Bir şeyler birikiyor
Sonra geçmiş birden öç alıyor
Öç alıyor yaptığın ne varsa
İnsan biriktirdiysen insan
Yol biriktirdiysen yol
Ne biriktirdiysen o
Yıllar sonra biri mi çıktı karşına, gülümsüyor önce
Apar topar sıkışıyor eskiler araya
Konuşmaktan ziyade laf koymak gibi
Çarpmak gibi hatta yüzüne yüzüne
Hiç beklemediğin bir anda dönülüyor, öç alışların en keskini
Kafanda bir titreşim, ani ve soluksuz
Etrafa saçılmış sesleniyor, iç içe geçen hislerin
Kasılmış dudaklar, eller, ayaklar… ne varsa hepsi kasılmış
Bir tek onlar gülmüyor
Onlar da nezaketten gülmüyor
İki tane gaz var arabada. Yapabilirim ve Yapabilirsin adlarında, frenin hemen yanında. Her zamanki gibi bir ayak eksik, tabii bacak da. Ne yaparsanız yapın, gaz ve frenden biri açıkta kalıyor; kalacak da.
“Kim yerleştirdi beni bu arabaya?” demekten kendinizi alamıyorsunuz, uzunca bir süre ve yol boyunca. Üstelik hiçbir trafik yaratığı durdurup sizden hesap sormamış; ehliyet, ruhsat, vuslat ve üfle modunda.
Kamyoncuların durduğu bir mola yeri. Yerler ıslak ve hayvan terli. Koşarak içeri giriyorsunuz; belli ki aceleniz var. Masaların etrafında birer tur atıp dışarı çıkıyorsunuz. Belli ki aceleniz devam ediyor. Peşinize takılmış bir garson müsveddesi, anında yetişiyor. Yetişmekle de kalmıyor, hesap soruyor: Ne alırdınız? Koltukaltınıza sıkışıp kalmış, ve yine kendiliğinden çıkıyor o çok bilindik genetik cevap: Yemezler, hayvan terli! Garsonsa ısrarcılığına tam gaz, kökledikçe köklüyor aynı soruyu: Ne alırdınız?.. Daha şimdiden yüzlerce metre kateden ayaklarınız ağzınızdan önce cevaplıyor: Ayak paça çorba, üzerine de kurbağa bacağı. Cevabı duyan garson nihayet mekikten ayrılıyor ve Mola gezegenine doğru atmosfer sürtünmeli ve biyosfer orgazmlı yumuşak bir inişe geçiyor…
Koşmanız ne kadar devam etti, ediyor ve edecek; bilmiyor, kestiremiyorsunuz… ve giderek kötüleşmeye başlıyor zamanla aranız. Sonunda “yeter lan!” diye bir böğürtü kopuyor, ortamın en hoşnutsuz yaratığı ayaklardan. Ve devam ediyor: “Ben dönüyorum, ne hâlin varsa gör!” Harbiden de dönüyor; siz ve belden yukarınız göt gibi kalıyorsunuz. Ve işte düşman kesilmiş, pis pis bakıyorlar birbirlerine; ters yöne giden ayaklarınız ve yerinde sayan söz dinler yanlarınız.
Ne bir cinsel organ ne bir pati; hiçbir şey yok üzerinizde. Kimlik sorsalar, biraz haymatlos, biraz yerçekimi dersiniz. Demekle de kalmaz, dilersiniz; diler diler dilenirsiniz. Kendini açık etmeyi sever insan. En çok da uyurken ve batasıca rüyalarına kâbusa çevirirken.
“Artık açıkta kalacak göt bile yokken üzerinizde, kâbus neylesin, ardılları neylesin?..” diye sayıklamaya fırsat bulamadan ufukta beliriyor ve sekiz çizerek yaklaşıyor arabanız. Ve orada bir yerlerde ayaklarınız; gövdenize inat, özgürlüğünü önce pabuca, sonra da dört tekere gömen o kahrolasıca ayaklarınız.
Ayaklar ruhundan kopuk, ayaklar sırra kadem, ayaklar yitik… Ve parmak uçlarında hep aynı şarkının nakaratı: “Bölünmeden özgür olamazsın!”
İşte şimdi püfür püfür belden aşağı lakırdılar savurma zamanı. İşte şimdi özgürlükten geberme zamanı. Ve en çok da akılsız başın rüzgârda savrulma zamanı…
Kenan Yaşar