çok sayıda örgütlülüğe imza atmış. Bunun örneklerine günümüzde de az da olsa rastlıyoruz: Müzik Yorumcuları Meslek Birliği, Musiki Eseri Sahipleri Grubu Meslek Birliği Müzik ve Sahne Sanatçıları Sendikası. Ancak yeterli mi? Tabii ki değil. Müzisyenler iktidarın baskıcı politikalarına karşı birlik olup daha güçlü bir ses çıkarılmalı. Temennim Bakırköy’ün belgesele yansıyan dayanışmacı ruhunun tüm ülkede vücut bulması.
Bakırköy Underground, sadece bir belgesel değil, aynı zamanda bir dönemin, bir kuşağın yansıması. Bu belgesel, müzikle hayata tutunan gençlerin hikâyesini anlatırken bir şehrin değişimi ve müzikal mirasının korunması mücadelesini de gözler önüne seriyor. Bir semtin, bir dönemin, bir kuşağın yansıması olan Bakırköy Underground, notalardan taşan umudun yansımasını gözler önüne seriyor. Dilerseniz bu 30 dakikalık serüvene sanat platformu MUBI aracılığıyla şahitlik edebilirsiniz.
* Bu yazı ilk olarak BirGün Pazar’da yayınlanmıştır. Işıl Çalışkan’ın yazılarını okumak için: www.birgun.net
Işıl Çalışkan / BirGün