Hayat dolu, şehirli, taptaze anlatımıyla edebiyatımızda minimal anlatımı tercih edip söyleyecek çok sözü olan Mevsim Yenice ile tanışmanızı isterim. Okuduğunuz her yeni öyküsü ile, öyküyü çok sevdiği hissini size geçiren Mevsim Yenice öykü adına kesintisiz ve derin bir nefes. Yeni öykü kitabı Bilinmeyen Sular ile söyleşi yapma imkanı bulduğum Yenice’nin Tekme Tokatlı Şehir Rehberi isimli bir öykü kitabı daha bulunmakta ve çeşitli dergilerde yayımlanmış hatta ödül almış öyküleri de.
Kendisiyle kendisi ile ilgili, kitapları ile ilgili, dergilerde yayımlanan öyküleri ile ilgili tüm detayları konuşmaya çalıştım. Edebiyatımız adına kazandığımız bu taptaze nefesi, Mevsim Yenice söyleşisini sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyacağım.
Buyrun lütfen 🙂 İyi okumalar dilerim.
– Öncelikle biraz edebiyata doğru olan yolculuğunuzdan bahsetmek istiyorum. Üniversite eğitiminizi fizik üzerine alıyorsunuz. Edebiyat hep var mıydı? Nasıl başladı edebiyat içindeki yolculuğunuz? Öğreniminiz için fiziği tercih ederken edebiyat (garip demeyeceğim tabii) farklı noktalarda duran iki tercih diyeceğim. Edebiyat içerisindeki yolculuğunuzun başlangıcını merak ediyorum aslında.
Mevsim Yenice: Yazmak kendimi bildim bileli hayatımda var aslında. Ama önceleri daha çok anlatıya yakın yazıyorken, 2014 yılında yaratıcı yazarlık atölyesine katılmamla işler değişti, öykü yazmaya başladım. Benim için asıl dönüm noktası o sanırım.
– Dergilerde yazmaya başlıyorsunuz ilkin. Ve bu öyküler çok beğeniliyor. Kendiliğinizden mi başladınız dergilere öykü göndermeye yoksa aileniz ya da kuzenleriniz, arkadaşlarınız (yani öykülerinizi okuduğunuz kişiler) vardı da onlar mı sizi teşvik etti?
Mevsim Yenice: Atölye, yazdığımız öyküleri okuyup değerlendirebildiğimiz bir ortamdı. Oradaki iyi tepkilerden aldığım güçle bir öykümü dergiye gönderdim. Yayımlandığını gördüğümdeki mutluluğu, motivasyonu hep hayatımdaki en hoş anlardan biri olarak anımsarım.
– Bu soruyu şunun için sordum aslında: Dergicilik bitti, öldü; dijital dergilere geçilmiş olsa bile artık eskisi gibi okunmaz, bu mecrayla yazar okuyucusunu bulamaz denirken siz basılı (matbu) veya internet ortamında öykülerinizi dergilerde yayınladınız. İlk önce şunu sorayım: Dergiler, dergicilik sizin için ne ifade ediyor?
Mevsim Yenice: Dergilerde okurla buluşmak inanılmaz keyifliydi, hala da öyle. O heyecanı hiç kaybetmiyorum ben. Dergide metnini okuduğum ve beğendiğim, adını hiç duymadığım bir yazarı keşfedip izini sürmeye başlamanın keyfi tarifsiz. Benim için dergilerin ve dergiciliğin duygusal ve özel bir manası da var tabii, ilk öyküm Altzine’de yayımlanmıştı, yıllar sonra o derginin yayın kuruluna girdim ve 2016’dan bu yana ekibin içinde bulunmaktayım. O nedenle orada yaptığımız iş bana çok anlamlı geliyor.
– İkinci olarak da niye olumsuz olana bu kadar çok yaslanmak istiyoruz? Siz başardınız işte. Bunun için güzel bir örnek oldunuz.
Mevsim Yenice: Yapım gereği yaşanan tüm olumsuzluğa rağmen ileriye dönük umudu zorlukla da olsa koruyabilen biriyim ben. Öte yandan olumsuz bakmanın doğallığını da anlayabiliyorum ve bazen o da tam tersi bir yerden motivasyon sağlayabilir kişiye. Hepsi bu sürecin içinde sanırım.
– Türkiye’nin ilk elektronik yayınevi olan altKitap’ta 2015 yılında yayımlanan Açık Arttırma öykünüz altKitap tarafından sekizincisi düzenlenen öykü yarışmasında birinciliğe layık görüldü. Yine 2015 tarihinde ve 2016 yılında iki farklı dosya ile Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’nde öyküleriniz ‘dikkate değer’ bulundu. Açık Artırma öykünüzden örnek vermem gerekirse emekli bir felsefe öğretmenin Lucian Freud’un bir tablosuyla kurduğu yakın ilişki konu ediliyor. Ve hikaye huzurevinde bitiyor. Yaşınız itibariyle sizin yaşınızda biri de böyle bir öykü yazabilir elbet fakat öyküdeki ayrıntılar düşünüldüğünde yine de şöyle bir aklımızdan geçmiyor değil. Yazarken sizi tetikleyen şey ne? Ne oluyor da yazmaya başlıyorsunuz?
Mevsim Yenice: Önce öykünün ufacık bir kesiti canlanıyor zihnimde ve bu genelde öykünün son sahnesi oluyor. Başına oturup yazmadan kafamda biraz daha detaylanmasını bekliyorum sahnenin. Çok da bekletmiyorum çünkü onun tarifi zor bir hissi var beni yazmaya iten, fazla beklerse o hissi kaybedebiliyorum. Olaylar yazma serüveni içinde kendiliğinden gelişiyor ve bir sürü bilmediğim odaya uğrayıp koridordan geçerek en başında kafamda canlanan o çıkış kapısını bulmaya çalışıyorum.
– Bir okuyucunuzun şöyle bir yorumu var: “Her öyküsünü okuduktan sonra kitap beklentim artıyor.” Artık hangi noktada kitap çıkarmalıyım dediniz?
Mevsim Yenice: Yaşar Nabi Nayır Öykü Yarışması’na bir öykü dosyası hazırlayarak katılma şartı vardı, ben de bir tema bütünlüğünde olan öykülerimden bir dosya hazırladım. Kitap fikri yarışmaya katılmak amacıyla dosya hazırlarken ortaya çıktı diyebilirim.
– 2019’da ilk kitabınız Tekme Tokatlı Şehir Rehberi ile Notre Dame De Sion Edebiyat Ödülleri’nde mansiyon ödülü alıyorsunuz. Ödüller hakkında ne düşünüyorsunuz? Gerekli mi? Yoksa ben kitabımı yazdım, ortaya koymam gereken şeyi koydum deyip motive edici bir unsur olarak mı bakıyorsunuz ödüllere?
Mevsim Yenice: İleriye dönük yapacağım şeylerle ilgili motivasyon kaynağı olarak görüyorum ödülleri, kesinlikle olması gereken bir başarı göstergesi değil. Okuduğum ve çok sevdiğim, çok başarılı olduğunu bildiğim bir sürü kitap var çünkü ödül almamış.
– Tekme Tokatlı Şehir Rehberi kitabınızda 11 öykünüz yer almakta. Öykülerin içinde şehre dair, insan duygularına ve davranışlarına dair çok güzel ayrıntılar var. Mesela; “Kimse ölecek gibi durmuyordu. Durağı gelen iniyordu, yerine başkası biniyordu.” Böyle bir cümle için uzun bir gözlem deneyimi geçirmeniz gerekiyor. Ne dersiniz?
Mevsim Yenice: Yazmadan önce sokağa çıkıp gözlem yapmak gibi bir huyum yok aslında. Sanırım tüm o detayları hayatın içindeyken farkında olmadan kaydediyorum hafızamdaki gizli bir odaya. O oda işime yarayacak, beni etkileyen, rahatsız eden, sevindiren, karmaşaya iten bir sürü ses, görüntü ve hisle dolu. Hepsi zamanı geldiğinde oradan çıkıp tekrar benimle buluşmayı bekliyorlar.
– Bu soruya istinaden şöyle de bir soru sormak isterim: Şehir hayatı, şehir insanı sizde nasıl duygular uyandırıyor? Kasabalarda, köylerde yaşayan insanlarla kıyaslarsanız şehir insanını nasıl buluyorsunuz? Öykülerinizi duygu olarak hangi noktada daha çok etkiliyorlar, aslında tam olarak sormak istediğim soru bu.
Mevsim Yenice: Böyle bir kıyaslamayı yapabilecek kadar veri yok elimde açıkçası. Ama artık kasaba şehir ayrımı kalmadı neredeyse, herkes aynı buhranları, aynı hayal kırıklıklarını yaşıyor, derecesi şekli farklı olsa da duygularımızın kesiştiği noktalar benzer. Ben doğduğum günden bu yana metropol şehirlerde yaşadığım için hafızam şehre ve şehirde yaşamını sürdüren insanlara dair ayrıntılarla dolu. Bu nedenle öykülerimdeki karakterlerin şehirli olması çok tesadüf olmasa gerek. Öte yandan öykülerdeki karakterlerin yaşadığı aidiyet yoksunluğu, bıkkınlık ve yalnızlık sadece şehir insanına özgü değil diye düşünüyorum.
Yazar | Mevsim Yenice |
Yayınevi | Can Yayınları |
Yayın Tarihi | Mayıs 2019 |
Türü | Hikaye |
Sayfa Sayısı | 96 |
– Bilinmeyen Sular, Tekme Tokat Şehir Rehberi gibi daha önce dergilerde yayımlanmış öykülerden mi oluşuyor? Yoksa hayır şimdiye kadar hiçbir yerde yayımlanmamış öykülerden mi oluşturmak istediniz Bilinmeyen Sular’ı?
Mevsim Yenice: Yayımlanmış birkaç öykü var Bilinmeyen Sular’da da ama büyük çoğunluğunu ilk kez okuyacaksınız.
– Bilinmeyen Sular on öykünün onunda da bir rüyanın içinden geçiyor muşum hissi uyandı bende bir okuyucu olarak. Görüp de hatırlayamadığımız rüyalar olur ya, bilinmeyen rüyalar, öyle işte. Böyle rüyaları düşünürken garip, çok yalnız, kimsesiz hissedersiniz kendinizi ve öykülerin hepsinde bu kimsesizlik duygusu çok hakim. Ne dersiniz?
Mevsim Yenice: Kitaptaki öykülerin genelinde farklı şekillerde aidiyet konusu mesele edilmiş durumda. Ben de bunu hesaplayarak planlayarak yapmadım ama üstünde düşündükçe fark ediyorum ki, tüm yollar sonunda “aidiyet”e çıkmış. Ben de buradan şunu çıkarıyorum ki, son yıllarda en çok mesele ettiğim konu buymuş. Bu kavramı yıkıp tekrar inşa ederek kafamdaki sorulara bir cevap bulmaya çalışmışım kendimce. Tüm bunların doğrultusunda öykülerden size “kimsesizlik” duygusu geçmiş anladığım kadarıyla.
– Bilinmeyen Sular’da karakterlerin yalnızlığının yanı sıra geçmiş zaman çok hakim. Geçmiş zamanın duyguları peşimizi niye bırakmaz? Ve sadece Bilinmeyen Sular kitabınızda değil Mevsim Yenice öykülerinin tamamına baktığımızda da geçmiş zaman duygusu çok hakim. Bu biraz da şimdiki zamana ait olamama; aidiyetsizlik duygusunu belirginleştiriyor sanki.
Mevsim Yenice: Evet az evvel de bahsettiğim gibi öykülerde mesele edilen aidiyet duygusu, mekânsal olabildiği gibi zamansal da olabiliyor bazen. Bunu düşününce aklıma hep William Faulkner’ın Ağustos Işığı’nda söylediği bir şey geliyor; “Çünkü bir insan her zaman şimdi çektiği sıkıntılardan çok, ileride çekebileceği sıkıntılardan korkar. Bir değişikliği göze alamaz da, alışık olduğu sıkıntılara dört elle sarılır.” Bu nedenle şimdiye ait hissedemeyen bizler, gelecekten de korktuğumuz için sanırım en çok geçmişe tutunuyoruz.
– Öykülere hakim olan bir “iletişimsizlik” durumu da söz konusu. Yamaç öykünüzde şöyle bir cümle var: “En zoru buydu. Kendi kendime kalmak” Bu cümleyi kitaptaki diğer dokuz öyküye de uyarlayabiliriz aslında. Pes öykünüz, Dostlar Böyle Yapar Çünkü, Kırk Saniye. İletişimsizlik halini çok hissettim bu öykülerde. Teknolojinin ve dijital çağın hüküm sürdüğü bir dönemde; sosyal iletişimin hızlı bir şekilde, anlık paylaşımlarla ve pervasızca (‘pervasızca’ kelimesini bilginin kontrol edilemezliği anlamında kullanmak istedim.) yapıldığı çağımızda aynı zamanda “iletişimde” olmamaktan şikâyetçiyiz. Über iletişim çağında olmamıza rağmen niye iletişimsizlikten şikayet ediyoruz? Bizi mutsuz eden şey ne?
Mevsim Yenice: Samimiyet yoksunluğu. Yoksa sosyal medyaya baktığımızda herkes herkesle yakın, hepimiz herkesi çok takdir ediyor, destekliyor ve seviyoruz. Ama bu ilişkilerin ne kadarı gerçek bir zeminde var olabiliyor, emin olamıyorum. Herkesle iletişim halinde olmaya çalışan ama git gide kendi kendimize kaldığımız bir yere hapsolduk sanki. Çok garip.
– Kitabın son öyküsü Göründüğünden Daha Uzak öykünüz… Bir güvenlik firmasında çalışan müdürün hikayesi. Hikaye gözleme, dikizleme, gizli olanı merak ve gizleneni açık etmek üzerine. “Tanrı’nın bizi izlemesi, bize güvenmemesi beni hep üzmüştür.” Bu cümleden yola çıkarak mesleği ‘güvenlik’ müdürü olarak nitelenen ama beslendiği şey ‘güvensizlik’ olan (Çünkü mesleğini uygulamasını ortaya çıkaracak olan şey ilkin ‘güvensizliğin’ olması yoluyla kendini gösterecektir.) bir adamın Tanrı ile arasında böyle bir ‘güvensizlik’ bağının olmasını neye bağlarsınız? Üstelik kendisi mesleği gereği 24 saat Tanrı rolünü oynarken! Bu öyküyü yazarken motivasyonunuz neydi?
Mevsim Yenice: “Tanrı’nın bizi izlemesi, bize güvenmemesi beni hep üzmüştür.” Açıkçası öykünün çıkış motivasyonu tam da bu cümle. Hatta öyle ki, bu öykü nerdeyse 15 yıldır yazılmayı bekliyor. Çeşitli yıllarda not defterlerimin bir köşesine iliştirdim bu cümleyi. Her yıl yazdığım ve yazmayı planladığım bazı öyküleri bilgisayarımda klasör yaparak istifliyorum, araştırırken gördüm ki bir sürü word dosyası açıp yıllarca sadece bu cümleyi yazıp bırakmışım, gerisini getirmeye cesaret edememişim. Artık bir şekilde bu cümlenin öyküye dönüşerek benden çıkması gerekiyordu ve tam da günümüz çağında, herkes birbirini sosyal medya üzerinden sürekli izleyebiliyorken aklıma öyküyü bu meselenin üzerinden yazabileceğim fikri geldi. Güven ve izlemek üzerinden kuracağım bir öykü olduğu için, hayatın akışını ve çevredekileri teleskopla izlemeden duramayan bir karakter yaratarak öyküye başladım ve geri kalan tüm detaylar yolda şekillendi her zamanki gibi.
– Su zemini olmayan, akışkan bir şey. Aynı zamanda su, girdiği kabın şeklini alan da bir şey. Su unsurunun bahsettiğim bu kavramlarını her öyküde çok güzel işlemişsiniz. Kitabın ismi için ‘su’ tanımı üzerinden gitmeniz, üstelik suyun ‘bilinmeyen’ oluşu (saydamlığı, renksiz oluşu belki) vurgusunu yapmak istemeniz sebebi neydi?
Mevsim Yenice: Bildiğimi sandığım çoğu kavramı yıkıp yeniden anlamlandırmaya çalışma çabası biraz da yazmak benim için. Bir nevi sesli düşünme. O nedenle kitabın yaratılma aşaması da bir “Bilinmeyen Sular”a dalmaktı benim için en başında. Sonunda bir kıyıya varıp varamayacağımı bilmediğim, bazen boğulmaktan korkarak yola devam ettiğim bir süreçti. O nedenle tam da adını buldu bana sorarsanız kitap.
– Müzikten bahsetmek istiyorum biraz da. Mevsim Yenice kitaplarına hakim olan müzikten. Pink Floyd’dan. Her öykünüzün başında Pink Floyd’a ait bir söz var. Öykülerinizle nasıl bir özdeşimi var müziğin? Tabii ki Pink Floyd üzerinden de yanıtlayabilirsiniz bu soruyu fakat, müziğin o yükseltici dinamizminden bahsetmenizi isterim aslında. Kimsenin hiçbir şekilde araya giremeyeceği öykü-müzik birlikteliğinin sizde uyandırdığı duygular neler?
Mevsim Yenice: Annem ve babam sayesinde kendimi bildim bileli Pink Floyd dinliyorum ben. Hayatımın çoğu evresinde, dönüşüm geçirirken, bir şeylerle başa çıkmaya çalışırken ya da cesaret almak istediğimde hep bu şarkıları dinledim. Epigraf olarak kullandığım cümleler de beni yıllar yılı tekmeledi durdu. En sonunda ikinci kitabın başına geçmeye çok yakın bir süreçte aklıma Pink Floyd konseptiyle öyküler yazma fikri geldi. Bir anlamda beni ben yapan şeylerden biri olan Pink Floyd’a, o tarifsiz hisleri yaşatabilen şarkılara saygı duruşum bu benim. Bir gün bir yerde illa ki böyle bir şey olacaktı bence, iyi ki şimdi oldu. Hayatımın şu dönemimde Pink Floyd şarkılarının Bilinmeyen Sular’daki öykülerimle özdeşleşmiş olmasından epey mutluyum.
– Teşekkür ederim 🙂
Mevsim Yenice: Ben teşekkür ederim bu keyifli sohbet için. 🙂
Aynur Kulak