Bazı değerler vardır ve bu değerler bir döneme gerek ürettikleri gerekse yaşamıyla damga vurmuşlardır. Onlar çok değerlidir ve aslında sadece bulundukları döneme değil, ardından gelecek yıllara da ayna olur. İşte onlardan biri olan Bergen de tam olarak böyle bir isim işte… Türkiye’de arabesk müziğin önemli yorumcularından biri olan Bergen, kısa süren zorlu hayatı ve bıraktığı albümler ile müzik tarihimizde ölümsüz isimler arasında yerini aldı. Sevdiği adam tarafından önce kezzap atılarak yüzü yakılan, daha sonra ise yine aynı adam tarafından katledilen Bergen’in sadece müzik adına değil, kadına şiddet deyince de sembol olarak anılan bir isim olarak gönüllerde yeri çok özel oldu. Kısacık süren ve binbir çile ile geçen, hazin bir sonla ömrü biten Bergen ve hikayesine doğru bir yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?
Benim Bergen Hikayem
1992 yılında bir televizyon kanalında evde ailecek izlenen bir filmde ilk kez karşılaştım Bergen ile… Tek gözünü saçıyla kapatan, harika bir sese sahip değerli bir insandı. Filmden o kadar etkilenmiştim ki, bunun sadece bir film olduğunu düşünürken aslında gerçek bir yaşamın izi olduğunu hiç düşünmemiştim. Annemlere onu sorduğumda öldüğünü ve onu kocasının öldürdüğünü öğrenmiştim. Bu durumdan çok etkilenmiş ve pazardan “Acıların Kadını” isimli kasetini aldırmıştım. O kaseti günlerce dinlediğimi hatırlıyorum. O yaşlarda daha çok Sezen Aksu dinleyen bir çocuktum ve aslında arabesk denen tarzı pek de dinleyen biri değildim. Ama Bergen farklıydı ve onu sadece bir kez televizyonda izlemiş, film sandığım hayatının gerçek olduğunu öğrenince bir bağ kurmuştum. “Acıların Kadını” sonrası elbette bulabildiğim diğer kasetlerini de edindim. “Onuda Yak Tanrım”, “Yıllar Affetmez”, “İnsan Severse” o yıllarda edindiğim diğer kasetlerdi. Zamanla müzisyen oldum ve Bergen’in tarzına çok uzak tarzda müzik yapmaya başladım ama bu değerli sanatçıya hayranlığım hiç bitmedi. İnternet çağında o dönemler bulamadığım diğer albümlerini dinleme fırsatı buldum. Hakkında yazılan kitapları okudum ve zamanla onun videolarını ve çok daha fazlasını… Çocuk yaşta neden çok sevdiğimi çok ifade edemeyebilirdim, ama şimdi şöyle özetlerim; Bergen, Arabesk adı verilen bu müziği gerçekten yaşayarak, hissederek kalbinden söylüyordu. Onun adı Acıların Kadını’ydı ve sesinde o hüznü isyanı hissediyordum.
Bergen’li Yıllar
Tarih 15 Temmuz 1959’u gösterdiğinde o gün bir sanatçı dünyaya merhaba diyordu, ismi Belgin Sarılmışer’di. Mersinli bir ailenin çocuğu olarak bu güzel ilimizde dünyaya geldi ve ailenin son çocuğuydu. Anne ve babası bir süre sonra boşanınca küçük Belgin hayatında çok önemli bir yere sahip olan annesi ile Ankara’ya yerleşti. Ankara’da bir müddet konservatuarda okuduktan sonra okulu terk edip PTT’de memur olarak çalıştı. Bir gece arkadaşları ile birlikte eğlenmek ve hayatın bir nebze stres atmak için Seyman Kulüp’e gitti ve arkadaşları tarafından sesinin güzelliği bilinen güzeller güzeli Belgin, onların ısrarlarını kıramayıp çok sevdiği Orhan Gencebay’ın “Batsın Bu Dünya” isimli eserini seslendirdi. Seyman Kulüp sahibi Belgin’in sesini beğenince ona sahne alması için bir teklifte bulundu ve kendisi de bu teklifi kabul edince böylece müzik kariyerinin doğuş hikayesi de başlamış oldu. Daha sonra Ankara’da birçok gazinoda sahnelerine devam eden Belgin ismini Bergen olarak değiştirdi ve bir süre sonra ise Adana’ya çalışmaya gitti. Orada her sahne sonrası odasına gelen çiçekler ve bu çiçekleri yollayan gizemli bir adamla tanıştı. Bu adam her akşam Bergen’i sahne önünden izliyor ve onu hiç yalnız bırakmıyordu. Belki de ilk kez adı aşk olan bu yüce duyguyla tanışıyordu Bergen… Bu aşk oldukça büyüktü. Bir süre sonra ise aşık olduğu adamın evlenme teklifine evet diyecek ama bir süre sonra sevdiği adamın başkasıyla evli olduğunu öğrenince bu ilişkiyi hayal kırıklıkları içinde noktalayacaktı. İşin bir de sahneye çıkma konusundaki kıskançlık problemi vardı. 1988 yılında kendisiyle yapılan bir söyleşide olayı şu şekilde açıklamıştı; “Ben sahneyi çok seven, açıkçası sanatına aşık bir kişiydim. O ise kıskanç bir insandı. İlk başlarda bana hissettirmemeye çalıştı. Ama sonra ortaya çıktı, ilk dayağımı da o zaman yedim. Beni sahneden aldı ve bir eve kapattı…”
Bergen, kocası tarafından ihanete uğramış ve daha sonra bu ilişkiyi noktalamıştı. En büyük destekçisi can yoldaşı annesi ile İzmir’e yerleşmişti. Eski eşi ise bu durumu kabullenmiyor ve bir takım planlar yapıyordu. İzmir’de bulunan New York isimli pavyonda çalışmaya başlayan Bergen bir akşam annesi ile taksiye binmek üzereyken, bir anda hiç tanımadığı bir adam bir kova kezzabı üzerine döküp kaçtı. Bu olay ayrıldığı eşi tarafından planlanmıştı. Bu akıl almaz olayı bir kiralık katile yaptırmıştı. Talihsiz kadın ekip arabasının gelmesiyle Ege Üniversitesi Hastanesi’ne kaldırıldı. İki gözü birden görme işlevini kaybetmek üzereydi fakat daha sonra o dönemin en önemli doktorlarından Onur Erol gönüllü olarak sanatçının tedavisinde aktif rol aldı ve sanatçıyı üç kez ameliyat edip gerekli estetik operasyonları da yaparak sanatçıyı 45 gün içinde hayata döndürdü. Bu vahim olay sonrası tek gözünü kaybeden sanatçının bir süre sonra diğer gözü açıldı ve böylece yeniden hayalini kurduğu sanatını ve çok özlediği sahnesine kavuşmanın yolu açılmış oldu. Bergen acılarla dolu sanat yoluna yeniden ve daha emin adımlarla ve büyüyerek devam edecekti. Ameliyat sonrası İzmir’de yaşayan Bergen’i New York gece kulübünün sahibi Cengiz Özşeker ziyaret etti ve sanatçıyı tekrar sahnelere dönmeye ikna etti. Bergen yeniden sahnelerle buluşuyordu…
Sezen Aksu; “Kezzap bile bu kadını çirkinleştirememiş”
Bergen onca badireler atlatmış, büyük acılar çekmiş ama Onur Erol’un da desteğiyle yeniden hayata dönmüştü. Sağ gözünün üzerine attığı saçı ile veya güneş gözlüğü takarak kendine bir imaj oluşturmuştu. Sezen Aksu’nun da dediği gibi güzelliğini koruyordu. O tarihe kadar üç albüm yayınlamıştı. “Şikayetim Var”, “Kardeşiz Kader” ve “İnsan Severse” isminde fakat yaşadığı onca acıdan sonra bunun adeta bir yansıması olan “Acıların Kadını” isimli albümü sanatçıya büyük başarı getirdi. Hemen ardından Yalçın Gülhan ile başrollerini paylaştığı albümle aynı adı taşıyan “Acıların Kadını” isimli filmi ile film sektöründe de yer aldı. O günlerden sonra “Acıların Kadını” olarak anılmaya başladı. Üst üste gelen başarılar sonrası bir dönem yine o çok sevdiği adamı affeder. Açılan davadan vazgeçer ve sahneleri bırakmaya karar verir. Hatta birlikte bir ev tutup artık “Acıların Kadını değil Mutlulukların Kadınıyım” der. Fakat yapamaz ve bir süre sonra yeniden sahnelere dönmek ister ve elbette yine zor günler başlar Bergen için… Sevdiği adam yine şiddetle karşı çıkar ama Bergen sahnelere aşıktır her şeyi göze alır ve yeniden sahnelere döner. Bu arada albüm çalışmaları da devamında gelir “Onuda Yak Tanrım”, “Sevgimin Bedeli”, “İstemiyorum” ve “Yıllar Affetmez”… Öyle başarılıdır ki TRT ‘deki Arabesk yasağını ilk delen sanatçı olur ve hem “Acıların Kadını” şarkısını söyler hem de bir röportaj verir. Arabesk müziği anlatır sevenleri için. Peş peşe gelen bu albümler sanatçının artık bu müziğin önemli bir temsilcisi olduğunun ispatı niteliğindedir. Adana’ da konser sırasında sahnede bacağından bıçaklanır ama bu durum onu durdurmaz onun adı Bergen’dir… Bu olayı kocasının yaptırdığı sanılsa da aslında gazinonun fotoğrafçısı yapmıştır ve verdiği ifadede popüler olmak için yaptım gibi anlamsız cümleler kurar ama asıl neden bilinmemektedir. Bergen artık sanatının zirvesini yaşamaktadır. Fakat her güzel hikayenin bir sonu vardır ve hiç adil değildir bu sonlar… Hayatına girdiği günden beri bu dünyayı ona zindan eden eski eşi bu sefer de tarihler 14 Ağustos 1989’u gösterdiğinde karşısına çıkar Pozantı yolunda büyük bir tartışma yaşayan ikili sonunda aşık olduğu, kezzaplı saldırı sonrası bile “Kanı suyla yıkamak lazım” deyip affettiği, uğruna en büyük aşkı sahneleri bile bıraktığı eski eşi tarafından orada kurşunlanarak öldürülür. Annesi ise bu olaydan yaralı kurtulur. Bu hazin son sonrası Bergen çok az kişinin katılımıyla Mersin Şehir Mezarlığı’na defnedilir fakat ne acıdır ki, bu günde hiçbir sanatçı dostu orada yoktur. Bergen sevenlerinin kalbine gömülmüş ve aslında hiçbir zaman ölmemiştir. O, sevenlerinin gönlünde kadına şiddet olaylarında sembol ve hiçbir zaman dinmeyecek yaramız olmuştur. Zaman içinde ona hayran olan Ceylan Ertem, Funda Arar, Işın Karaca ve Emrah gibi isimler eserlerini seslendirmiştir. 30 yıllık yaşamında onun ise en çok hayranı olduğu sanatçı Müslüm Gürses olmuştur ve onun konserinin olduğu gün eğer kendi konseri bile varsa onu iptal edip mutlaka hayran olduğu sanatçının konserine gidermiş… Yaşadığı kısacık yaşamında 11 kaset, 6 LP ve bir sinema filmine imza atan sanatçı, eşsiz sesi, albümleri ve verdiği büyük emek ve elbette keşke böyle olmasaydı dediğimiz hikayesi ile sonsuza kadar yaşamaya devam edecek…
“Bergen” Filmi Hakkında
Uzun süredir ben ve benim gibi birçok Bergen severin heyecanla beklediği Bergen filmi 4 Mart 2022 tarihinde gösterime girdi. Senaryosunu Sema Kaygusuz ve Caner Alper’in yaptığı filmde Farah Zeynep Abdullah, Tilbe Saran, Erdal Beşikçioğlu gibi değerli isimler başrolleri paylaşmış, Mine Şengöz’ün yapımcılığını üstlendiği film başta sevgili Bergen’in ailesi olmak üzere tüm ekip tarafından her detayı özenle ve büyük bir özveri ile hazırlandı. Fragmanı çıktığı andan itibaren birçok akıl almaz sansasyonel açıklamalarla zanlısı tarafından üstü kapatılmaya hatta engellenmeye çalışılsa da film halkta karşılığını buldu ve son zamanların en çok izlenen yapımı oldu. Detaylara gelecek olursak, bugün büyük bir heyecanla uzun bir aradan sonra sinemada yerimi aldım. Bergen çok sevdiğim bir sanatçıydı ve hayatını izlemek beni de her seveni gibi derinden üzdü. Sevgili Farah Zeynep Abdullah çok sevdiğim bir oyuncu ve Bergen’i adeta yaşayarak oynamış ve yapılan makyajlar kostümleri vs adeta yeniden yıllar sonra Bergen’i sevenleriyle buluşturmuştu. Filmin her saniyesinde gözlerim doldu kendisini yürekten tebrik ederim. Son zamanlarda keşke Bergen’in sesi kullanılsaydı tarzında eleştiriler okuyorum. Elbette Farah bir ses sanatçısı değil ve Bergen gibi bir yorumculuk beklemek hata olur ama şunu da bir müzisyen olarak söyleyebilirim ki, bugün şarkıcıyım diyen ve bu işten para kazanan birçok kişiden çok daha iyi performans göstermiş. Bergen bu ülkenin gelmiş geçmiş en büyük seslerinden biri zaten onun yerine kimse onun kadar iyi söyleyemezdi bu şarkıları, çünkü o yaşadığı acıları derinden hissederek söyleyen nadir isimlerden biriydi. Filmin sonunda ise zaten Bergen’in eşsiz sesiyle “Sen Affetsen Ben Affetmem” isimli şarkısını büyük bir acıyla dinliyorsunuz. Filmin bir diğer oyuncusu Erdal Beşikçioğlu ise gerçekten yine ustalığını konuşturmuş durumda. Bergen’in eski eşi ve zanlısı olan o şahsı öyle bir canlandırmış ki, gözümün önüne geldikçe tüylerim diken diken oluyor. Sevgili Tilbe Saran’dan bahsedecek olursak ki filmi izlerken en çok o beni etkiledi diyebilirim, Sevgili Bergen’in annesini canlandırmış ve gerçekten her sahnesinde gözlerimden yaş akıttı kendisi, onun dışında zaten hikayesini herkesin bildiği ama özel noktalara da değinilen ve özenle hazırlanmış bir senaryo var filmde. Sanatçının hakkında çok önemli bilgiler de var, izleyenler bu yazıyı okuyunca mutlaka anlayacaklar. 1980 darbesi sonrası bir genç kızın, çocukluğundan başlayan, hayalleri ile hayal kırıklıkları arasında, çaresizlik içinde hayata her adımda direnen ama sonunda ise keşke böyle olmasaydı dediğimiz acı sonla sonsuzluğa göçen bir sanatçının hikayesi… Bergen bir sanatçıydı, ama her şeyden önce bir kadın, insan, evlat, kardeş ve hepimiz bir insandı. Sevgili Bergen’den sonra nice kadın sevdiği adam tarafından ya da hiç tanımadığı adamlar tarafından katledildi, bu konu toplumumuzun hep kanayan yarası oldu ve hala da aynı şekilde her gün bir cinayetin haberini izliyor, kederleniyoruz. İşte Sevgili Bergen’in hikayesi aslında her bir katledilen kadının hikayesi, umuyorum ki kadına şiddet konusunda çok daha tutarlı ve gerekli ağırlaşmış cezalar verilir ve bunun bir şekilde önüne geçilir. Bergen’in hayatını konu alan film bu açıdan çok kıymetli, ben şahsen bu filmin her aşamasında emeği olan herkese sonsuz teşekkür etmek istiyorum. Bergen’in ailesini de en içten dileklerimle selamlıyorum…