Uludağ Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda başlayan ilk müzikal yolculuğuyla birlikte halen ülkemizi yurtdışında temsil etmeye devam eden genç piyanist Beyza Yazgan ile yolculuğunun başlangıç tarihinden günümüze değin olup bitenlerle birlikte müziğin hayatında yeriyle ilgili keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
– Merhaba, sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
Merhaba, Bursa’da başlayan müzik yolculuğuna, İstanbul ve son olarak New York’ta devam eden, sürekli gelişmeye, öğrenmeye aç ve meraklı bir müzisyenim. 9 yaşımdan beri en güzel dostum piyano oldu. Bazen güldük bazen ağladık.
– Müziğe olan ilginiz ne zaman başladı? Müziğe olan ilginizi keşfetmenizin ardından kendinizde ne gibi değişiklikler gözlemlediniz?
Çocukken 7-8 yaşlarında çok net hatırladığım anlar var. Örneğin ailemle gittiğimiz bir yolculukta Bach’ın İtalyan Konçertosu’nun CD’si çalıyordu. Dinleyip hayallere dalmıştım. Tabii o zamanlarda o eserleri çalabilmek bana doğaüstü bir olay gibi gelirdi. Onun dışında kasetlere şarkı söyler kaydederdim. Bir de bebekken ses olmadan uyuyamazmışım belki de ilk ilgim öyle başladı. 🙂 Kendimde müzik nedeniyle hala değişiklikler gözlemliyorum ve ölene kadar da gözlemleyeceğime eminim. Müziğin hayatıma bu denli girmesi kesinlikle hayal gücümü çok geliştirdi. Daha cesur, tutkulu yaşama ve her alanda farklı açılardan bakabilme kabiliyeti verdi. En önemlisi daha çok denge ve armoni içinde yaşamama katkısı sağladı.
– Piyano sizin için ne anlam ifade ediyor? Aranızda özel bir bağ var mı?
Piyano; ruhumu, aklımı, hislerimi rahatça ortaya dökebildiğim kalemim, kulağım, ağzım, gözüm, anadilim… Her şey… Bazen repertuarımı çok yavaş ve inanılmaz yumuşak tuşeyle çalışıyorum, o zamanlarda aramızdaki özel bağı daha çok hissediyorum. Kocaman harflerle SEVGİ…
– Müziğe ilk başladığınız dönemde ilham aldığınız isimler kimdi?
İdil Biret benim için en ilham verici isimdi. Türk olması, efsane olması, Chopin kayıtları, muazzam zengin repertuarı… Hala ilham verir ancak büyüyünce yanına yeni isimler eklendi tabii ki. Anton Rubinstein ve Martha Argerich… Dünyaya gelmiş en güzel insanlardan olabilirler.
– 2002 yılında Uluslararası Edirne Genç Müzisyenler Yarışması’nda birincilik ödülü kazandınız. Yarışmadan, atmosferden ve heyecanınızdan bizlere bahseder misiniz? Yarışmayla ilgili anılarınız neler?
Sanırım o zaman çalacağım müzikten başka bir şey düşünmüyordum. Performans sırasında karnımda kelebekler uçuyordu. Birinci olarak adımı söylediklerinde mutluluktan havaya uçmuştum, tekrar bir parça çalmam gerekiyordu ve sahneye çıkıp müziğin tadını daha fazla çıkardığımı hatırlıyorum. Tırtılken kelebeğe dönüşmüş gibiydim. 🙂
– Sizi piyano başında en çok heyecanlandıran ve çalmaktan en çok zevk aldığınız eser hangisi?
O kadar çok ki… İlk aklıma gelenler Chopin 4.Ballade, Beethoven’ın son sonatı Op.111’in ikinci bölümü (başka dünyalarda yazılmış olabilir. Dinlemek veya çalmak, reenkarnasyon, dönüşüm gibidir, uyandırır ve tekrar dünyaya getirir), Rachmaninoff 2.konçerto ve Scriabin 5.Sonat.
– Şu anda New York’ta yaşıyorsunuz? Buradaki yaşamınızdan bizlere bahseder misiniz? Müzikal açıdan orada ne gibi farklılıklar gözlemlediniz?
New York’ta zaman normalden daha hızlı akıyor gibi geliyor, her köşede sokakta çılgınlık, delilik, ilham… En sevdiğim tarafı herkesin kendini gerçekten çok özgürce ifade edebiliyor olması, bu yüzden sanat konusunda da çok zengin ve sürekli değişken. Kendini yenileyen ve deliliği sevdiren bir şehir. En sevmediğim tarafı da pahası. Kiramı ödeyebilmek için piyano dersi vermekten, yapmak istediğim projeler çok yavaş ilerliyor şu ara (çocuklara müziği öğretmek ve aşılamak benim için inanılmaz bir keyif bu arada). New York’un kendini geliştirmek için sürekli iteklemesini dünyanın başka bir şehrinde bu kadar tadabileceğimi düşünmüyorum.
Müzikal açıdan keşke Türkiye ile farklılıklar gözlemlemedim diyebilseydim… Ancak burada müziğe verilen değer Türkiye’den çok daha fazla. İnsanlar daha önyargısız ve müziği canlı dinlemeye aç. Bir gün içinde sayısız konser bulmak mümkün, bunlara sokak müzisyenleri de dâhil. Jazz ise şehrin ruhu, dili gibi. Hiç beklenmedik mekânlarda müzik dinleyip şok içinde etkilenerek çıkmak mümkün. Örneğin eski oturduğum evin karşı sokağında bir sürü eşyasıyla yaşayan bir evsiz vardı. Bir gece elektronik klavye melodileriyle uyandım. Sabah yanına gidip sorduğumda özenle üstünü örttüğü Rhodes klavyesini gösterdi bana. Müzik o kadar her yerde. Bir de müziğin sadece duygular değil akıl, mantık ve bilgi tarafı da değerli. Sonuç olarak nasıl düşünürsek o şekilde yaşıyoruz duyguları.
– 2018’de Josef Fidelman Çağdaş Müzik Performansı Ödülü, 2019 Metropolitan Uluslararası Piyano Yarışması Büyük Ödülü ve Jeju Uluslararası Müzik Yarışması 2018’in konuğu olarak sahne aldınız. Yurtdışında aldığınız ödüller ve sahnelerin akabinde neler hissediyorsunuz? Tecrübe ve hislerinizi anlatır mısınız?
Sevdiğin, yaptığın bir şeye tüm kalbinle ve emeğinle bağlı olmanın, kendini adamanın ne kadar kutsal olduğunu tekrar hatırlattı. Çünkü hepsi buna bağlı olarak gelişti. Bahçeye tohumları serpiştiriyorum ve bazen hiç bir şey, bazen kuru ot, bazen çiçekler çıkıyor topraktan. Serpmeye devam ettiğim sürece, hepsi ayrı güzellik katıyor hayatıma ve bunu dinleyiciyle paylaşmanın heyecanını kelimelerle ifade edemem.
Müzisyenler olarak, dahi bestecilerin başyapıt eserlerini seslendirmek, kristal kadar temiz bir zihin gerektiriyor. Çizikler bulanıklıklar olmaması lazım. Akıl, ruh, bedenin bir arada olduğu atletik bir spor gibi klasik müzik performansı. Yaptığım her iyi performanstan sonra kendimi çok yüksek bir dağdan atlamış gibi hissederim, ya da bütün enerjimi o kadar kullanmışımdır ki konuşamam. Carnegie Hall’de 2 ay içinde 2 defa çalmak çok büyük bir heyecandı, ilk performansım için çok piyano çalıştım ve açıkçası stresliydim. İkincisinde yine çok çalıştım ama bu sefer meditasyonlar, doğru beslenme, uyku vs. dengeli bir hayatı da katınca performansların çok daha akış halinde, rahat geçtiğini gördüm. Sanırım edindiğim en güzel tecrübe iyi bir performans için hazırlık aşamasını öğrenmem oldu. Ayrıca hisler… Hangi ödül, sahne olursa olsun, bu güzel müzikleri insanlarla paylaşmak, bu şekilde bağlantı kurabilmek hayatımın anlamıymış gibi hissediyorum.
– Geleceğe dair projeleriniz var mı?
Çok var. Kapustin diye jazz etkisiyle yazan bir Rus bestecinin tüm parçalarını kaydettiğim bir albüm yakında, Alaska’da hayvan haklarıyla ilgili bir proje, Türkiye’de okullarda çocuklara piyano şöleni, Rachmaninoff 3.Konçerto’yu çalışıyorum bir orkestrayla çalmak için ve klasik müzik dışında popüler şarkı yazıp söylediğim bir albüm (yıllara yayılması muhtemel).
– Röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Okurlarımıza son olarak ne söylemek istersiniz?
Herkesin sanatın bir dalına ufak da olsa dokunmasını dilerim. Yaşadığımız dünyanın doğasına, ağacına, böceğine vs. bakınca bir sanat eseri olduğunu ve bizim de bunun bir parçası olduğunu görmek bile güzel şeyler üretebilmek için cesaret verici.
Uğur Hakan Hacıoğlu