John O’Hara Amerika’nın en çok roman yazılan döneminde kitapları yayınlanmış, Fitzgerald ve Hemingway’e nazaran gerçekliğe daha yakın romanlar yazmasına rağmen Dünya Edebiyatı açısından Fitzgerald ve Hemingway kadar ismi ön plana çıkmamıştı. Fakat Hemingway kendisiyle ilgili şu cümleyi kurarak bu adamın edebiyat serüveninde yeni bir sayfa açmıştır:
“Neden bahsettiğini çok iyi bilen bir adamın elinden, fevkalade bir üslupla çıkmış bir kitap arıyorsanız, Samarra’da Randevu’yu okuyun.”
Kafka Yayınları tarafından yayınlanan bir John O’Hara kitabı olan Samarra’da Randevu kapağı, içeriği, hikaye akışıyla özlediğimiz roman formatını biz okuyucularla yeniden buluşturuyor. John O’Hara Amerika buhranının yaşandığı 1920’li yıllardan 2.Dünya Savaşı sonuna kadar ki sürede verdiği eserlerde Hemingway ve Fitzgerald kadar popüler olamadı. Mümkün olduğunca sade bir anlatımı tercih etmişti çünkü. Oysa ki Samarra’da Randevu 20. Yüzyıl Amerikan edebiyatının en önemli örneklerinden biri. Hayatın göremediğimiz girdaplarını sıradan insanların yarattığı sıradan olaylar çerçevesinde işleyen O’Hara, basitmiş gibi görünen insan hikayelerini çok iyi anlatıyor olmasından mütevelli Amerikan edebiyatında yer edindi. Anlatımlarında coşkuya kapılmaması, işlediği aşkları bile romantik tarafından değil en gerçekçi tarafından veriyor oluşu -“yazarların da sevdiği yazar” tanımına rağmen- onun bildiğimiz Amerikalı yazarlar arasında isminin zikredilmesinin önüne geçmişti; onu bir türlü parlatmadı tüm bu unsurlar ve O’Hara Dünya Edebiyatı içinde bilinirlik açısından hak ettiği yeri alamadı.
Samarra’da Randevu tüm bunlara rağmen Amerikan edebiyatına yeni özellikler katmıştı. Bu yeni anlatım özelliklerinden etkilenen yazarların başında Truman Capote gelmektedir ki Amerikan edebiyatında gerçekliğe en yakın romanları kendisi vermiştir ve cemiyet hayatına da yakındır. Buradan Samarra’da Randevu romanına geçebiliriz. Roman Noel döneminde başlamakta.
“Hikayemiz Luther L. Fliegler’in zihninde açılıyor.” diyerek konuya girişini yapıyor O’Hara. Noel gecesinin atlatıldığı fakat şehir kulübünde eğlencenin devam ettiği bu gecede tanıdığımız ikinci kişi Luther’in karısı Irma. Cemiyet hayatını merak eden fakat o hayatın içine de girmek istemeyen Irma’nın gözünden tanımaya başlıyoruz Gibbsville kasabasının cemiyet hayatını ve asıl olarak galeri sahibi olan Julian English’i. Olaylar, Julian’ın keyifli geçen bir partide kendisinin de keyifli olduğu bir anda kıskançlığında vermiş olduğu sebeplerle Harry Reilly’in üzerine içki dökmesiyle başlıyor. Bu basitmiş gibi görünen olay nispeten varlıklı olan Julian’ın 36 saat gibi kısa bir sürede çöküşüyle noktalanıp Samarra’daki randevusuna doğru yolculuğunun başlamasına sebebiyet veriyor.
Hızla gerçekleşen ve gittikçe karmaşıklaşan çöküş hikayesinde Julian ve eşi Caroline arasındaki ilişkiyi bambaşka bir noktadan ele alıyor O’Hara. Cinsellik konusunu karı koca arasında olsa bile ve o zamana kadar sadece erkek üzerinden anlatılmasına rağmen bu sefer tabuları yıkıp kadın üzerinden anlatan O’Hara Amerikan edebiyatında yeni bir devrimi başlatmış oluyor. Cemiyet içindeki cinsellikten tut da edilen mal varlıklarının ihtiyaçtan değil gösteriş arzusundan edinildiğine varana kadar O’Hara süzgecinden geçen Amerikan toplumu bu romanla birlikte aslında kendini ele veriyor. Alkol romanın içinde bir karakter gibi dolaşıyor. Çünkü alkol tüm olayları ve kişileri birbirine bağlayan yegane unsur. Olayları başlatan alkol, olayların hiç beklemediğimiz şekilde bitişine de eşlik ediyor.
“Caroline Walker, Julian English’e aşık olduğunda ondan biraz bıkmıştı aslında. 1926 yılının, yani Birleşik Devletler tarihindeki en önemsiz senenin ve Caroline Walker’ın, hayatının beyhudelik zirvesine ulaştığını hissettiği senenin yazıydı. O sırada Caroline üniversiteyi bitireli dört sene olmuştu, yirmi yedi yaşındaydı ki; insan bundan fazla yaşlanamazdı, daha doğrusu o sıralarda öyle zannediyordu. Erkekler hakkında gitgide daha sık ve daha sığ düşünüyordu.”
Amerikan toplumunun edebiyata yansıdığı biçimiyle erk anlatım özelliğinin aksine O’Hara romanında kadın karakterleri de ihmal etmeksizin hikayesini anlatmayı tercih ediyor. Bu tercih bir milattı ve buna rağmen eleştirilmişti O’Hara fakat 20. Yüzyıl Amerikan edebiyatını değiştirir nitelikte bir anlatım özelliğiydi bu hiç şüphesiz.
Bilindik çevreler üzerinden yazmaktansa kendi kendini var eden hayatın sıradanlığını merkeze alarak yazan O’Hara 65 yıllık hayatına yirmiye yakın roman ve sayısız öykü sığdırdı. Kafka kitap yayımlanmasından 85 yıl sonra Samarra’da Randevu’yu dilimize kazandırarak biz okuyuculara John O’Hara edebiyatıyla tanışma fırsatı verdi. Niteliği özünde saklı olan bu romanı okumamamız için bir sebep kalmadı artık. iyi okumalar dilerim.
Yazar | John O’Hara |
Çevirmen | Seda Çıngay Mellor |
Yayınevi | Kafka Kitap |
Yayın Tarihi | Ekim 2018 |
Türü | Roman |
Sayfa Sayısı | 272 |