Yansımanın adına dondurma koymuşlar;
Eriyor üşüttükçe yükselen ateşle,
Bakmanın yakmasından da öte.
Temasla gelen kıvılcımlar ateşlemiyor,
Salakça izler bırakıyor eğreti bedenlerimizde.
Ve durmadan akıyor…
Akıyor, yala yala bitmez bir sevgi.
Dondurmadan bir denizle doluyor,
Olmadık sevgilerin açtığı gözenekler.
Ve işte batıyor,
Gün batımından da sönük bir tekne.
Ne sevişerek gelir ne de temasla hissedilir;
Sadece sürükler, batasıca aşk…
Birine sahip olmak istiyorum. Birine derken, herhangi bir şeye yani. Canlı olması gerekmez illaki. Atomdan, taştan, tastan taraktan da olsa olur.
Ne zaman tırmansam, içimde bir yazma isteği (Bisiklet de hemen yanımda, kıçımın altında, yanı başımda). Öyle abartılacak bir yanı da yok; geçici bir hevesten hâllice hatta. Bugüne kadar yazılacak her şey yazıldı zaten, gerek de yok.
“Yazılanların hepsi de birbirine benziyor,” diyor tarih ve ekliyor; “Tıpkı insanlar, tıpkı kopyalar gibi!”
“Ne gerek vardı onca insana, onca yazıya?!” demeden edemiyor. Kim mi? İnsan da olur, herhangi bir atom evladı da; ne fark eder?!
İmkânsız bir sperm ve mürekkep birlikteliği ve hemen ardından gelen dayatma bir kardeşlik. Üstelik çarpık mı çarpık!
Aha da gitti işte yazma isteği. Ne kadar çabalarsa çabalasın insan, hiçbir şey kalıcı olamıyor; söz konusu olan, insanın içiyse hele ki! “Ve insan içine çıkamamak, utanç kaynaklarının en yapayı, en rezili!” diye haykırıyor içinizde kalan son şey.
Sahip olduğum hiçbir şey yok, buna eminim. İçimi kemiren lanetse, aitlik duygusuyla benliğimin her tarafına yerleşmiş bir boşluk doldurma çabasından ibaret; buna daha da eminim. O kadar boşuna ve beş para etmez bir bağımlılık ki istemek, insanının daha ucuzunu aramaya yeltenesi gelmiyor. Kollar bacaklar ve açıkta kalan tüm uzuvlar isteme şırıngalarıyla dolu ve nasıl da korkuyoruz çekmeye, kalacak izleri sergilemeye.
“Seni seviyorum!” diyen bir çift dudak, “Seni istiyorum!” dediği anda yandı, boku yedi o aşk. Ara ki bulasın bir daha. Sonra sıraya sevgi giriyor ve menüye bakıp hep aynı şeyi sipariş ediyor; “Yarım porsiyon kendimden lütfen!” ve tüm pişkinliğiyle ekliyor; “Karşılıksız olsun!”
Aşk da, sevgi de aldılar durdular bunca zamandır tek yönlü biletlerini… Epey sıkılmış olmalılar. Çekilir şey değil materyalin kendisi; hep ama hep kendisi. Ve aynalar… lanet olasıcalar; illaki hatırlatacaklar!
Dinmiyor, yarık daha da büyüyor: Sahip olma yarığı… Boşluklar boşluk üstüne biniyor. Anlatıcı da indi çoktan tepelerden. Tırmanış ve iniş arasında geçen bir durağanlığı var ve sürekli tekrar ediyor. Ne çenesi duruyor ne de eli. Ayakları desen, her ikisine de ayak uydurmuş, habire çeviriyor pedalları. Ağız sıvıları, kalem sıvıları ve ayak terleri birbirine girmiş, vıcık vıcık bir canlı anlatıcı.
“Ölüden beter bir canlı!” diye düzeltiyorlar hemen, hep bir ağızdan atom zincirler. Nasıl düzeltmesinler; yaşamı hücre denen yapışkanlardan, plasenta atıklardan çok daha derinden hissediyorlar ve biliyorlar ki, çürüme başladığında çok uzaklarda ve kol kolaydılar…
Kenan Yaşar