Sevgili Gülsin Hanım,
Değerli vaktinizi ayırdığınız icin teşekkür ederim. Erenköy’de bir köşkte doğmuş olduğunuzu okudum. Benim büyükbabam Refik Halid Karay’ın babası, büyükdedem Serveznedar Mehmed Halid Bey’in de köşkü Erenköy’de imiş. O zamanların İstanbul’unu hayal edecek olursak, komşu köşklerde, dedelerimizin tanışıyor olduğuna eminim; bu konuyu da ayrıca konuşmayı gönülden dilerim.
Piyano ve klasik müzik aşığı bir dinleyiciniz, naçizane amatör bir piyanist, günümüzün deyişi ile sıkı takipçiniz ve hayranınızım. Babam Bach, Mozart ve Beethoven hayranı idi. Kişisel merakımdan dolayı, kütüphanemin büyük kısmını hem ülkemizde hem de İngilizce ve Fransızca yazılmış klasik müzik kitapları, diskoteğimi ise klasik müzik CD’leri ve plakları oluşturmakta. Sizinle bu görüşmeyi yapabildiğim için bu sebeplerden dolayı da kendimi çok şanslı hissediyorum. Bu imkânı verdiğiniz için tekrar teşekkür ederim. Kendimi çok şanslı ve gururlu hissettiğim bir başka konuyu da paylaşmak isterim. Boğaziçi Üniversite’sinde Shakespeare hocam, daha sonra manevi babam olan, geçen sene kaybettiğim tam bir eski İstanbul Beyefendisi Ercüment Bey (Atabay)’ın bana hediye ettiği, klasik müzik kitapları ve plaklarım var. Ercüment Hocam, William Kempf ve Alfred Cortot’nun konserlerine gittiğini anlatırdı bana. Ne kadar heyecan verici, değil mi?
Sevgili Aslıhan Hanım,
Ne kadar ilginç dedelerimizle ilgili bu ortak noktalar… Çok mutlu oldum
benimle paylaşmanıza.
Etkinliklerinizi takip ediyorum, emeklerinize sağlık.
Erenköylü köydaşıma sevgilerimle.
– Gülsin Onay
– Size, öncelikle eğitiminiz ile ilgi merak ettiklerimi sormak isterim:
Piyano çalmaya kaç yaşında başladınız? Müzisyen bir aileden mi geliyorsunuz? Müzikte kariyer yapmak için neler/kimler ilham verdi size?
Gülsin Onay: Bebekken ninni yerine Beethoven sonatlar, Mozart sonatlar dinleyerek büyümüşüm. Çünkü annem piyanist, babam da kemancıydı. Küçücük yaşta sayısız eseri canlı dinlemiş oldum ve elbette benim için çok farklı bir kazanım oldu. Piyano eğitimime erken yaşlarda annem ile başladım. Üstün Yetenekli Çocuklar Yasası kapsamında bir sınav açılacağını radyoda duyan dayım, anneme haber vermiş. Annemden sonraki ilk hocam altı yaşındayken çalışmaya başladığım Maria Teresa Rodriguez oldu. Solfej ve piyano öğretmenimdi. Daha sonra Türkiye’nin en tanınmış piyano öğretmenlerinden Verda Ün ile çalıştım. 6660 sayılı “Harika Çocuklar Yasası” sınavına girdim. Jüride Ulvi Cemal Erkin, Ahmed Adnan Saygun ve Necil Kazım Akses vardı. Kırk dakikalık bir resital çaldım. On iki yaşındaydım. Sınavı kazandım. Ankara’da Mithat Fenmen ve Ahmet Saygun ile kontrpuan, armoni, müzik kültürü ve orkestrasyon çalıştım. Oradan da Paris’e giderek Paris Konservatuarı’nda çalışma imkânı buldum.
Paris’e adımımı atar atmaz beklentilerimin çok ötesinde bir ortamın içinde buldum kendimi. Çok heyecan vericiydi. Sadece müzik anlamında değil, yiyeceklerinden tutun da şehrin güzelliğine kadar her şeyden çok etkilenmiştim. Özellikle dil öğrendiğim dönemde çok enteresan şeyler yaşadım. Benim genel kültür ve Fransız edebiyatından sorumlu olduğum bir hocam vardı. Kendisinden yaklaşık üç sene müthiş bir eğitim aldım. Haftada iki saat dersimiz olurdu. Örneğin Fransız Edebiyatı dersimizi Paris’in tarihi mekanlarını gezdirerek hep yerinde öğretirdi. O kadar güzel ders anlatırdı ki bazı derslere annem ve babam da dahil olurdu.
Paris Konservatuarı gibi müzik tarihinin en köklü ve başarılı okullarından birinde, çok ünlü hocalarla tanışma, çalışma, farklı ekolleri tanıma olanağı buldum. Türkiye’de aldığım temellerin üzerine Paris’te çok zengin ve renkli bir yapı kurmam mümkün oldu. On altı yaşındayken Piyano ve Oda Müziği dallarında birincilikle mezun oldum.
Çalışmalarıma Almanya’da da devam ettim. Sonra uluslararası yarışmalar, konserler derken uluslararası bir kariyer yapma ve ülkemizi tüm dünyada tanıtma şansına kavuştum.
– Seneler içinde tekniğinizi nasıl geliştirdiniz? Eğitim hayatınızda sizin için en önemli öğretmeniniz kimdir? İlk solo repertuarınızı nasıl oluşturdunuz?
G.O: Mithat Fenmen, Ahmed Adnan Saygun, Pierre Sancan, Nadia Boulanger, Pierre Fiquet, Monique Haas, Bernhard Ebert ile farklı ekollerden farklı teknikleri yakından tanıdım. Hepsi benim için çok önemli. Hepsinden çok değerli şeyler öğrendim.
– Günlük çalışma rutininiz nedir?
G.O: Günlük rutinim aslında pek de rutin değil. Konserim olan günler genellikle geç kalkarım. Kahvaltının ardından elbette çalışma gelir. Bir sporcu gibi, kaslarınızı canlı ve esnek tutmanın başka bir yolu yok. Teknik çalışmalardan sonra, akşam üzeri salona geçip orada prova yapar, dinlenirim. Konserden sonra uzun saatler uykuya geçemem. Yıllardır vücudum bu ritme alıştığı için, en verimli olduğum saatler akşam ve gece saatleri oluyor.
Konserim olmayan günler ise daha erken uyanıp biraz okuyarak, yine çalışarak, aileme zaman ayırarak, projeler ve gelecek konserlerle ilgili çalışmalara odaklanarak geçer.
– Ben klasik gitar çalarken, Chopin müziğini piyanoda çalabilmek için piyanoya geçmiştim. Polonya Hükümeti tarafından Frederic Chopin yorumlarınız neticesinde Polonya Devlet Nişanı ile onurlandırıldığınızı biliyor ve bu onuru paylaşıyoruz. Sizin için Frederic Chopin neler ifade ediyor?
G.O: En güçlü ilham kaynağım, beni en iyi anlatan, kendime en yakın hissettiğim bir Romantik Dönem bestecisi Chopin. Chopin çalarken, sanki anlattıkları benim aracılığımla sese dönüşüyor gibi hissediyorum, adeta onun sesi oluyorum. İlk konserimde altı yaşındayken seslendirdiğim valsinden bugüne, seslendirdiğim konçertolarında, sonatlarında hep böyle hissettim… Chopin adeta benim ruh ikizim. Chopin’i sırdaşım, en iyi arkadaşım kadar yakın hissediyorum kendime. Neredeyse sadece piyano için beste yapmış. Kendisi de müthiş bir piyanist olduğu için eserlerini çalmak bir piyanist için tarifsiz bir mutluluk. Piyanoya ruhunu yansıttığı bestelerini tüm piyanistlere armağan etmiş, ama sanki bütün eserlerini benim için yazmış gibi geliyor. Chopin’in duygu dünyası o kadar zengin, bunları piyano ile ifade gücü o kadar göz alıcı ki… Aslında her besteci büyüleyici ve olağanüstü eserler yaratmış ve ben Mozart, Beethoven veya Haydn’ın eserlerini çalarken de hayran kalıyorum. Sonra tekrar Chopin’e döndüğümde ise “Yok, onun üstüne yok!” diyorum. Böyle bir bağ aramızdaki.
– Konser vermeyi en sevdiğiniz ve size ilham veren mekanlar nereler? Sahnede bunca seneden sonra hâlâ heyecanlanıyor musunuz? Bizlerle en unutulmaz konser hatıranızı paylaşır mısınız?
G.O: Her konserimi, her mekânı özel kılabilmek, sanırım yılların tecrübesiyle mümkün oluyor. Bu nedenle özel bir yer tarif etmek zor. Yine de Bodrum’daki Antik Taş Ocağı, Mannheim Sarayı, Kıbrıs’taki Bellapais Manastırı veya Aya İrini gibi tarihî mekanlar beni farklı etkiliyor. Bunun yanı sıra akustiği çok iyi olan modern konser salonları da çok keyifli oluyor elbette.
Elbette çok heyecanlanıyorum. Her sefer ayrı bir heyecan ve kalp çarpıntısı var. Bu da o coşkunun ve müziğin bir parçası. Sahneye çıkıp yeni bir şey yaratmak sıra dışı bir eylem. İnsan bunu yaparken tamamen kendinden geçerek yeni bir dünyaya giriyor. O görünmez bir dünya ve o dünyaya ulaşmak, seslerle birlikte müthiş bir seyahate başlamak demek. Bu oluştuğu zaman o kadar farklı şeyler çıkıyor ki… Sizin beyninizden parmaklara ulaşıyor, kalbinizden seslere geçiyor… Sizin çok üzerinizde bir yerde bunların hepsi. Sahneye çıkmadan önce “O noktaya gidebilecek miyim?” diye bir soru oluyor zihninizde. O noktaya varılınca ise harika duygular yaşanıyor. Yaşadığım heyecan daha çok yoğun bir sevinç, sabırsızlık ve mutluluk…
Verdiğim iki bini aşkın konserde elbette unutulmayacak iyi ve kötü anılarım oldu. Konser esnasında teli kopan piyanolardan, en konsantre anımda, pat diye kapağı kapanan ve gerçek bir şok yaşamama neden olan piyanoya kadar… Bir keresinde Japonya’da, elçiliğin güvenlik alanında saatlerce mahsur kalmıştım. Tabii cep telefonu vs. de olmadığı için, kimseye haber veremedim, yardım çağıramadım. Görevlinin beni fark edip çıkartıncaya kadar geçen saatler boyunca, kafamda seslendirdiğim konçertoları unutmam imkânsız.
– Sizi etkileyen müzisyenler kimlerdir?
G.O: Chopin, Saygun başta olmak üzere bütün büyük besteciler…
– Türkiye’de Klasik Müziğin gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizi besleyen yerel müzik unsurları nelerdir?
G.O: Ülkemizde klasik müzik, çok iyi bir düzeyde. Konservatuarlar, sayıları giderek artan yarışmalar, masterclasslar, insanların internet sayesinde erişebildiği kaynaklar, burslar, yurt dışında eğitim alan çok sayıda öğrenci, orkestralar, festivallerle her geçen gün bu müziğe ilgi duyan ve etki alanına giren kişi sayısı artıyor.
Klasik müzik dünyanın hiçbir ülkesinde çok geniş bir alanda icra edilmiyor. Türkiye’de de böyle olmasını doğal buluyorum. Bununla birlikte, yukarıda saydığım faaliyetler uluslararası düzeyde gerçekleşiyor, ülkemizde.
– Piyano çalmak sizin için ne anlama geliyor? Bir müzisyen, bir sanatçı olarak başarı tanımınız nedir?
G.O: Piyano çalmak benim için nefes almakla eş değer. Sevgi, çalışma, çalışma, çalışma, çalışma…
– Bu kadar fazla yarışmanın olduğu bir dünyada, genç müzisyenler yollarını nasıl bulacaklar, onlara önerileriniz neler olacaktır?
G.O: Yabancı dil öğrenerek işe başlamalarını öneriyorum. Bu anahtar onlara dünyanın kapılarını açacak. O kapıdan girdikten sonra da sevdikleri alanda, hiç durmadan, vazgeçmeden, çekinmeden, güvenle çalışmalarını tavsiye ediyorum. Bunun kolay olmadığını biliyorum; ben de aynı yollardan geçtim. Herkes benim kadar şanslı olmayabilir, ama insanın istediği ve sevdiği bir şey için çaba sarf etmesi, karşısına çıkan engelleri aşmaya odaklanması gerek. Müzisyenlik adanmışlık gerektiren bir alan. Onlara bir müjdem var, belli bir süre bu şekilde odaklanıp çalıştıktan sonra varılan yer o kadar güzel ki. Her şeye değer. Buna emin olsunlar.
– Aynı parçaları seneler boyunca defalarca çalıyorsunuz. Bu parçaların “taze” kalmalarını nasıl sağlıyorsunuz? Bestecilerin eserlerini yorumlarken hangi duyguyla hareket ediyorsunuz? Ona yeni bir ruh kazandırmaktaki ateşleyici gücünüz nedir?
G.O: Sürekli çalarak taze tutuyorum onları. Elbette günlerce durmadan çalsam bitmeyecek kadar geniş repertuarımdaki her eseri her zaman taze tutmak mümkün değil. Her sezon belli bir program dahilindeki eserlere odaklanıyorum.
Müziğin kendisi ateşleyici güç.
– Sizinle ilgili bilgilere, yaptıklarınıza, konser kayıtlarınıza kolaylıkla ulaşmak mümkün. Ancak Gülsin Onay’ın sanat ve sanatçı hakkında kişisel fikirlerini de öğrenmek isteriz. Sanat nedir, sanatçı kimdir ve özellikleri ne olmalıdır?
G.O: Sanatçı kendinden önceki geleneği iyi çalışmış olan, teknik ve düşünsel anlamda donanmış, yeni bir şey söylemek iddiası olan, yapılmayanı arayan, bu arayışında karşısına çıkacak aksilikleri bertaraf etmek konusunda kararlı ve güçlü durmayı bilen kişidir.
– Sanatsal gelişimin kanunları sizce nelerdir? Biraz açarsak, başarılı bir müzisyen olmak için müzik yeteneği dışında, hangi beceri ve yeteneklere ihtiyaç var?
G.O: Azimle çalışma yeteneğine ihtiyaç var.
– Sanatınızı hangi kaynaklar ile beslersiniz? Koleksiyonlarınız, hobileriniz, ilgi alanlarınız nelerdir?
G.O: Sanatın her dalını takip etmeye çalışırım. Özellikle resme ilgi duyuyorum. Gittiğim şehirlerde imkân oldukça sergi gezmeye çalışırım. Kaplumbağa şeklindeki objelerden oluşan bir koleksiyonum var. Doğayı çok severim. Doğada olmak bana çok iyi gelir. İnsanlarla birlikte olmaktan, onların hikâyelerini dinlemekten hoşlanırım.
– En gurur duyduğunuz konserleriniz ve kayıtlarınız hangileri?
G.O: Buna cevap vermek zor. Kayıtlarımın hepsiyle gurur duyuyorum. Zaten iyi bulduğum için yayınlıyorum onları. Konserlere gelince… pek çok duayen şefle çalıştım. Vladimir Ashkenazy, Erich Bergel, Michael Boder, Andrey Boreyko, Jorg Faerber, Vladimir Fedoseyev, Edward Gardner, Neeme Jarvi, Emmanuel Krivine, Ingo Metzmacher, Esa-Pekka Salonen, Jose Serebrier, Vassily Sinaisky, Stanislaw Wislocki ve Lothar Zagrosek gibi isimlerle Dresden Staatskapelle, İngiliz Kraliyet Filarmoni, Philharmonia Orkestrası, İngiliz Oda Orkestrası, Japon Filarmoni, Münih Radyo Senfoni, Saint Petersburg Filarmoni, Tokyo Senfoni, Varşova Filarmoni, Viyana Senfoni gibi orkestralarla verdiğim konserler benim için gurur kaynağı.
– Geçmişten bir müzisyen ile çalma/çalışma imkânınız olsa bu kişi kim olurdu?
G.O: Chopin ve Mozart.
– Zor ve stresli zamanlarda nasıl odaklanıyorsunuz?
G.O: Böyle zamanlarda, beni yine müzik ve piyano en güzel şekilde yatıştırıyor.
– Önümüzdeki seneler için sizi heyecanlandıran planlarınız neler?
G.O: Ülkemi gururla temsil ettiğim 80 ülkede verdiğim 2000’i aşkın konser arasında en anlamlı 4 konser dizisi Milli Mücadelenin Başlangıcının 100.yılına denk gelen “19 Mayıs 1919, ilk adımın 100. yılında 4 ayrı şehirde ( Minneapolis, Toronto, Washington ve Chicago) muazzam bir dinleyici kitlesinin huzurlarında gerçekleşti.. Müziğin birleştirici gücünü bir kez daha hissettiğimiz ve ülkemizden kilometrelerce uzakta Ata’mızı andığımız bu unutulmaz turnenin mimarlarına, emeği olan çok değerli diplomatlarımıza minnettarım, büyük heyecan ve gururla ülkemi temsil etme fırsatını bana verdikleri için… Coşkulu dinleyicilere de çok teşekkür ediyorum.
Sizlere güzel bir haberim var. İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı’nın düzenlediği 33. Uluslararası İzmir Festivali’nin açılış konserinde, tamamen Chopin’in eserlerinden oluşan bir programla Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde olacağım. İzmirli dostlarımı bu güzel festival akşamına beklerim.
– Ve son olarak ıssız bir adaya gitseniz, yanınıza hangi müziği alırdınız ve neden?
G.O: Mozart’ın 40.senfonisi, beni sevinç ve coşkuyla doldurur.
Chopin’in Prelüdleri, Noktürnleri, Valsleri. Kısa eserlerde inanılmaz büyük dünyalar sığdırdığı için.
Rachmaninoff’un ikinci senfonisi. Hem romantizmi hem güçlü ifadeleri beni her zaman çok etkiler.
Shostakovich’in Caz Süitinden vals, şaka ve ironinin müzikle birleştiği ender eserlerden olduğu için.