Dünyayı etkisi altına aldı. Televizyonu tekrar ön plana taşıdı. Dizi film meselesini parlattı ve geliştirdi. Dizinin izlenme oranları dünya izlenme oranlarını alt üst etti. Tam da sloganı Winter is Coming gibi; jenerik müziğinin insana yükselme duygusu vermesi, jenerik görsellerinin büyüleyiciliği, her safhası ve yönüyle çalışılmış bir iş ile karşı karşıya geleceğimizi gösteriyordu bizlere.
Game Of Thrones;
İlk yayın tarihi olan 17 Nisan 2011 itibariyle geliyordu gelmekte olan. Tam sekiz yıl sonra 14 Nisan 2019’da son sezonuyla karşımıza çıkacak olan Game Of Thrones’u heyecanla bekliyoruz.
Game Of Thrones öncelikle fantastik bir edebiyat uyarlaması. Seri kitap olarak basılan ilk kitabın ismi Buz ve Ateş’in Dansı. Edebiyatın bir türü olan bu fantastik hikaye beyaz ekranla birleşir birleşmez önüne geçilemez bir hal aldı. Halbuki edebiyatın en karanlık, en gölgeli, şahsına en münhasır türü olan, bu haliyle merak uyandıran fantastik akım Game Of Thrones’dan önce de sinemaya ve dizilere (Yüzüklerin Efendisi; Harry Potter) aktarılmıştı. Peki GOT ile ne oldu? Ne oldu da hikayesi ve tüm karakterleriyle böylesine fantastik bir hikaye fenomene dönüştü? Akıl sır erdiremediğimiz; bu nasıl oluyor diye bizleri düşüncelere daldıran; binlerce yıl önce yaşamış fantastik bir dünyadan bahsederek bizi bu evrenin içine çekmeyi başaran GOT’un sırları nelerdi? İzleyeni nasıl bu kadar etkiledi ve etkileri nasıl oldu da dalga dalga tüm dünyaya yayıldı?
Başlangıç noktasına gideceğiz. Ve adım adım 14 Nisan’da yayınlanmaya başlanacak olan 6 bölüm çekilen 8. sezona kadar gelerek uzun bir yolculuk yapacağız.
Hikayenin Başlangıç Noktası Bir Canavar: George R.R Martin
1948 yılında New Jersey’de dünyaya gelen Martin çok küçük yaşlarda yazmaya başlar. Ailesinin ekonomik durumu iyi değildir. Canavar öyküleri yazan Martin bu öyküleri arkadaşlarına küçük meblağlara satmaya başlayacaktır. Hızını alamaz ve yine arkadaşlarına uydurduğu çok korkunç korku dolu hikayeleri anlatır. Çocuklar geceleri uyuyamaz. Aileleri tarafından bu durum çok geçmeden fark edilir. İlk önce yazılı canavar hikayeleri bulunur. Ardından bu hikayeleri Martin’in yazdığı öğrenilir ve diğer korku hikayeleri de su yüzüne çıkar. Martin okulun müdürüne şikayet edilir. İlk okuldan uzaklaştırma kararı böylelikle gelmiş olur.
O çocuklara zarar veriyordur. Aklı şeytani fikirlerle doludur. Ötekidir. Dışlanır. Kendini o alana ait olarak hissetmese bile -kendi kontrolünün dışında- dışarı doğru sürüklenmiştir bir kere.
Martin yazmayı bırakmaz. Okumayı da tabii. Büyük bir kitap koleksiyonu bulunan George R.R Martin tarihi fantastik öyküler okumaya hiçbir zaman ara vermez.. Bir çizgi dizi yapar ve bunu bir dergiye satar. 1970’lerde bilim kurgu öyküleri de yazmaya başlar fakat yayınevleri tarafından defalarca ret edilir. 1980’li yıllarda televizyonlarda çalışacak ve kitap editörlüğü yapmaya başlayacaktır. 1990’lı yılların gelmesiyle kitaplara, edebiyatın korku ve fantastik dünyasına geri döner. 1991’de başlayacağı Buz ve Ateşin Şarkısı 1996 basılacak George R.R Martin’in fantastik dünya hayali adım adım tüm dünyaya yayılacaktır.
Ötekileştirilen, dışlanan, arkadaşlarıyla yazdığı hikayelerini paylaşamayan Martin’in hikayesi hayranlıkla seyrettiğimiz Game Of Thrones hikayesinin başlangıç noktasıdır. Martin’in 1948’den 2011’e kat ettiği yol 63 yılı kapsar. Tamı tamına bir insan ömrüdür bu. Bir söyleşisinde şunu der:
“Bunu, bu ünü hayal etmemiştim. İstediğim tek şey yazdıklarımı bastırabilmekti. Bu kadarının olabileceğini ben de tahmin etmiyordum.”
20. yüzyılda temelleri atılarak Buz ve Ateşin Dansı ismiyle yayınlanan Game Of Thrones’un 21. Yüzyılda yeni sezon fragmanını dört gözle bekleyeceğimiz bir televizyon dizi klasiğine dönüşeceği kimin aklına gelirdi?
George R.R. Martin de bu kadarının olabileceğini hiç hayal etmemiştim diyor fakat elbette ki hayal etmişti. O ötekiydi. Bununla da kalmayıp ötekileştirilmişti. Öyle şeyler düşünecek ve hayal edecekti ki vardığı noktalar inanılmaz olacaktı. Buz ve Ateşin Şarkısı kitabı için ötekileştirilmiş, bir şekilde dışlanmış, yok sayılmış, kendisini eksik ve kusurlu hisseden karakterler yaratacak; bu insanların mücadelelerine, savaşlarına, sevgilerine, nefretlerine, aşklarına, alın yazılarına ve kaderlerine tüm dünyayı ortak edecekti.
Özgür Düşünülebilmiş Bir Hayal
Game Of Thrones uçsuz bucaksız, dizginsiz, bağsız; son derece özgür düşünülebilmiş bir hayalin ürünü. Sırf buradan bakıldığında bile diziye kayıtsız kalmak neredeyse imkansız. Dizideki bir çok olay veya karakterlerin yaşadıkları şeyler düşünüldüğünde ‘Bu da imkansız artık!’ dememiz gibi; GOT aklımızın alamayacağı fantastik evrenine ve savaşlarına ve insanlar arası ilişkilerine rağmen bizleri esir almayı başardı. Bu -karşılıklı mutabakatla- gerçekleştirilen esaret nasıl oldu? Sonuçta zorla izlemedik Game Of Thrones’u; öyle değil mi? Hatta sezonları, bölümleri defalarca ve defalarca izleyenler oldu.
HBO kanalında yayınlanmaya başlayan GOT’u ilk sezonda bölüm başı 2 milyon seyirci izlerken; 7. sezonun final bölümünü 16 milyon kişi izleyecekti. Kahraman mitini altüst eden, medeniyetin karanlığını erk iktidarın savaşlarının bir sonucu olarak gören, kadın karakterleri ve noksan erkek karakterleri yücelten, sınırların dışında tutulmaya çalışılmış ve ‘ötekileştirilmiş’ türleri tekrar hayata döndüren; bu saydıklarımızın aksi istikametinde olan her şeyi reddeden GOT öğrendiğimiz ve alıştığımız her şeyin dışındaydı.
Mesafeli olduğumuz pek de sevemediğimiz fantastik dünya George R.R Martin’in Buz ve Ateşin Dansı hikayesiyle değişime uğramıştı. Tek bir kahramanın olmadığı bol karakterli bu fantastik hikayede herkes ötekileştirilmiş; istisnasız herkes dışlanmış; herkes bir şekilde görmezden gelinmiş ve herkes işte tamda taht kavgası adı altında görünür olmanın, dışlanmanın intikamını almanın, ötekileştirilmenin hazin sonunu yaşamamanın derdiyle hareket edecekti. Yani o dünyada yaşayanlar da (fantastik dünyada) bizim gibi dışlanabiliyor, ötekileştiriliyor, sevilmeyebiliyor ve tüm bunları tersine döndürüp kaybettiklerini tekrar kazanmak adına savaşıyorlardı.
George R.R Martin mesafeli olduğumuz fantastik dünya ile aramızdaki sınırları yok eder. Sınır çizgilerini neredeyse ortadan kaldırır. Çocukluğundan beri var olan iyi hikaye anlatıcılığının sayesinde yapar bunu. Fantastik, bilim kurgu, macera veya korku; türü ne olursa olsun Martin gibi iyi bir hikaye anlatıcısı olduğunuzda seçtiğiniz türün öneminden ziyade hikayenin gücü ortaya çıkıyor ki bu her şey demek.
Bastırılmış Olanın Geri Dönüşü
Görünürde küçücük, üzerine konuşulmaya bile değmeyecek bir sebep – sonuç ilişkisiyle başlar Game Of Thrones. Fakat bu dünyadaki (fantastik dünyalar da buna dahil) hiçbir olay, hiçbir mesele bir anda gerçekleşmez zaten. En azından bir yüzyıla ihtiyaç duyar ki GOT’taki her bir olay veya mesele de yüzyıllar öncesine dayanmakta.
Return Of The Repressed; yani bastırılmış veya ötekileştirilmiş veya yok sayılmış olanın geri dönüşü. Hikayenin ana fikri bu sözden patlak verir. Ötekileştirilip, bastırılarak krallığın ücra köşelerine atılmak suretiyle dışarıda bırakılan Ak Gezenlerin (White Walkers) hikayesi aslında Game Of Thrones. Kuzey krallığının (aslında genel olarak korunması gereken tüm krallıkların) korunması için yapılan buzdan duvar ve bu duvarın askerlerinden biri olan Gece Gözcüsü (Night’s Watch) bir muhafızın Ak Gezenleri görmesi, hikayenin başlaması adına basit bir tetikleyici unsurdur sadece. Gece Gözcülüğünün kurallarına uymayarak duvarın dışına çıkan bu çelimsiz genç muhafızla beraber iki Gece Gözcüsü daha vardır. Çelimsiz muhafızımız Ak Gezenler tarafından ‘bilerek, gördüğü her şeyi anlatması için’ sağ bırakılırken diğer iki gözcü korkunç bir şekilde öldürülürler.
Ak Gezenler dönmüştür. Winter is Coming! Üstelik sessizce de değil; son derece korkunç bir şekilde.
Kuzey Krallığının askerleri tarafından yakalanan çelimsiz muhafız bölgesinin başında olan Ned Stark tarafından kurallara uymadığı için cezalandırılır. Muhafız gördüklerinin gerçek olduğunu anlatsa da, ‘Ak Gezenler geliyor’ dese de kral kuralları çiğneyen çelimsiz muhafıza inanmayacak, onu ilelebet ‘dışlama’ yönteminin en ağrıyla –ölümle- cezalandıracaktır. Ve bunu kendi elleri ve kılıcıyla yapar. Böylece iflah olunmayacak bir süreç Stark’lar için başlamış olacaktır.
Hikayenin ötekileştirilip krallığın ücra köşelerine atılarak dışarıda bırakılan Ak Gezenlerin (White Walkers) geri dönüşleri ile başlaması tesadüf değil. Bunu gören Gece Gözcüsü çelimsiz muhafıza inanmayıp (tamamen dışlama) bir de üstüne üstlük kurallara karşı geldiği için öldürülmesi kararını vererek (dışlamanın da ötesine geçme) fitilin ateşlenmesi, üstelik bunu çelimsiz bir oğlanın başlatıyor oluşu da tesadüf olmaktan uzakta. Tüm bunlar George R.R Martin’in, evrenin o girift/miş gibi görünen hikayesini çözdüğünün bir göstergesi aslında. Küçük gördüğümüz sebeplerin birikiminden oluşan basit olayların büyük sonuçları insanlığın makus talihi olmuştur her zaman; öyle değil mi?
Uzun Gece Gözcüleri
George R.R. Martin hikayeyi anlatmaya Gece Gözcülerinden başlar. Ak Gezenlere ilk kurban ettiği kişiler Gece Gözcüleri olacaktır çünkü. Neden ilk olarak Gece Gözcülerini seçmiştir Martin ve sonrasında tüm hikayeyi nasıl yedi krallığa yayacaktır? Hikayenin mücadele, çatışma, savaş dinamiklerini sembolize eden Yedi Krallığı, bu krallıklar arasında yaşanan ‘Taht Oyunları’ 8000 yıl öncesine dayanır.
Gece Gözcüleri ilk insanların krallıklarının düşmesinden sonra ayakta kalan; buna karşılık Andal İstilası ve Fetih Savaşları sonrasında da devam eden Yedi Krallık’taki en eski muhafız birliğidir. 8000 yıl evvel Uzun Gece olarak bilinen dönemin hemen akabinde kurulmuştur. Uzun Gece’de Sur’un ötesinden gelen Ötekiler (Yani şimdiki adlarıyla Ak Gezenler) Gece Gözcülerinin bulunduğu yer olan Westeros’u Şafak Savaşında harabeye çevirmişlerdir. Tehdit zar zor geri püskürtülür. Bunun üzerine Stark’ların atası Brandon Stark Yedi Krallığı korumak ve Ötekiler’in geri dönmesini önlemek için buzdan oluşmuş Sur’u inşa eder. Gece Gözcüleri Kahramanlar Çağı olarak nitelendirilen süre boyunca düzenli olarak Ejderhacamı hançer ile Sur’un güvenliğini sağlayacaklardır.
Fakat Gece Kralı olarak bildiğimiz 13. Lord Kumandan’ın yozlaşmasıyla yüzyıllardır ortada gözükmeyen Ak Gezenler geri dönerler. Üstelik yine saldırı halinde olacaklardır. Üstüne üstlük ormanda yaşayan Yabanıllar Halkı da önce Sur’a (Önce Sur’un aşılması gerekir çünkü) sonra kuzey topraklarına karşı saldırılarda bulunuyorlardır.
Gece Gözcülerinin yozlaşma öncesi dünyası çok görkemlidir. Yüz adet birlikten oluşan, on binin üstünde adamı ve on dokuz kalesiyle Yedi Krallığın ve gücün sembolü haline gelen Gece Gözcüleri zamanla asıl misyonlarından uzaklaşıp (Yedi Krallık toprağını korumak için iyi savaşçılar yetirmek) yalnızca yabancılarla savaşırlar. Asıl görevleri olan Ötekiler (Ak Gezenler) ile savaşma ve mücadele etme meselesini unuturlar.
Yedi Krallık Oyunları ve Demir Taht
Yani Gece Gözcüleri aslında hep vardır. Fetih savaşlarından önce Fetih savaşlarından sonra, bahsedilen Yedi Krallığın son hallerini almaları aşamalarında ve bu Yedi Krallığın kendi arasındaki tek güç olma savaşları süresince… Gece Gözcüleri siyah atları, siyah pelerinleri, Ejderhacamı hançerleri ile varlıklarını 1000 yıllardır sürdürmektedir.
George R.R. Martin bunu netleştirdikten sonra bizleri Yedi Krallıkla tanıştırmaya başlar. Anlatılan hikayenin olay örgüsü, karakterleri ve kurgusuyla çıkamayacağımız ve her bölümünü neredeyse merakla bekleyeceğimiz bir dünyanın içine gireriz.
Yedi Krallık Westeros kıtasında bulunan krallıktır. Yedi Krallık ismi 300 yıl evvel Fatih Aegon tarafından Westeros’u birleştirirken yedi bağımsız krallığın varlığından dolayı konmuştur. Yedi Krallığın Lordu Krallığa hükmeder. Demir Taht’ta oturan kral başkent olan Kral Topraklarında ikamet eder.
Torrhen Stark (Kuzeydeki Kral)
Ronnel Arryn (Dağ ve Vadi Kralı)
Harren Hoare (Demir Adalar ve Nehir Kralı)
Loren Lannister (Kaya Kralı)
Mern Gardener (Menzilin Kralı)
Argilac Durrandon ( Fırtına Kralı)
Meria Martell ( Dorne Prensesi)
Targaryen Hanesi yukarıda yazdığım krallıklar dışında hikayenin en önemli hanelerinden biridir. Yedi Krallığın ortaya çıkış süreçlerini görmemekle beraber dizinin ilk bölümünden itibaren anlıyoruz ki Targaryen Hanesi Yedi Krallığın bize tanıtılış şeklinde önemli roller oynamıştır. Şöyle ki…
Fetih savaşları sırasında Aegon Targaryen ve kız kardeşleri tarafından Yedi Krallıktan altısı fethedilir. Fethedilen altı krallık Demir Taht’a ve Targaryen hanesine bağlanır. Aegon’a taç takılırken Yedi Krallığın Lordu ünvanı verilecek; Yedinci Krallık Dorne’un Targaryen Hanesine diplomatik yollarla katılımı iki asır sürer. Yanı sıra Tully Hanesi, Greyjoy Hanesi, Tyrell Hanesi, Fırtına Kralı Kibirli Argilac Fetih Savaşları’nın kazananları arasında yer alacaklardı. Stark Hanesi teslim olmayı seçip kuzeyin derebeyi olacak; Arryn Hanesi teslim olup Arryn vadisini ellerinde tutacak, Lannister Hanesi mal varlıklarını koruyabilecektir.
Böylece Yedi Krallık yerli yerini alır. Fakat dışarıdan bakıldığında göremediğimiz volkan ateşi içerde kaynamaya devam etmektedir. Ve asıl olarak kış tüm şiddetiyle gelmektedir.
Winter is Coming
Kaybetmiş ve kazanmış olan tüm haneler için Taht Oyunları başlar. Savaşı kaybedenlerin başında gelen ve yaşamlarına Kuzeyin derebeyi olarak devam eden Starklar bu taht oyununda başı çekmektedir; hiç böyle bir hissiyat uyandırmasalar da. Çelimsiz muhafızımızı öldüren Kuzeyin Lordu Eddard Stark’ı hanesiyle birlikte ziyarete gelen Kral Robert Baratheon, Eddard’a Kralın (Yani kendisinin) Eli olmayı emri vakiyle teklif edecek, böylece Game Of Thrones’u Game Of Thrones yapan olayların başlamasına sebebiyet verecektir.
Baratheon Hanesi’nin başı Robert Baratheon Yedi Krallığın kralı olarak Demir Taht’ta hüküm sürmektedir. Eddard Stark’ın kız kardeşi Lyanna Stark’la birlikte olabilmek için savaşa girmiş, Lyanna’nın savaşta öldürülmesi üzerine tamamen politik sebeplerden Lannister Hanesi’nin kızı Cersei Lannister ile evlenmiştir. Yalnızlığına çare aramak için geldiği Kış Yarı’ndan eski dostu Eddard’ı ve kızlarını alarak ayrılır. Çünkü ailenin en küçük oğlu Bran Stark görmemesi gereken bir şey görmüş (Kraliçe Cersei ve erkek kardeşi Jamie Lannister’ı sevişirken yakalamış) ve sarayın yüksek kule duvarından Jamie Lannister tarafından aşağı atılarak komaya girmesine sebebiyet verilmiştir. Bu durumda anne Catelyn Stark oğlunun yanında kalacak; Eddard Stark’ın piç oğlu olarak bilinen John Snow, Gece Gözcülerine katılacak; Catelyn ve Eddard’ın büyük oğlu Rob Stark Kışyarını korumak amaçlı kalede kalacak, Sansa ve Arya Stark babalarına bu zorlu görevde eşlik edeceklerdi.
Savaşlar mı Önemlidir; Ötekileştirilen İnsan mı?
Kral Robert Baratheon’un bir av gezisi sırasında ölmesiyle (yine basit bir sebep) Yedi Krallık arasında savaşlar başlar. Savaşlar öyle hızlı başlar ki; kralın sağ elim olacaksın diyerek krallığa getirdiği Ed Stark’ın kellesi anında vurulur. Ve alakalı alakasız herkes; tahta asla oturamayacak kişiler bile hızla art arda patlak verecek olan savaşların içine doğru sürüklenir.
Game Of Thrones ilk bölümünden son bölümüne savaş dinamikleri ve sahneleriyle ilerlese de aslında anlatılmak istenen tabii ki taht, taht oyunları ve bu uğurda başlatılan savaşlar değildir.
George R.R. Martin tahtı tamamen bir sembol olarak kullanır. Fakat böyle yaptığı halde; gayet akıllı bir şekilde herkesi, Yedi Krallığın başında bulunan yedi haneyi yarattığı taht savaşlarının içine sokar. Tıpkı içinde bulunduğumuz evren ve bu evrende bizleri yöneten Tanrı gibi!
O hikaye anlatımının Tanrı’sıdır ve bir zamanlar Ötekileştirilmiş olan Martin’i hiç unutmaz. Onunla arasındaki bağı hiç koparmaz. İnandığı kişi O’dur. Game Of Thrones’da bir zamanlar Ötekileştirilmiş olan Martin’i tüm karakterlerin içine (ama az, ama çok) zerk eder. Hikayeye Stark Hanesi’nden başlamasına, görüntüde en büyük yenilgiyi, acıları onlara yaşatmasına, aileyi korkunç bir şekilde dağıtmasına rağmen Lannister Hanesi başta olmak üzere, Targaryen Hanesi, Greyjoy Hanesi, Dorne’lar, Arryn’lar, ormanda yaşayan Yaban’lar ve Ak Gezenler’e herkes az veya çok bu duyguyla (Ötekileştirilerek dışarda kalmışlık duygusu) hareket edecek, savaşları bu duyguyla başlatacak, bu duygularla iyi baş edebilenler ayakta ve hayatta; bu duyguların kötülüğüne teslim olanlar bir şekilde yeryüzünden silinip gidecektir.
‘Başta Lannister Hanesi olmak üzere’ yazdım çünkü Lannister Hanesinin her bir ferdi hikayenin dinamik kötü unsuru olarak gösterilmelerine rağmen (Tüm entrikaları çeviren, Stark Hanesi’nin yarısını kılıçtan geçiren) hikaye kurgusunda Ötekileştirilmeye en çok maruz kalmış, bu yüzden de sürekli saldırıyı, savaşmayı, entrikayı, kötülüğü pompalayarak gücünü ortaya koymak isteyen, herkesin kendilerine biat etmesini talep eden Lannister ’lar aslında Ak Gezenler’den sonra saydığım tüm bu sebeplerden dolayı Game Of Thrones’un en önemli Hanesi.
Baba Tywin Lannister olmadan Game Of Thrones diye bir dizi olur muydu sizce? Ak Gezenler istedikleri kadar geri dönsün, savaşlar da kaldığı yerden başlasın… Ötekileşmenin ve kötünün bu derece sağlam bir birliktelikle bir araya geldiği çok az hikaye var. Peki baba Lannister’ın küçük oğlu Tyrion Lannister olmadan tüm krallıklar üzerinde kurduğu gücü sergileyebilir miydi? Ya da büyük oğul Jaime Lannister olmasaydı kötü ile iyinin bu kadar iyi yer değiştirdiği, kötünün de, iyinin de insanın içinde var olabilen iki davranış şekli olabileceğini bu kadar çıplak bir biçimde görebilir miydik? Cersie Lannister olmasaydı erk gücün (Ve dini inanç sisteminin de tabii) kadına neler yaptığını, ötekileştirmek bir yana kadını nasıl yok saydığını görebilir miydik? Bir kadının çok büyük acılar çekerken değişim sürecinde ilk olarak saçlarını feda ettiğini izleyebilir miydik?
Baba Lannister’ın küçük oğlu Tyrion bir cüce. Boyu neredeyse iki metreyi bulan güçlü kuvvetli ve erk sahibi bir babanın oğlu nasıl olurda cüce olabilir? Asla olamayacak ama olmuş olan böyle bir durum için entrikalar icat edilip, savaşlar çıkartılabilir mi? Elbette. Neden olmasın? Çünkü evrenin kendisine karşı yapmış olduğu bu asla kabul edilemeyecek hakareti demir tahtı bahane gösterip, gözüne kestirdiği hanelere savaş açarak unutmaya, yok saymaya çalışan bir babanın kendisiyle yaşadığı savaş çok daha derin. Aşılamayacak kadar. Tyrion ise cüce olmasının ötekileştirilmesini akıllı biri olarak bertaraf etmeye çalışır. Eder de. Bu özelliği ile dizide seyirciden en çok onay alan karakterdir.
Baba Lannister’ın büyük oğlu Jaime sürekli elinden tutulması gereken bir basiretsiz. Asla babası kadar güçlü değil. Olamaz da. Fakat hiçbir erk sahibi baba bunu kabul etmez. Onaylamaz da. Zaten cüce bir oğlu vardır. Jaime tam bir erkek olmalıdır. Güçlü ve yenilmez. Görünür de öyledir de zaten. Fakat dikiş tutmayan bir şeyler vardır. Bu yüzden Jaime ne iyi olabilir ne de kötü. Yeri, yönü tam belli değildir. Hareketlerini kısıtlayan güçlü bir baba eli vardır üzerinde.
Oyunlar, Savaşlar ve Kadınlar
Baba Lannister’ın tek kızı Cersie, Game Of Thrones’un erkek egemen dünyasında dizinin ilk bölümünden son bölümüne kadar kendini göstermek ister. Tek derdi ise sevilmektir. Babası tarafından sevilmek, onaylanmak. Av sırasında ölen kocası kral Robert tarafından sevilmek, onaylanmak. Oğulları tarafından sevilmek, onaylanmak. Ve çocuklarının babası kardeşi Jaime tarafından sevilmek. Onunkisi müthiş bir savaştır. Erk dünyasındaki savaşı esnasında babasının yanı sıra dini inanç sistemiyle de mücadele eder. Nihayetinde kan revan içinde saçları kesilir. Kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan Cersie küllerinden yeniden doğar.
Daenerys Targaryen. Bu güçlü, ateşte yanmayan kadını yazmadan bitiremezdim. Aynı Cersie gibi Daenerys’in etrafı da erk dünya tarafından çevrelenmiştir. Abisi tarafından eski Targaryen gücünü yeniden kazanmak adına Drogo kabilesinin lideri Khal Drogo’ya satılan Daenerys’in mücadelesi ve geldiği nokta inanılmaz. Ejderhalar tarafından temsil edilen Targaryen Hanesi’nin son temsilcisi Daenerys başta abisi olmak üzere, çok önemli savaşlar içine girip çıkarak kendi varlığını kabul ettirir. Ateşte kesinlikle yanmayan, aksine güçlenerek çıkan bu kadın George R.R. Martin için önemli bir kadın karakterdir. Danerys’e karşılık Cersie’yi entrikaların içinde kötüy/müş gibi gösterse de aslında yapmak istediği sevilmeyen, görmezden gelinen, ötekileştirilen bir kadının ne olursa olsun sevilmeyi bekleyen, çocuklarını koruyabilmenin annelik güdüleriyle hareket eden taraflarını ortaya çıkarmaktır.
Katleyn Stark ailesini koruyan güçlü bir kadın karakterdir. Yeri gelir Kuzey Bölgesi ileri gelenleri onu dinler. Ailesini (Starklar’ı) tekrar bir araya getirmek için elinden geleni yapar. İlk olarak kendi ailesinin erkeklerine karşı mücadele verir.
George R.R. Martin her fırsatta savaş başlatan erk dünyaya, erkeklere karşılık güçlü kadın karakterler yaratarak Game Of Thrones’u fantastik dünya içinde bambaşka bir yere konumlar. Ezberleri her anlamda bozar. En çok da kadınlar söz konusu olduğunda. Erkekler savaşa dursun, en çok ötekileştirilen, görmezden gelinen, yok sayılan kadınlar tarafında safını tutar.
Tüm dünya 14 Nisan’ı dört gözle beklemekte. Yine çok büyük bir savaşın yaşanacağı biliyoruz. İzlediğimiz fragmanlardan kadınların bu savaşlardan yine güçlenerek çıkacağını biliyoruz. Tüm bunları biliyor olmamıza rağmen 14 Nisan’ı dört gözle bekliyoruz. Ekranın karşısına geçip Taht Savaşları esnasında yaşanan insan hikayelerini izlemek için.