Dün çok tuhaf bir rüya gördüm. Beyaz kuğu olarak dans ediyordum. Sonra karanlığın boynunda uyuttum düşlerimi, parmak uçlarımda yaralar vardı. Yıldızlar dalga dalga çalkalarken kendini; gece korkusuzdu. O an bakışlarım gerçekliğe kapandı. Her şey olup bitmeye başladı sadece, ben hala çabalamaya devam ettim. Bu kadar basit olamazdı; ben öylece gecenin eşiğinde, simsiyah ritimlere akıp gidemezdim. Ama onlar ki karanlığın muhafızları… Gözlerim, dudaklarımı da alıp beyaz’ın isyanına savruldu. İliklerim ağırlaşırken, çevremde ne varsa bakışlarıma çarpan… Boğuluyordu. Ani bir hırsla uyandım, sonra kendime, kendimin sonrasına uyandım. Gece, kabus ve karanlık bana sahip olmak için savaşırken, parmak uçlarımda gördüğüm rüya bana dönüşüyordu. Ama merak etmedim, sabah her şey daha iyi görünecek, hep öyle olur…
Hep düşündüm… Mükemmellik içimden akıp karışabilir mi sahneye? “Mükemmellik sadece kontrollü olmaktan geçmez, aynı zamanda kendini bırakmaktan geçer.” Dedi. Oysa ben dünyanın en acı gerçeğinin kendimizi özgür bırakırsak asla kusursuz olamayacağımız olduğunu sanıyordum. Daha acı gerçek “MÜKEMMELLİĞİ HİSSETMENİN TEK YOLU ÖZGÜR ÖLMEK”miş. Ve ölüm sonsuza kadar bir hissi taşımanın mümkün olduğu tek zaman.
Kendimi kontrol ederken, kendime engel olan tek kişiydim. Evet… Ama kusursuz olmak için yaratılan bir ruha bu cümle engel olamazdı. Siyah kuğu çaldığında aşkımı, kaderimi onun çizmesine izin veremem. Eğer Tanrı benim için bir zar atsa, ben benim için düşecek sayıyı ve nereye, hangi hızla düşeceğini önceden hesaplamalıydım. Bana ait her şey müthiş bir planda, estetik bir düzende mükemmelliğe teslim olmalıydı. Evrene söz geçiremezdim belki, hatta en yakınlarıma bile. Ne kadar zayıf olursam olayım dünyanın yanında, otorite kurabileceğim bir şeye sahiptim. Bilincime çivilerle asılan her takıntı uğruna, otoritemin gücü beni takıntıma dönüştürürdü. En iyisini yapabilmek için yapmak istediğim şeyin kendisi olmam gerekir. Bu dönüşüm süreci beni de benden ayırmak zorundaydı. Çünkü ben rol yapmak değil, gerçek olmak istedim.
Kendimden soyutlanmanın acısını dindirmek için kanattığım hiçbir iz, ruhumdaki yaralardan daha kötü değildi. Bu, dönüşümün kusursuzca gerçekleşmesi için, sonuna kadar dayanmak içindi her şey. Fiziksel acılar, an’a dönmeyi hatırlatırken hala saflık damarlarımda süzülüyordu. Ondan kaçtım, aynalar etrafımı çevrelerken yakalanmamak imkansızdı. Her bakışta masum yansılar yutuyordu beni, vahşetle boyadım zihnimi. Hayaletleri fısıldadım, nefesim ölüm kusmaya başladı nihayet. Bir sırdı bu, benim sırrım; karanlığımın ve aydınlığımın arasında.
Gerçek olmak istemiştim, yaşadığım hayatın bile gerçekliği şüpheliyken… Tek yolu vardı…
Tüm bu oyunları sürdürürken ruhum, şeytanlar gözleriyle çevirdi çarkı. Biliyordum, içimdeki tutku sönmedikçe bitmeyecekti nöbetler… Ve hiç sönmeyecek tutkularım. Vazgeçemeyeceğim şeyler vardı; kusursuz olmak için saf başarı ve zarafetle tamamlanan statü.
Gölgeme dağılan kanatlarımın özüydü saflık.
Oyun benim oyunumdu. Tutkum sahnede bir davaydı artık. Her şey akışında doğruydu ama sahnede kontrol edebildiğim tek şey kendimken ve onun da yarısı şeytanlara teslim olmuşken; onlar tabi ki hata yapacaklardı.
Ruhum sona geldiğinde kendini gizledi ve rüyasından kaçmadı. Sanrılarım beni yakaladı. Gözbebeklerimdeki aydınlık mum ışığında titreyen kızıl gölgelere büründü.
İşte şimdi;
Benim sıram
Bırakmanın vakti geldi. Kendim de kalmadı kendime.
Benim hatam değildi, ben hissettim; Mükemmeldi.
Onu gördüğümden beri aynalar yutuyor beni,
Sabaha kadar omzumdaki yarayı temizliyorum.
Biliyorum,
İpin ucunun düğümlendiği yerdeydim.
Kalbim bir çığlığı fısıldamıştı
“Belki bir gün tüm sırların buzları erir.”
Omzumdaki yara iyileşir
Ve nihayet hayalete sarılırdım.
Saydam gövdesini öptüğümde
O ateşe dönüştü, ellerim rüzgara.
Sağa doğru meyildi gölgesi
Bir bilse kaçtıkça daha derine düşeceğini.
Dibe vardık, kalabalık bir labirentte seviştik.
Ateşe değdi tenim, karmakarışıktım acıyla.
Tekrar gece vakti, başa döndü kabuslarımız.
Kan içinde buldum sanrılarımı.
Uyuşuk kirpiklerimle saati aradım, yürümesini bekledim sayıların.
Korkularım, imkansız griler sayıklıyordu, susturdum onları.
Bilmiyorum, sonsuz isyana nasıl dayandım?
Kendi canavarımdan kaçarken,
Onun hayaletine yakalandım.
Günler hep böyle mi gidecekti?
Gururlu isteklerim diz çöktü
Özür diledi,
Dudaklarım ısırdı ve sürreal bir katliam başlattı.
Boynum ayrıldı bizden bir anlığına.
Nefretle başladı her gerçek olan,
Sevgiye dönüştürdük
Ve sevgi öldürdü hepimizi.
Gözbebeklerimi döngüye kıstırdım.
İyilik, kötülükten güçlüydü
Özümde yaşayan canavarın keskin hisleri esir aldı
İçimdeki saf karanlığı.
Ve ben artık dizlerimin üstünde duramam
Haç çizgileri belirgin
Omzum temiz, gözlerim kirli.
Saydamlaşmak için yalvardım ona, onun gözleriyle.
En dipteydim ve gördüğüm tüm açık yolları çizdim
Tırnaklarım kanadı,
Ayırdım kendimi milyonlarca parçaya.
Kader, hırs ve kusursuzluk
Beni tekrar bütün yaptı.
Griler söndü varlığımın canlı balosunda.
Belki bir gün tekrar denerim ondan kaçmayı
Biliyorum,
Umutlar karanlıkta parlamaz
Ve sabahları kapalıdır aynalar.