Anlamsızlığın ve Yalnızlığın Kıyısında: “Küller Küllere”

Küller Küllere, başlangıçta hafif bir tonla karşımıza çıkarken, zamanla ruhumuzdaki huzuru karanlık bir bulut gibi sararak içsel bir huzursuzluk yaratıyor.

0

Merhaba,

5 Ekim 2024’te, Şişli Tiyatrosu‘nda dostlarımla birlikte izlediğim Küller Küllere, insanlık tarihinin travmalarına dokunan, derin izler bırakan ve izleyiciyi içsel bir yolculuğa çıkaran etkileyici bir deneyim sundu. Yönetmen Cem Burçin Bengisu’nun titizlikle işlediği bu eser, absürt tiyatro geleneğini modern dokunuşlarla harmanlayarak izleyiciyi adeta duygusal bir girdabın içine çekiyor. Bengisu ve ekibin sahne tasarımı ile Murat Kural’ın ışık tasarımı, oyunun atmosferini bambaşka bir boyuta taşıyor. Bir tiyatro aşığı olarak, bu oyundan büyülendim. Oyun bitiminde Cem’e gidip, “Işık tasarımı harikaydı!” dediğimde, bu performansın görsel zenginliğinin ne denli etkileyici olduğunu bir kez daha fark ettim.

Dünyada yaşanan zulümleri bedeninde ve ruhunda taşıyan bir kadının hikayesi, izleyiciyi yalnızca gözlemci olmaktan çıkarıp düşündüren, hissettiren ve derin bir duygusal yolculuğa davet ediyor. Absürt bir anlatımla sahnelenen eser; polis sirenlerinden boğulan insanlara, dalgalarla yok olan çantalardan çukura batmış bir tanrıya kadar güçlü imgeler ve çağrışımlarla seyirciyi unutulmaz bir atmosfere sürüklüyor. Oyun, zulmün insan ruhundaki izlerini şiirsel bir gerçeklikle yansıtarak uzun süre hafızalarda kalacak izler bırakıyor.

İnsan hayatının derinlerine inen karanlık yolculuklar vardır.

Küller Küllere, başlangıçta hafif bir tonla karşımıza çıkarken, zamanla ruhumuzdaki huzuru karanlık bir bulut gibi sararak içsel bir huzursuzluk yaratıyor. Eserin absürd anlatım tarzı, izleyiciyi düşündürürken aynı zamanda derin bir empati kurmaya yönlendiriyor.

Oyun boyunca karşılaştığımız diyaloglar ve karakterlerin ilişkileri, izleyiciyi derin bir duygusal yolculuğa çıkarıyor. Başlangıçta bir aldatma hikayesi gibi görünen olay örgüsü, zamanla derin anlamlar taşıyan bir sorgulamaya dönüşüyor. Seyirci, “Bu durumun aldatmayla ne alakası var?” diye düşünürken, karmaşık yapının ardındaki derinlikleri keşfetme isteğiyle dolup taşıyor.

Sahne minimalist bir tasarıma sahip; yalnızca bir sandalye ve ışıklarla donatılmış. Ancak bu sadelik, derin anlamlar taşıyan bir anlatım sunuyor. Bu minimalist yaklaşım, izleyiciyi sahnedeki olaylara daha da yoğunlaştırıyor ve sahne üzerinde gelişen her olayın önemini artırıyor. Görsel öğeler, oyunun duygusal derinliğini güçlendirirken, seyirciyi görünmez bir iplikle sahneye bağlıyor. Işık tasarımı, yalnızca sahneyi aydınlatmakla kalmıyor; izleyicinin ruhunu yoğuran, zamanın ve mekanın sınırlarını ortadan kaldıran bir araç haline geliyor. Sahne geçişlerinde ışık oyunları, hikayenin ritmini belirliyor; bir anda mekansal belirsizliğin içine çekilirken, duygusal tonlar dalgalanarak izleyiciyi hem bilinç hem de bilinçaltında bir yolculuğa çıkarıyor. Işıkların bu görsel dansı, yönetmenin sanatsal vizyonuyla kusursuz bir ahenk içinde. Bu anlamda, oyunun En İyi Işık Tasarımı ödülünü almış olması kesinlikle tesadüf değil; bu, sanatsal uyumun bir nişanesi. Işık Tasarımı: Murat KURAL

Şimdi sahnedeki varoluşun derinliklerine inelim. Dilek Güler ve İnanç Bükülen, her anı ustalıkla işleyerek, metne yeni bir boyut kazandırıyorlar.

Dilek Güler

Dilek Güler, karakterinin içsel çatışmalarını bedensel ve ruhsal ayrıntılarla ustalıkla dokuyor. Sahnedeki her hareketi, izleyicinin duygu dünyasında yankılanan bir melodik anlatıya dönüşüyor. Sessizliği, bir müziğin en derin notaları gibi kullanıyor; her hareketi izleyiciye bir fısıltı, her duruşu ise bir yankı gibi. Güler’in sahnedeki bu duyusal anlatımı, izleyiciyi adeta zamanın ötesine taşırken, karakterinin derinliklerinde bilinçli bir yolculuğa çıkarıyor. Kostüm seçimleri ve sahneyle kurduğu organik ilişki, performansındaki yoğunluğu daha da katmanlı hale getiriyor.

İnanç Bükülen

İnanç Bükülen’in sahnedeki performansı, adeta izleyiciyi içine çeken bir fırtına gibi. Her hareketi, özgün bir anlatının parçası haline gelirken, karanlık temaları mizahi bir dille ustalıkla aktarıyor ve izleyiciyi hem düşündürüyor hem de gülümsetiyor. Fiziksel komedisinin incelikle işlenmiş dokunuşları, sahnedeki gerilimi artırırken, nüktedanlıkla dolu diyalogları zihinlerde derin dalgalanmalar yaratıyor. Onun çok katmanlı performansı, izleyiciyi bir yandan gergin bir bekleyiş içinde tutarken, diğer yandan insan ruhunun zaaflarını derin bir anlayışla ortaya koyarak içsel bir keşfe davet ediyor. Bükülen, kahkaha ve hüzün arasında ince bir denge kurarak, her anı anlam ve duygu derinliğiyle dolduruyor; izleyiciyi etkileyen çok yönlü ve zengin bir sahne deneyimi sunuyor.

Bu iki sanatçı, sahnede adeta bir orkestra gibi kusursuz bir uyum içinde hareket ediyor. Dilek Güler’in sessiz yoğunluğu, İnanç Bükülen’in mizahi dinamizmiyle birleşerek oyunun derinliklerini zenginleştiriyor ve izleyiciye etkileyici, unutulmaz bir teatral deneyim sunuyor. Her bir sahne, duyguların ve düşüncelerin iç içe geçtiği büyülü bir keşif yolculuğuna dönüşüyor. Bu duygusal gelgitlerin ortasına sürüklenen izleyici, oyunun her anında kalıcı izler bırakan bir dönüşüm yaşıyor. İkilinin sahnedeki hassas uyumu, acı ve mizahı bir araya getirerek izleyiciyi derin bir içsel yolculuğa çıkarıyor. Finalde sahneden süzüldüklerinde, salondaki sessizlik sadece bir gösterinin bitişini değil, izleyicilerin zihinlerinde yankılanan bir içsel dönüşümün habercisi oluyor. Bu performans, izlenmekten öte, izleyenin ruhunda derin izler bırakan bir deneyim haline geliyor.

Küller Küllere, yalnızca bir tiyatro performansı değil; bireysel ve toplumsal belleği sorgulayan, izleyiciyi düşünmeye ve hissetmeye zorlayan bir oyun. Tiyatronun gücünü bir kez daha kanıtlayan bu eser, toplumsal belleği ve bireyin kırılgan ruh halini sahnede ustalıkla buluşturuyor. Dilek Güler ve İnanç Bükülen’in oyunculuğu, karakterlerin içsel travmalarını ustalıkla işleyerek izleyiciyi insanlık tarihinin acımasız yüzüyle yüzleştiriyor. Sahne tasarımı ve ışık kullanımı, gerçek ile hayali harmanlayarak etkileyici bir atmosfer yaratıyor. Bu performans, izleyicinin ruhunda iz bırakan bir travma ve iyileşme sürecini resmediyor. Emeği geçen herkesi, böyle yoğun bir deneyimi sundukları için kutlamak gerekiyor.

Ek olarak, sanat bu tür derin meseleleri ele alarak toplumsal değişimin öncüsü olma potansiyeline sahiptir ve “Küller Küllere” bu potansiyeli ustalıkla gerçekleştiriyor. İzleyiciyi düşünmeye ve harekete geçmeye davet eden bu eser, özgün sanatın toplum üzerindeki dönüştürücü gücünü bir kez daha gözler önüne seriyor.

Tekin Kaya
Önceki İçerikNobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi: Han Kang
Sonraki İçerikBu Hafta Vizyona Giren Filmler (11 Ekim 2024)
Abone Olun
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments