Müzik ağır bir iştir eğlence değildir.
Chuck Schuldiner
Öyle gruplar vardır ki sadece yaptıkları müzik ile akıllarda kalmışlar, örnek yaşam biçimleri ile de bize gerçek müzik adamlığını göstermişlerdir. Bu gruplardan biri de “DEATH”…
Kalitesi tartışılmaz gruplardan biri. Bu grubun hikayesi aynı zamanda da sonu hazin biten bir hikaye… Çünkü grubun her şeyi, tek adamı ve lideri olan Chuck Schuldiner’ın sonu, Death grubunun hazin biten bir hikayesine ortaklık eder… Death tek başına Chuck Schuldiner demekti, Chuck Schuldiner da tek başına Death demekti.
13 Aralık 2001 yılında kanserden kaybettik Chuck’ı… 100.000$’lık bir nakite sahip olamadığı için kaybettik. Chuck, müzikten kazandığı maddiyatı, bizlerle paylaşmak ve doğru bulduğu düşüncelerini bize aktarmak için yine müziğe yatırdı ve daima mütevazi bir hayat yaşadı. Ama bu onun hayatına mal oldu. Chuck, Manowar grubu elemanları gibi milyon dolarlarla oynamadı.Onlar gibi heavy metal ruhundan bahsedip, lüks bir hayat yaşamadı.Onlar gibi heavy metal kardeşliğinden bahsedip, samimiyetsiz davranıp cebini yeşil dolarlarla doldurmadı. Onlar gibi lüks Harley Davidson’lara binip, lüks villalarda yaşayıp, çıktığı programlarda ve konserlerde orta parmağını göstermedi. Daima efendi oldu ve sadece yaptığı müzik ile haşir neşir oldu. Böyle olduğu için de bu dünyadan göçtüğünde arkasında müthiş bir yaşam hikayesi bıraktı. Müzikal bir deha olmasının yanı sıra harika ve örnek bir insandı Chuck…
Bu kadar karamsarlık yeter… Şimdi Death grubunun hikayesine dönelim… Başlangıçlarına…
DEATH GRUBUNUN DOĞUŞU
Enerjik metal baltalı adam ve çakıl boğazlı vokalist Chuck, kemerinin altında sadece 8 adet albüme sahip olmadı. 13 Mayıs 1967 tarihinde New York, Long Island’de Mal ve Jane Schuldiner’ın oğlu Charles Schuldiner olarak dünyaya geldi. Chuck bu şöhretli uzun hayata Hollywood Whisky ve The Dutch Dynamo Open Air Festival’inde başladı.Chuck’ın bitkin yaşamı Orlando, Florida’da Altamonte Springs varoşlarında sessizdi. 1983’de, daha 15 yaşındayken ilk grubunun üyesiydi. Gitarist Rick Rozz ve baterist Kam Lee’nin desteğiyle “Mantas” adı altında kaydedilen birkaç demo, yeni bir stil için kusursuz bir temel oluşturdu. Mantas; Venom, Hellhammer, Slayer ve Kreator etkisindeydi ama sonra Amerika’nın ilk agresif ve gore stiline sahip olan Possessed, Rotting Corpse and Necrophagia gibi grupların ortaya koyduğu soundu ortaya koydular.
Chuck sadece 15 yaşındaydı ve Mantas’ın ilk demosu çok basit olmasına karşın Heavy Metal ve Death Metal’in gelişiminde dikkate değer bir yere sahip olmuştur. Şiddet ve yaratıcılık arasında harika bir karışım içeren müziğin araştırılması Death’in doğumunu geciktirmişti. Mantas güçlü bir görüntüye sahipti, ama o zamanki gruplar gibi değildi.Chuck hayal gücünden mahrum değildi ve onun düşüncesi diğer gruplar ile tezatlık oluşturuyordu. Modayı takip etmekten uzak, çoğunlukla kendilerine tükürürerek yaratıcılıktan uzak acımasız temele dayanarak yarıştılar. Gruplar aynı basmakalıp sözlerle periyodik olarak tekrarlanırken, Chuck varoluşun karanlık yönü hakkında konuşmayı tercih etmişti. Chuck’ın bulunduğu ilk grup olan Mantas’ın ilk demosu ‘Death By Metal’ 1984 ortalarında çıktı. Death By Metal demosu Death grubunun ilk albümü ‘Scream Bloody Gore’ ve daha sonra Rick Rozz ve Kam Lee’nin kurduğu ‘Massacre’nin ilk albümü için geniş bir arazi imkanı sağladı.
4 parçadan oluşan Death By Metal demosu Chuck’ın annesinin garajında ,Rick Rozz’un kasetçalar kaydedicisinde ölümsüzleşti.
Ekim 1984’de 80$ maliyetle ikinci demoları Reign Of Terror’ü çıkardılar. Bu demo bir çok yere dağıtıldı ve en ekstrem-brutal grupların türlerini Death metal haritasına yerleştirdi. Böylelikle yeni bir müzik türünün ilk temeli atılmıştı “DEATH METAL”.
5 ay sonra Mart 1985’de gerçek bir stüdyoda üçüncü demoları “Infernal Death” kaydedildi ve bu demo “Mantas” adı altıyla yapılan son çalışma oldu. Bundan sonrası “Death” grubunun doğumu için tam bir kaos ortamıydı.
CHUCK EMİN ADIMLARLA YÜRÜYOR
Death grubunun ilk üyeleri Chuck ve Kam Lee idi ve bunlara eski Genocide bassisti Scott Carlson ile eski Genocide gitaristi Matt Oliva eşlik etti. Ama kısa bir süre sonra baterist Kam Lee gruptan ayrıldı.
Herşey iğrenç giderken D.R.I bateristi Erich Brecht’in ısrarı ile Chuck San Francisco’dan ayrılacak ama onların işbirliği sonuç vermeyecekti. Chuck aynı yıl kasım ayında Florida Tampa’ya geri döner. Zamanın Kanadalı Death Metal grubu Slaughter, kendilerinin ilk albümlerinin kayıdında çalışması için Chuck’a teklif götürür. Chuck bu teklifi kabul ederek Toronto’ya gider ve kayıt sonrasında San Francisco’ya geri döner ve kafasında kendi grubunu kurmanın planlarını yapar. Baterist Chris Reifert ile Nisan 1986’da “Mutilation” demosunu kaydederler.
1986 yılının Temmuz ayında Chuck ve Chris Florida’da ilk uzun albüm kaydı için çalışmalara başlarlar, ama çeşitli teknik problemlerle karşılaşırlar. Randy Burns’ün prodüktörlük yardımıyla iki adam çok hızlı ve seri çalışarak bütün bölümleri kaydederler. Albümün mixleri ve son rotüşları için beklerken Kaliforniyalı gitarist John Hand ile irtibat kurarlar, ona gruba hoş geldin derler. John Hand onlara gerekli yardımı yapar ve ismi albümde de yer alır. İşte bu albüm DEATH grubunun ilk kez kendi adıyla piyasada göründüğü “Scream Bloody Gore” albümüdür.
Bu albüm o zamana göre mükemmel bir övgü almış, magazinler ve fanlar, tüm zamanların en önemli Death Metal eserlerinden olan bu albümü övgüyle selamlamışlardır. Albüm zamanın Amerikan piyasasını o zamana kadar duyulmamış parçalarla ve olağandışı vokal ile şaşkına uğratmıştır. Albüm o anki Avrupa piyasası ile de aynı yolda gitmemişti. Gerçi İngiliz Venom’ın 81 tarihli “Welcome To Hell” albümünün yarattığı gibi bir etki bırakmış, 85 tarihli Alman Kreator’ın Endless Pain albümündeki vokalist Mille Petroza’nın farklı olarak şahit olunan scream vokalinin etkisi gibi çığır açıcı etkide bulunmuştur, ama bu albüm onlardan farklıydı. Daha başlangıçta, ilk parça Infernal Death devasa hiddetli, acımasızdı. Tercihen toplumun farkedilebilir hastalığı gibiydi. Grup brutal müzik yapıyordu ve pürüzlü, kirli sounduyla zamanın kopyalarından gibiydi ama onlara asla benzemiyordu. Albüm bir korku filmini andırıyordu. Chuck dönemin İtalyan korku sinemacısı Lucio Fulci’den esinlenmişti. Örneğin “Regurgitated Guts” parçasında “The Gates Of Hell” , “Zombie Rutial” parçasında “Zombie” , “Beyond The Unholy Grave” parçasında da “Beyond” isimli korku filmlerinden esinlenmiştir. Bu albüm kesinlikle ufak bir ihtilal gibiydi ve Death; Obituary,Atheist ve Sadus gibi Death Metalin gelişiminde aktif bir rol oynadı.
Scream Bloody Gore albümünde Chuck tek gitaristken ikinci albüm Leprosy (1988) için Rick Rozz yardıma koştu. Chuck Massacre’nin oluşumuna katkısı olan ve sonra da Obituary, Six Feet Under’da yer alan Terry Butler’ı bass gitarist olarak gruba dahil etti. Davula da Bill Andrews geldi. Chris Reifert gruptan ayrılarak kendi grubu ‘Autopsy’i kurdu.
Bu albümde en çok dikkat çeken husus, önemli gelişimlerdi. Müzikal anlamda büyük bir ilerleme kaydedilmiş, ritim partisyonları gelişmiş ve vokaller üzerinde iyice çalışılmıştı. Albüm kompleks bir yapıya sahipti, frekanslar ve melodik partisyonların süresi uzatılmıştı. Bu albümdeki lirikler öncekilere göre çok farklıydı ve toplumun görünümünü belirterek grubun gore imajını yansıtıyordu. Sözkonusu albümde Chuck enstrüman olarak da kendini biraz daha geliştirmiş ve teknik death metale girişin sinyali yavaş yavaş verilmiştir. Death’in gitar riffleri karışık olmamış, daha sade bir yol takip etmiştir ama onların gitar riffleri hemen hemen korku filmi soundtracki gibiydi…
Death, kariyerine en büyük adımını 1990 yılında “Spiritual Healing” albümü ile attı. Sözkonusu albümde melodik ve teknik rifflerin yoğunluğu tam anlamıyla göze çarptı. Zalim,üstün ve derin gitarlar, çekiçle vuruluyormuş gibi ortaya konulan davul soundu, ilk kez manevi sağlık evinin kapıları açılırken kaçınılmaz etkilerin de bizi vuruşu… Harika tempo değişimleri, kolayca akılda kalan sözler ve korolar,”Spritiual Healing” parçasında da hepsinin fazlası… Hırslı, çılgın ve gerçek bir katil albüm… Albüm grubun rahatlığını ortaya koyuyordu. Ve death metalin virtüöz gitaristi, Obituary, Testament, Disincarnate, Cynic, Konkhra gibi gruplarda yer almış James Murphy bu albümde Chuck ile gitarları paylaşmıştır. Söz konusu albümde Murphy’nin güçlü melodik partisyonları dikkati çekmektedir. Scott Burns albümün prodüktörlüğünü yapmıştır. Leprosy albümünde lirik düzeyde radikal değişimler olmuşken, Spiritual Healing albümünde bu değişim iyice kendini belli etmiştir. Daha fazla teknik olunmuş, daha iyi üretkenlik ortaya koyulmuş ve daha özel arıtımlar yapılmıştır. Albüm, death metalin temel basmakalıplılığı ile eş anlamlı değildi ve death metalin ille de brutalizm ile eşdeğerde olmadığını kanıtlıyordu. Death, bu albümle beraber genç brutal death grubu kavramından sıyrılıp, sağlam ve teknik death metal grubu evrimini geçirmiştir.
Spritiual Healing albümünden kısa bir süre sonra grupta önemli eleman değişiklikleri oldu. Chuck, davulda Sean Reinert ve gitarda Paul Masvidal (aynı zamanda Cynic) isimlerine yer verdi. Ve en önemlisi harika bir basist olan Steve DiGiorgio Sadus’dan gelmiştir. Ve nihayetinde de 1991 yılında Human albümü ortaya çıkmıştır. Albüm bir kez daha Chuck Schuldiner’ın müzikal mükemmelliğini kanıtlamıştır. Albüm Death grubunun kalıcılığının referansı olmuştur. Basmakalıp death metal tınıları gibi pratik olmayan, çok hızlı bass ve davul uyumu, sersem edici senkronize ritimler… Death sonrasında Kreator ile turlara çıkmış, metal magazinlerde adından daha fazla söz ettirmeye başlamıştır. Chuck bu albüm öncesi tüm elemanların ayrılması nedeniyle zorda kalmış, yeni kadroyu kurmuş ve yine de daha mükemmel bir eser ortaya koymuştur.
Chuck şöyle der: “Bu albüm benim intikamımdır.”
Sonuçta söz konusu yeni kadro öncekilerden daha güçlü olmuştur. Bu albümde melodiklik korunmuş ve süslenmiştir. Önceki yıllara nazaran daha olgun sound ortaya koyulmuştur. Grup yıllar geçtikçe çıtasını yükseltiyordu ve her geçen gün yeni merdivenleri çıkıyordu. Human albümü kapağındaki iskelet çılgınlıktı ve Chuck’ın melodik çalışının soluk kesici etkisi ile tezattı. Chuck çığır açıyordu, melodik tınıların bizleri uzaklara götürebilmesinin yargıçlığını yapıyordu. Evet… Melankolik ve kırılgan bir sanat ortaya koyuyor, kemiklerimizi titretiyordu.
Albümdeki “Lack Of Comprehension” parçası çok ağır ve gerçek bir şeytan gibiydi. Human çalışması kesinlikle öldürücüydü ve bir çok yönden yıkıcıydı. Chuck’ın ses telleri bozulmaz bir mengene gibiydi. ”Cosmic Sea” isimli parça albümün mükemmel zirvesi, ilahisi gibiydi ve aynı zamanda da büyüleyiciydi. Chuck bununla bir kez daha bir çok yönden zamanın ilerisinde olduğunu göstermişti. Çünkü death metalde mükemmel bir hissediş patlak vermiş ve iyice ileriye gidilmiştir.
Human’dan sonra yine aynı yılda toplama niteliğinde bir albüm piyasaya sürüldü: “Fate-Best Of Death”… Bu albümde 1991 yılına kadar çıkarmış oldukları albümlerin toplamasını sundular ve bu konu üzerinde bir yorum yapmamıza gerek yok. Tek yorumumuz şu olabilirdi. Death, kendisini artık kanıtlamıştı ve death metalin en büyük gruplarından biriydi…
DEATH ARTIK ZİRVEDE
Toplama albümden sonra Steve DiGiorgio’nun desteği ile Chuck yine kararını verdi. Beşinci albüm gelmişti: “Individual Thought Patterns”…
1993 yılında da Death grubunda klasik değişimler yine kendini gösterdi. Sean Reinert ve Paul Masvidal gruptan ayrılıp yerlerine “blitz” ünvanlı eski Dark Angel bateristi Gene Hoglan ve King Diamond’ın sağ kolu gitarist Andy LaRocque geldi. Özellikle baterist Gene Hoglan gruba mükemmel bir müzikal katkı sağlamıştır. Son derece dahice melodiler her parçaya ayrı ayrı nüfuz etmiştir. Bu albümde grup üzerinde öyle çok büyük bir değişim olmamıştır ve olağandışı stilleri devam etmiştir.Ama albümde en çok dikkat çeken husus, son derece güçlü müzikle beraber insanların içini cızlatacak, farklı boyutlara götürecek muhteşem melodilerin ortaya koyulmasıdır. Müzik bombardıman gibi giderken aynı anda da verdiği harika ince melodiler albüme büyük bir hava katmıştı. Chuck’ın son derece hırslı ve içten vokali için denecek hiçbir şey yoktu. Ortaya konulan sonuç mükemmeldi. Chuck artık kendi müzikal cennetini bulmuştu ve Human albümündeki çizgiyi iyice yukarı taşımıştır. Önceden Chuck’ın lirikleri toplumsal görüşleri tanımlıyor ve analiz ediyordu. Ama bu albümle beraber Chuck insanoğlunun kaderiyle ve onların eziyetleri ile meşgul olmuştur. Kişisel bir iç dünya yolculuğuna başlamıştır. Karamsar ama güçlü bir iç dünya… Chuck, karakterlerin önemli psikolojik yapısını ortaya koyuyor ve sorgulayarak kompozisyonlar yapıyordu. Örnek mi? ”Overactive Imagination”, “Jealosy” ve “The Philosopher”… Kati, sert ve ruhsuz insan karakterleri… Death metalin kabul edilebilir klasik sorunlarının çaba gerektiren varyasyonlarını Morbid Angel ve Atheist gibi gruplardan daha çok göze batacak şekilde, ışıl ışıl parlayan müzikle ortaya koymasına rağmen bu ağırlığını ortaya koyuşu sonradan olmuştur. 1993 yılında iyice hakim bir duruma gelmiştir Death grubu…
1995 yılında magazinler grunge ve punk tarzlarını pompalarken Death mihenk taşı bir albüm ile piyasada su yüzüne çıkmıştır: “Symbolic”…
Bu nasıl bir başlangıç, nasıl parça isimleriydi? Albüm gerçekten de sembolikti. Scream Bloody Gore albümü çıktıktan itibaren, geçen 8 yıl ve 5 albüm sonunda Death hala dipdiriydi, Chuck death metalin sınırsız düşüncelerini hala ilk günkü gibi arzulu bir biçimde yansıtıyordu. Symbolic albümüne kadar kaç tane fan Chuck ile birlikte satış rakamlarını irdelemiştir? Ama çok garip ki albüm mükemmel olmasına karşın öyle çok büyük bir satış rakamı yakalanmamıştır. Grupta Gene Hoglan dışında elemanlar yine değişmiş; gitarda Bobby Koeble ve bassta Kelly Conlan yerlerini almıştır.
Satış rakamlarına rağmen albümde muhteşem bir müzikalite konuşuyordu. Albümde insanoğlu mevcudiyetinin eleştirisi artı ve eksi yönlerle ortaya koyuluyordu. Belli ki Chuck özellikle kendisinin varoluş üzerindeki düşünceleri ile daha çok meşgul olmuştur. Aksi taktirde felsefi konular üzerindeki çalışmalar olanaksız olurdu. Burada kelimeler melodilerle düello ediyor, lirikler büyülüyordu.Bu albümde “Empty Words”, “1,000 Eyes” ve “Crystal Mountain” isimli çürümez parçalar sonucunda Death fanları 90 sonrası bile hala bir çok keşifin yolculuğunu yapıyordu.
Bu albümle beraber Death daha da büyük bir çığır açmış ve death metal tarihine kocaman bir çentik atmıştır. Albümde müzikal olarak en çok göze çarpan noktalar, Gene Hoglan’ın muhteşem uyumlu davul tekniği ile melodilerdeki derin, vurucu, ruha hitap eden ve içe yolculuğu başlatan anlatılamaz, titretici gitar sololarıdır. Muhteşem bir solo tekniği ortaya koyulmuştu. Bunun için tek bir örnek yeterlidir:”Zero Tolerance”.
Bu albümle beraber Chuck yeni bir proje çizmiştir.Control Denied adı ile yan grup projesini çalışmalara koymuştur. Control Denied ile 1999 yılında “Fragile Art Of Existence” albümünü çıkarmıştır.
Ve 1998 yılına gelinmişti. Yeni bir albüm daha ortaya konulmuştu. Bu şimdi son Death albümü mü olacaktı? Maalesef öyle oldu. Acı fakat gerçekti. The Sound Of Perseverance grubun son albümü olmuştu. Bu albüm öncesinde de klasik eleman değişiklikleri olmuştu. Chuck dışındaki bütün elemanlar ayrılmış ve Chuck’ın yan grubu Control Denied’dan gitara Shannon Hamm ve davula Richard Christy geldi. Bass gitara da Scott Clendenin geldi. Bu albümde artık söylenecek hiçbir şey yoktu. Chuck’ın sesi artık daha etkileyici ve mükemmeldi, çok tuhaftı, anlatılamaz heyecanlıydı. Yeni ve eski her Death fanı bunu açıkça gördü. Havai fişekler Chuck ve ekibi için patlıyordu. Sound ve sözler bu dünyayı çok iyi tanımlayabiliyordu. Davulda Christy düşünülemeyecek derecede eşsiz çalıyordu. Davetsiz bir biçimde giren bass gitar partisyonları ile Chuck’ın haddinden fazla mükemmel, kompleks riffleri arasına söz konusu davul ritimleri de girince ortaya muhteşem bir eser çıkıyordu. Kısacası müzik adına bütün limitlere sonuna kadar basılmıştı. Yelkenler rüzgarla dolmuş ve göstergeler hazırdı. Bir kaç parça varoluş düşüncesinin detayları dışındaydı, verimli dekorasyonlarla, çığlıklarla dramatik tablo sağlanıyordu. Kesinlikle, müziğin güçlü parçacıkları işittirilmek isteniyordu bize. Albümde her açıdan doruğa çıkılmıştı. Artık ruh, son limitine kadar çıkmıştı. Hangi parçalar hakkında yorum yapabilirdik ki? ”Bite The Pain”, ”Spirit Crusher”, ”Moment Of Clarity”, ”Story To Hell”… Bunlar hakkında yorum yapılabilir miydi? Ya “Voice Of The Soul”… Bununla ruhumuzun derinliklerine inilmiyor muydu? Gözlerimiz dolacak gibi olmuyor muydu? Chuck’ın ölümünü göstermiyor muydu bu parça 3 yıl öncesinden. Efsanevi Heavy Metal grubu Judas Priest’ın bir numaralı parçası olan “Painkiller” derlemesine ne demeli peki? Tek kelimeyle yorumsuz…
Bandirock