ÇANAKKALE
1915“Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer, O ne müthiş tipidir: savrulur enkaz-ı beşer”*
28 Haziran 1914’te, Avusturya-Macaristan Veliahdı Arşidük François Ferdinand’ın Saraybosna’da bir Sırp tarafından öldürülmesiyle fitili ateşlenen Birinci Dünya Savaşı, kısa zaman içinde etrafındaki devletleri ateş çemberinin içine çekmişti.
1853 yılında Rus Çarı I. Nikolay tarafından ‘Hasta Adam’ adlandırmasıyla nitelenen Osmanlı Devleti’nin idarecileri, savaşın öncesinde içinde bulunduğu durum nedeniyle kendine müttefik aramış fakat çaldığı bütün kapılar çeşitli nedenlerle yüzüne kapanmış, çareyi Almanya ile ittifakta bulmuştu. Yapılan görüşmeler neticesinde Ağustos 1914’te Türk-Alman ittifakı imzalanmıştı.
Bundan hemen öncesinde, 1913 yılında, Balkan Savaşları ile hakimiyeti altında olan toprakları birbiri ardına kaybetmiş, askerî teşkilatın düzenlenmesi ve kuvvetlendirilmesi zorunluluğunu ağır yenilgilerle tecrübe etmişti. Donanmayı İngiliz Amiral Limpus’a, Jandarma düzenini İtalyan subaylara, maliye ve gümrük düzenlemesini Fransız uzmanlara verirken Almanya’ya da kara ordusunun düzeltilmesi için askerî uzman talebinde bulundu. Kasım 1913’te Alman hükümeti General Liman von Sanders’ komutasında bir heyet gönderdi. Önce İstanbul’daki Birinci Kolordu Komutanlığına tayin edilen Sanders, Rusya’nın rahatsızlık duyması sebebiyle 1914’ün Ocak ayında Kolordu komutanlığından ordu müfettişliğine getirildi.
Savaşın patlamasıyla birlikte bu gizli ittifaktan habersiz olan İtilâf Devletleri, Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığını sağlamak için uğraşmaya başlamıştı. Fakat Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığa karşı sunduğu talepleri, öncelikle İngiltere’nin itirazıyla karşılandı. Kapitülasyonların kaldırılması, Ege adalarının geri verilmesi ve Mısır meselesinin çözülmesi gibi isteklere yanaşmadılar. Böylelikle Osmanlı Devleti’nin her yönden tek muhatabı olarak Almanya kalmıştı. Osmanlı’nın tarafsızlığı öncelikli olarak Rusya için önemliydi, Boğazlar üzerindeki bitip tükenmek bilmeyen hayallerinin yanında savaş süresince kendilerine sağlanacak yardım ve takviye için Osmanlı toprakları önemliydi.
Osmanlı Devleti tarafsızlığını ilan etmişti, ancak Ağustos ayının ilk haftasından itibaren gelişen olaylar neticesinde Almanya’nın tarafına savaşa girmek zorunluluğu doğdu. Goeben ve Breslau adlı iki Alman gemisi 10 Ağustos’ta Çanakkale’ye sığındı. Tarafsızlığı sebebiyle Osmanlı Devleti’nin bu gemilerin silahlarını sökmesi ve personelini de gözaltına alması gerekiyordu. Almanya’nın itirazı ile bu gemiler satın alınmış gibi gösterildi, Türk bayrağı çekilerek personeline fes giydirildi. Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığından fayda sağlayan İtilaf Devletleri bu planı görmezden gelerek kabul etti. Bu olaydan sonra da Osmanlı Donanması bu iki geminin komutanı Amiral Souchon’a teslim edildi. Almanya, Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi taraftarıydı. Zira bu sayede Rus kuvvetlerini Kafkasya’ya çekecek, Avusturya ve Almanya’nın yükü hafifleyecekti. Harbiye Nazırı Enver Paşa ve kabinenin bazı üyeleri de savaşa girmeyi istiyorlardı. Enver Paşa’nın emri ile Amiral Souchon, Osmanlı Donanmasını alarak 29-30 Ekim 1914 gecesi Karadeniz’e çıktı ve Odesa ve Sivastopol gibi Rus limanlarını topa tuttu. İngiltere, Fransa ve Rusya, Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ettiler.
Bu savaş, Enver Paşa ve kabinesinin olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğunun da sonu oldu.
Osmanlı Padişahı, Halifelik sıfatı nedeniyle Müslüman alemini ayağa kaldıracağını düşünüyordu. Şeyhülislam 23 Kasım 1914’te Cihad-ı Mukaddes ilan etti. Ne ki bundan hiçbir fayda sağlanamadığı gibi Türk çocuğu Arap çöllerinde sadece Hristiyan değil Müslüman kurşunuyla da oluk oluk kan akıttı.
Müttefiklerin Boğazlar üzerindeki emelleri, Osmanlı Devleti’nin savaşa dahil olmasıyla birlikte daha da ciddiyet kazanmıştı. Boğazların ele geçirilmesi fikrinin en ateşli taraftarı, İngiliz Bahriye Bakanı Winston Churchill’di. Boğazlar ele geçirildiğinde İstanbul yolu açılmış olur, Osmanlı’nın barıştan başka çaresi kalmaz ve açılan cepheler kapanmış olduğu gibi Rusya’ya destek vermenin ve destek almanın önünde de herhangi bir engel kalmazdı. 1911 yılında “Çanakkale’den geçmenin artık olanaksız olduğunu ve hiç kimsenin modern bir donanmayı böyle bir tehlikeye atmayacağını hatırlatmak isterim.” Diyen Churcill, diğer İngiliz Amiraller ve Generallerle birlikte arzularının peşinden koşarak Çanakkale Boğazının sularında hayallerini yüzdürüyordu. En önemli kısmı deniz harekâtı olmakla birlikte karadan çıkarma ile devam edecek olan işgal, İstanbul’da Rusya ordusuyla buluşularak nihayete erdirilecekti. Üzerinde anlaşılan son plan buydu. İşgal, Avrupa yakası tarafından başlayarak yürüyecekti, Anadolu tarafından başlatılan bir girişim, başarısızlığa uğrama ihtimalinin yanında fazla takviye isteyecek bir durum da oluşturacaktı. Lord Kitchener göre İstanbul’u zapt etmek kolay olacaktı, Çanakkale geçilince şehir hem denizden hem karadan kuşatılmış oluyordu. “İstanbul, eninde sonunda gene bize kalacaktır!” diyordu.
2 Kasım 1914 sabahında ilk bombardıman ateşi başladı. 13 Aralık’ta bir İngiliz denizaltısı Çanakkale Boğazındaki mayın tarlalarını aşarak Sarısığlar Koyunda demirli olan Mesudiye zırhlısını torpilleyerek batırmıştı. 13 Ocak 1915’te Londra’da toplanan Savaş Konseyi, oy birliği ile “İstanbul hedef olmak üzere, Şubat ayında Gelibolu Yarımadasının bombardıman edilmesi ve alınması amacıyla Şubat yapılacak bir deniz harekatı için amiralliğin gerekli planları yapması” kararını aldı. 19 Şubat 1915’ten itibaren İngiliz ve Fransız donanması Çanakkale Boğazının iki yanındaki Türk tabyalarını bombalamaya başladı. Sabah 09.15’te başlayan bombardıman yavaş yavaş devam edip gitti. Akşama doğru kıyıya yanaşan zırhlılar, uzun menzilli top ateşlerine yanıt vermeyen Türk topçularının ateşi ile karşı karşıya kaldılar. Karanlık basmak üzereyken Amiral Carden geri çekilme emrini verdi.
Türk topçuları uzun menzilli ateşlere karşılık vermiyordu. Çünkü:
“Seferberlik başladığı zaman, Çanakkale Boğazının tahkimatı (siper) ve teslihatı (silahlandırma) pek noksandı. Tabyalar umumiyetle toprak ve kagir olup topların çoğu da eski sistem, ati ateşli ve kısa menzilliydi. Cephaneleri de pek mahduttu (sınırlı sayıda).
…
Düşman donanması, Boğazın giriş yerlerindeki tabyaları tahrip edip Boğaza girince, o zaman faaliyete geçmek üzere, Karanlık Limanın iki tarafına adi ateşli sekiz obüs bataryası yerleştirildi.
Bütün Boğazda iki projektör vardı. Bu arada bunlara da yeniden 8 projektör ilave edildi.
Tepelere birtakım sahte bataryalar konuldu. Bunlar uzaktan hakiki toplar gibi görünecek ve değişik yerlerden ara sıra ateşlenecek küçük fakat gerçek toplarla maskelenerek düşmanın ateşi bunlar üzerine çekilecekti. Nitekim bu tertipten çok istifade edildi.” (Erkanı Harbiye-i Umumiye Harp Tarihi Külliyatı, Cihan Harbinde Osmanlı Harekatı Tarihçesi Cüz:1, Çanakkale Muharebatı (1922)
İşte, Osmanlı Devleti, Türk askeri, Çanakkale Boğazında devlerin karşısına bu olanaklarla çıkmıştı.
12 Şubat günü başlayan fırtına beş gün süreyle devam etti ve 25 Şubat günü Koramiral de Robeck Vengeance gemisi ile Seddülbahir ve Kumkale’ye karşı taarruza geçti. Türk ve Alman topçuları kuzeye doğru çekildiler. Mevzilere çıkan deniz piyadeleri ve bahriyeliler, Türklerin geri çekilirken bıraktıkları top, silah ve mevzileri tahrip ettiler. Şubat ayının son haftası içinde Müttefikler mayın tarama işlemlerini artırdılar, ancak sivil mürettebatlı küçük mayın tarama gemileri Boğazın kuvvetli akıntısına karşı koymakta güçlük çekiyor, girebildikleri yerlerde de mayın bulamıyorlardı. Müttefikler hiçbir zayiat vermeseler de Türk topçuları tedirginlik yaratıyordu.
2 Mart 1915’te Amiral Carden, Londra’ya “Hava iyi olduğu takdirde İstanbul’a 14 gün içinde girebileceğini” söylüyordu. Bu arada Türk piyadeleri Seddülbahir’e, Kumkale ve Ertuğrul Kalesine inmiş, İngilizleri geri püskürtmüşlerdi. Donanmanın ateşi biter bitmez Türk topçuları gizlendikleri mevzilerden çıkıyor, diğer gizli mevzilere geçiyor ve Müttefiklerin üzerine ateş açıyorlardı. Her sabah Fransızlar ve İngilizler, bir gün önce susturdukları topçu bataryalarının faal olduklarını görüyorlardı. Menzili uzun olmadığı için hasar veremeyen Türk topçu ateşi, mayın tarama çalışmalarının yapılmasına engel oluyordu. Türklerin direnişi gün geçtikçe artıyordu.
11 Mart 1915’te Churchill, Amiral Carden’e “Bugüne kadar kayıp vermeden gelmenizi sağlayan beceri ve sabrı onaylıyoruz. Ancak kazanılacak sonuçlar, insan ve gemi kaybını haklı kılacak kadar büyüktür. Çanakkale’de köşenin dönülmesi tüm harekatın kaderini tayin edecektir.” Telgrafını gönderiyordu. Amiral kuşkuluydu. Mayınları temizlemeden Boğaza girilemiyordu ve Türk tabyalarını gözetleyebilecek deniz uçakları, hava koşulları yüzünden kalkamıyordu. Çanakkale’de hava da toprak da su da haklıdan yanaydı!
13 Mart 1915 gecesi Boğaza yeniden girdiler. Türk topçuları habersiz gibi duruyorlardı. Gemiler mayınlı bölgenin tam ortasındayken ışıklar birden denizi aydınlattı ve İngiliz gemilerine yoğun bir ateş başladı. Gemilerden yalnızca üçü su üzerinde kalana kadar dayandılar, sabah mayın temizleme çalışmalarının başarılı olduğu göründü. 17-18 Marta kadar bu çalışmaların devamına ve bölgenin tamamen mayından temizlenmesine karar verildi. Churchill “Bölgenin temizlenmesi için 200 ya da 300 kişilik bir kayıp ödenecek normal bir fiyattır. Küçük gemiler ve personel açısından kayıp ne olursa olsun bir an önce yapılıp bitirilmelidir.” Diyordu.
Amiral Carden, 17 Mart günü saldırıya geçeceğini bildirdi ancak 15 Mart’ta Kurmay Başkanı Roger Keyes’e “Artık bu işi sürdüremeyeceğim.” diyerek askerlik hayatını Çanakkale Boğazının sularına gömmüş bir halde İngiltere’ye geri döndü. Yerine Churchill tarafından Koramiral de Robeck atandı.
Ilık ve güneşli 18 Mart 1915 sabahı, üç hatta ayrılmış olan donanma harekete geçti. A hattında İngiliz donanmasının en güçlü dört gemisi olan Queen Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson ve Inflexible bulunuyordu. Bu gemilere Prince George ve Triumph kruvazörleri eşlik ediyordu. Geriden B hakkını oluşturan Fransız filosu geliyordu: Gaulois, Charlemagne, Bouvet ve Suffren. Bunlara da iki İngiliz gemisi eşlik ediyordu, Majestic ve Swiftsure. 6 gemi de Boğazın dışında verilecek emri bekleyecekti. Boğazdan giren ilk on zırhlı Türk ateşini üzerine çekti ve Queen Elizabeth ile diğer gemiler kuzeye doğru bu ateş hattının altında ilerlediler. Hafif toplar donanmaya zarar veremiyordu. Saat 11.25’te gemiler yol kesti ve saldırıya başladı. Queen Elizabeth’in hedefi, Çanakkale’nin sağ ve sol yanındaki kalelerdi. Saat 12.00’de Fransız gemileri, İngiliz gemilerinin arasından geçerek açıldılar. Çanakkale ve Kilitbahir’i daha yakından vurmak ve son darbeyi indirmek istiyorlardı.
Öğleden sonra savaş, en yüksek şiddetine ulaşmıştı. Boğaz’ın üstüne karşılıklı yağan top ateşi, suları havalandırıp indiriyor, ateşten, baruttan göz gözü görmüyordu. Müttefikler bastırdıkça Türk topçusu direniyor, Türk topçusu direndikçe Boğaz’a ateş yağıyordu. Kendini çelikten dev görenlerin karşısında etten kemikten, imandan, inançtan oluşan duvar vardı. Çanakkale, İstanbul’un, Anadolu’nun, hürriyetin, imparatorluğun kilidiydi. Balkanlarda, Arap çöllerinde, Kafkasya’da kanını döken asker yine bu askerdi fakat kaybedilecek bir karış toprağı kalmamıştı; bundan gerisi Anavatan’dı.
Saat 13.45’te Amiral De Robeck, kıyıdan açılan ateşin gücünü yitirdiğini görerek ileri hattaki Fransız filosuyla diğer gemileri geriye çekmeye ve Boğazın dışında bekleyen diğer altı savaş gemisini ateş hattına almaya karar verdi. Fransız gemileri Erenköy tarafından dönerek geri gelmeye başladılar. Suffren zırhlısı, Queen Elizabeth’in yanından geçerken onu izlemekte olan Bouvet büyük bir patlama ile sarsıldı. Türk topçusunun attığı bir mermi, Fransız zırhlısının cephaneliğine isabet etmiş gemi birkaç dakika içinde sulara gömülmüştü. Komutanı Alba Gageot ve mürettebat, amirlerinin hayallerini taşıdıkları gemileriyle birlikte Boğazın sularına gömülmüştü. Kıyıdan yeni bir ateş dalgası başladı, saat 16.00’ya kadar süren karşılıklı ateşten sonra Türk tarafı tekrar suskunluğa büründü. Amiral De Robeck, bu suskunluk karşısında tekrar mayın tarama çalışmalarına başlama emrini verdi, gemiler mayınlanmış alana girdiler. Türk tarafından kıyı ateşi başladı, yoğun ateşin altında kaçtılar. İrresistible zırhlısı da sancak tarafından torpil yemişti. Onu kurtarmaya gönderilen Wear destroyeri, gemideki mürettebatıyla kimi yaralı, kimi ölü geri geldi.
Yedi saate yakın süren şiddetli çarpışmanın sonunda Amiral De Robeck, ağır kayıplar vererek yenilmişti. 3 zırhlı, 2 torpido batmış; 3 zırhlı ağır yara almış; denize gömülen mürettebat ise mühim sayıdaydı.
Çanakkale geçilmemişti!
Churchill’in, Lord Kitchener’in ve destekçilerinin kurduğu İstanbul hayalleri Türk topçusunun, Türk askerinin, Türk çocuğunun elinde tuzla buz olmuştu.
6 Mart günü, Cevat Bey, Binbaşı Hafız Nazmi Bey’e bu savaşın kaderini değiştirecek talimatı verir. 26 adet mayın, Nusret Mayın Gemisi ile limanda kıyıya paralel olarak dökülecektir. Binbaşı Hafız Nazmi Bey, yakın arkadaşı olan gemi komutanı Yüzbaşı Hakkı Bey’i bulur. Hakkı Bey, iki gün önce kalp krizi geçirmiştir fakat memleketin selameti bu görevin başarısına bağlıdır. Yüzbaşı Hakkı Bey, görevi kabul eder ve 8 Mart gecesi bütün ışıklarını kapatıp ocaklarını söndürerek karanlığın içinden geçerek, düşmanın devriye gemilerine yakalanması an meselesiyken, görevini başarıyla sonuçlandırır.
17-18 Mart’a kadar mayın taramalarını tamamlayan düşman kuvvetleri, bölgenin temiz olduğundan eminlerdir. Bu güvenle saldırmaya başlarlar.
18 Mart sabahı Alman keşif uçağı havalanarak Müttefik filosunun Bozcaada önlerinde hareketlenmekte olduğu bilgisini getirir. Ardından Pilot Yüzbaşı Cemal ve Montör Mehmet de Ertuğrul Uçağı ile havalanarak aynı bilgiyi getirir.
Günün sonunda Nusret Mayın Gemisinin döşediği mayınlar hala Çanakkale Boğazı’ndaydı. Nusret’in komutanı Tophaneli Yüzbaşı Hakkı Bey’in gecenin karanlığında süzülerek Boğazın sularına bıraktığı 26 mayın, dünyanın en kuvvetli donanmasını yıkıp geçmişti. Nusret Mayın Gemisi ve Ertuğrul Uçağı, savaşın kaderini değiştiren en büyük etkenlerden olmuştur.
Çanakkale Yüzbaşı Hakkı Bey’dir, Binbaşı Hafız Nazmi Bey’dir. Nusret Mayın Gemisi’dir.
Çanakkale, sırtında top mermisi değil vatan toprağı taşıyan Mehmet oğlu Seyit Onbaşı’dır.
Çanakkale, Yüzbaşı Cemal’dir; Ertuğrul Uçağı’dır. Bir zamanların ‘Millet-i Sadıka’sı Ermeniler, Fransa üniforması altında Türk’e karşı savaşırken; Yüzbaşı Cemal Bey’le birlikte düşmana karşı toprağını savunan ‘Mehmet’tir, asıl adı Vahran olan bir Ermeni…
18 Mart 1915, Çanakkale’de deniz savaşının bitişidir ama emperyalist istekler işi burada bırakmaz. Karadan da şansını deneyecek, Boğaz’ı geçip İstanbul’a ulaşmanın yollarını arayacaktır.
Çanakkale, destandır, uzundur. Kumkale’de, Seddülbahir’de, Arıburnu’nda… 1915 yılının Aralık ayına kadar ölüm yağdırır. 1915 yılının Ağustos sonuna kadar devam eden muharebelerde, Türk birlikleri geçişe karadan da izin vermemiş ve Çanakkale bir kez daha geçilememişti! Bundan sonra siper çatışmaları devam eden Anafartalar, yaklaşık bir ay boyunca sıcak muharebelere sahne olmuştur. Ekim 1915’te Gelibolu’ya gelen General Monro, tahliye yönünde bir rapor hazırlayıp İngiliz Hükümeti’ne sunacaktır. 20-21 Aralık’ta Anafartalar ve Arıburnu Cepheleri; 8-9 Ocak gecesi de Seddülbahir’in tahliye edilmesine karar verilir.
Çanakkale, kanla yazılmış kahramanlık destanıdır. Kuvayı Milliye’nin ilk kıvılcımı, Millî Mücadelenin işaret fişeğidir.
Alay’dır; her bir neferine kadar cephe cephe koşarken yok olan. Hüseyin Avni Bey’dir.
Karakol Dağı-Kireçtepe’de şehit düşmüş Yüzbaşı Kadri’dir; tüm kahramanlar için boş mermi kovanlarından genç subayların diktiği ‘Uyuma ey Türk’ anıtıdır.
27. Alay Komutanı, Yarbay Şefik Bey’dir: “İşgal ettiğiniz mevzii yüzlerce askerimizin kanına bedel zabtolundu. Burada durmak adem-i imkandır (imkansızdır) gibi tabirat ve mütalaat (fikir ve yorumu) bir daha görmek istemem. Her neye mal olursa olsun. Mevziinizi muhafaza edeceksiniz. İcap ederse hepiniz orada gömüleceksiniz.” Diye namluya dayanan göğüstür.
Cebinde şehadet destanı taşıyan Boyabatlı Ömer oğlu Mustafa’dır; “Bugün bizden vatan razı olacak, asker şehit, ordu gazi olacak…”
İstanbul’da kadın hareketleri sürerken, kadınlar cephede omuz omuza mücadele için icazet ararken; peçesini, çarşafını yırtıp atarak “Vatan isterse kadın da asker olur.” diye haykıran yiğit Türk kadınıdır; Kosova’dan koşup gelen Zeynep Mido’dur, kadın olduğunu söylemeyen ‘Ahmet’ diye bilinen Hatice Hanım’dır.
Üsteğmen Ali Rıza, Teğmen Orhan, Yüzbaşı Savmi Efendi, Üsteğmen Fazlı, Üsteğmen Cemal’dir.
Kasımpaşalı Küçük Kara Ahmet’in savaş durduran sesidir; bildiği bütün gazelleri okuyup düşmanı susturarak şehadet şerbetini içen silah arkadaşlarını ateş hattından sırtında taşıyan.
Anafartalar’da, Conkbayırı’nda 19. Tümen Komutanı Albay Mustafa Kemal’dir:
“Ben size taarruzu değil; ÖLMEYİ emrediyorum! Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve başka komutanlar geçebilir,” diyen.
İsimsiz kahramanlar diyarıdır; bölük bölük kanını dökerek Çanakkale toprağına, düşmana geçit vermeyen nice neferdir. Katlanıp sandığa konmuş gelinliktir; ele yakılan düğün kınası değil, başa yakılan ölüm kınasıdır.
Anadolu insanının ‘vatan aşkı’ ile çarpan yüreğinin tutuştuğu yerdir Çanakkale… ölüm-kalım mücadelesidir!
Bedeli beden beden, nefes nefes ödenen bir topraktır bizimki; onun için her topraktan daha çok VATAN’dır!..
*Çanakkale Şehitlerine, Mehmet Akif Ersoy