Bakma Bana Mona Lisa
Çizmek kolay değil, parçalanmış cesetleri…
Niye bu savaş;
Ressamlara yazık değil mi?
Aynı kapıya açılır, aforoz ve aforizma.
Men ederler sizi, insanların ve kelimelerin kalabalığından.
Onları yazan kelimeler kadar gereksizdir insanlar.
Ve küçüktür; bir kadının kendisini bilmesi, iki kadının kendisini bilmesinden.
Soyutlan ve matematik ol büyüyünce.
Koç burcu oğlanı. O tarihte intikal etmiş dünyaya, n’apsın?! Teşrif de etmiş diyebilirdik ama, pek bi’ içi boş kalırdı tam da buraya; o bir uzaylı ne de olsa. Öylesine bir karakter ki, insan nereden başlayacağını şaşırıyor onu anlatmaya ve saçmalamadan da edemiyor tabii. Ve Nerden başlarsa başlasın, hep aynı kapıya çıkıyor insan: “Adamın anlamadığı, ortaya koymadığı ne kalmış ki?!” kapısına.
Sen kalk, 1452 gibi, gezegenin Ortaçağ denen en karanlık demlerinden birinde doğ ve bilimin ve sanatın pek çok alanında dörtnala koştur; olacak iş değil. Ama olmuş işte. Ve adı bile konulmuş bu acayip olayın: Leonardo Da Vinci. Nokta atışı tarihi ise, 1 Nisan şakasının tam iki hafta sonrası, yani Nisanın 15. demi. Gerçekten de şaka gibi bir oluşum ve kelimeler yetmiyor ifade etmeye.
Doğum Ortaçağ’a ait olsa da, beden ve ruh tümüyle Rönesans’a ait. Yeniden doğumların, kabuğunu kırıp kırıp, yeni yeni varoluşların kalıbı bu oluşum, 67 yıllık ömrü boyunca beyninin ve varlığının neredeyse hiçbir noktasında dolmadık, olgunlaşmadık yer bırakmamış. Alınan ve verilen her nefes, bilgi haznesine işlenen bir veri olmuş adeta.
O bir ressam, o bir mimar, o bir mühendis, o bir anatomist, o bir felsefeci, o bir matematikçi, o bir astronom, o bir mucit, o bir yazar, o bir gezgin ve daha bir sürü şey o. Say say bitmiyor onu. Ve hangi ara bunca şeyi hayata yedirmiş, akıl sır ermiyor; ermeyecek de. Kendisine soracak olursanız da, son nefesinde dile getirdiği gibi, başladığı pek çok şeyi yarıda bırakmış ve hiç de layıkıyla yerine getirememiş bir kaybeden o; öyle ki, mütevazılıktan çatladı çatlayacak garibim. Hatta asıl gidiş sebebi bile olabilir bu çatlama.
Devi garip kılan şey; tuhaflığı, hiçbir şeyden yoksun değil zira. Aksine tüm yetiler, tüm yetenekler değil bonkörce, galaksi mertebesince dağılmış bünyesinde. Çocukluğunun ilk aşkı lir olmuş bu bünyenin. Lir çalmaktaki ustalığı küçük bedeninden taşmış adeta.
Babası şehrin ileri gelenlerinden seçkin bir insan (sınıf ayrılığı denen insanlığın yüz karası durum tarihin her döneminde olduğu gibi, o dönemde de revaçtaymış maalesef), annesiyse çiftçi bir aileden gelen, köle mertebesinde bir kadınmış. Evlilik dışı bir mahsul olarak (toplumun evlilikle kutsadığı çiftlerden elde ettiği kazanımlara elbette ki mahsul demek yanlış olmaz; çünkü tam da o gözle bakıyor birey kavramını bir türlü yakıştıramadığı insanlara) üniversite eğitimi almaktan mahrum kalmış.
Resme olan yeteneği babası tarafından keşfedilince de, dönemin usta heykeltıraş ve ressamlarından biri olan Andrea del Verrocchio’nın yanına çırak olarak verilmiş. Sadece resim tekniklerini değil, lir çalmadaki ustalığını da geliştirmiş burada. Eğitimi devam ederken, başka ustaların da eli dokunmuş eline (Lorenzo di Credi gibi, Pietro Perugino gibi, gibi gibi)…
Genelde insan figürleri resmettiğinden, insan anatomisini detaylarıyla bilmenin, çizimlerini büyük ölçüde kolaylaştıracağını kavramış olacak ki, mezarlıklardan topladığı kadavraların kollarına bırakmış kendisini. Papa ve din baskısı sık sık tıkasa da yolunu, kadavra bulamadığında, sığır cesetleriyle devam etmiş yoluna. Burada asıl ilginç olan; kadavralarla geçirdiği saatlerden, insan anatomisini kusursuz bir şekilde en ince detayına kadar tuvale yansıtmasından ya da resimlerini neredeyse nokta nokta inşa etmesinden çok, sığır cesetlerinden edindiği bilgileri özellikle kâğıt üzerinde insan fetüsü eskizleri yaparken anından dönüştürebilmesi ve birebir yansıtabilmesidir. Bu, Leonardo’nun nasıl bir görme yeteneği ve hayal gücüne sahip olduğunu gösteren belki de en iyi örnek, yanı sıra da algılanması ve açıklanması çok zor bir durumdur. Resim bilgisiyle paralel gelişen tıp bilgisi, başka bir kulvarda, çağın kitlesel kara ölümü olan vebanın, yaşadığı şehirde yayılmasını engellemek maksadıyla inşa ettiği, kanal yolları ve akıntıları boyunca ilerleyen kanalizasyon sistemleri sayesinde, bu kez de tıpla mimariyi bir araya getiren bir yapıya bürünmüş. Ki bu da, dehanın yaptığı hemen her işin, bağlamlar arasında sürekli biçim değiştiren, kendini yenileyen ve yaşayan bir form hâline gelmesini/dönüşmesini sağlamış. Yaptığı hemen her resmin aradan geçen onca zamana rağmen, hâlen üç boyutlu ve yaşayan figürler olarak görünmeleri ve paha biçilmez değerlerine değer katmaya devam etmeleri, bu kusursuz canlılıktan başka türlü de açıklanamaz herhâlde.
Paragraf paragraf gitsek ve her özelliğini, her yeteneğini ayrı ayrı anlatsak bile yine de yarım ve yetersiz kalacaktır ona dair pek çok şey. Hiçbir zaman okul bazlı bir eğitim almamasına rağmen, matematik, fizik ve kimya gibi temel bilimleri çağının çok ötesinde bir yetkinlikte öğrenmişti Leanordo. Tabii bunda, pürüzsüz zekâsının ve kavrama yetisinin etkisi çok büyüktü. Bu sarsılmaz temel, pratik zekâsıyla birleşince, hayal gücünü zorlayan icatlar yapmasına neden oldu. İcat ettiklerini gözlerden ırak yerlerde uygulama şansı bulsa da, hiçbir zaman halka tanıtmayı düşünmedi; bilgi birikimleri, kavrama yetileri ve zekâlarının hiçbir şekilde yeterli olmayacağının farkındaydı zira.
Leonardo’nun evlilik dışı / gayri meşru gerçekleşen doğumu, sevgi ve ilgiden bihaber geçen çocukluğuyla birleşince, fiziksel ve ruhsal yapısının alaşımlarını elbette ki genel çoğunluğun ve tüm ortalamaların çok ötesinde bir yapıya büründürecekti. Hayatı boyunca cinsiyet gözetmeksizin insanlara dokunmaktan hiç de hazzetmeyen kişiliği; başka bir adamla evlenene ve şehir değiştirene dek annesiyle geçen, sevgiden yoksun çocukluğunun ve akabinde babasının yanında, çok daha beter bir ortamda sözde kardeşleriyle birlikte devam eden ergenliğinin tepkimesinden doğan, tarihin gördüğü en acayip bileşiklerden biri oldu. Kimilerine göre cinsel duyarsızlık sınırlarında dolaşan bu deha, yaşadığı çağda eşcinsellik suçlamasıyla mahkemeye verilecek ve dönemin bağnaz ve karanlık örgütlerince ölüm tehditlerine varan boğucu bir takibe alınacaktı. Tabii diğer yanda, düzenin merkezindeki kilisenin ve onun hamisi ve başı olan papanın asla yakasını bırakmayan baskısını da unutmamak gerek.
1482’de 30 yaşına geldiğinde, Floransa’yı terk ederek, Milano Dükü Sforza’nın hizmetine giren Leonardo, buluşlarını hayata geçirme imkânı bulacağını ummaktan büyük heyecan duyuyordu. Milano’ya gelmeden önce, düke göndermeyi düşünüp de sonradan vazgeçtiği iş başvurusu mektubu, tarihin gördüğü en yaratıcı sunum olarak zaman skalasına kazınmış oldu. Sanat ve bilim çalışmalarının yan yana bir kolajı ve dökümü niteliği taşıyan mektup, bronz, kil, mermer gibi pek çok materyalden heykel yapımlarını, köprü ve yol gibi ulaşım platformlarını, değişik çapta kara ve deniz araçlarını ve o güne dek benzeri görülmemiş nitelikteki silahları kapsıyordu.
1482’den 1499’a kadar dükün yanında geçirdiği 17 yıllık dönem, hemen her alanda hayatının en yaratıcı, üretken ve verimli dönemi oldu. Kanal ve kilise gibi mimari yapılar, günümüzde pek çok savaş aracı ve silaha esin kaynağı olmuş, çağının çok ötesinde silah ve makine konseptleri, bu dönemde yaptığı resim ve heykelleri resmen gölgede bırakmıştır. Gözlemlemeye bayıldığı kuşlardan ilham alarak gerçekleştirdiği ve günümüzün helikopterlerini andıran uçan makine ve paraşüt tasarımları ve tank benzeri zırhlı araçlar, makineli tüfeği çağrıştıran çok fonksiyonlu silahlar, çark düzeneği sayesinde kendi kendine hareket edebilen arabalar, çağı ve insanlığı kırıp geçirmekte olan vebaya önlem amaçlı tasarlanmış ve kanallar boyu dolaşan kanalizasyon sistemleri, içindeki mekanik aksamıyla bir robotu andıran şövalye zırhları ve hatta dalgıç kıyafetleri hep bu dönemde icat edildiler.
15. yüzyılın sonunda Milano’dan ayrılışıyla birlikte yeni bir dönem başlamış oldu Leonardo’nun hayatında. İşte bu dönem gezgin kimliğinin şekillendiği ve dünyanın resim alanında en önemli eserlerinin atıldığı dönem de oldu aynı zamanda. Tam 16 yıl boyunca İtalya’yı karış karış dolaştı Leonardo. Bir yandan yanında çalıştığı soylu aileler için icatlar gerçekleştirmeye devam ederken, öte yandan yeni yeni öğrenciler yetiştirmeyi de ihmal etmedi. Babasının ölümü sonucunda, kardeşleri mirastan pay almasını engelleseler de, kendisini çok seven amcası tarafından bırakılan miras sayesinde, sanata ve bilime daha fazla zaman ayırabilme imkânı buldu.
Ve Mona Lisa… Tam da sanat demişken…
Dünyanın en kısa paragrafı oldu yukarıdaki. Fakat resmin kendisi, neredeyse en uzun sürede tamamlanan, baştan sona bir detay ve kusursuzluk abidesi olan, halen çözülememiş sırlar barındıran ve tüm bu özelliklerinin yekûnunda, kendisini insanlık tarihinin en değerli eserlerinden biri kılan olağanüstü özelliklere sahiptir. Tanımlaması son derece güç bu şaheserin yapımı yıllar sürmüş, resmedilen modelin tüm ölçüleri baştan aşağı altın oran ölçeği baz alınarak tuvale aktarılmıştır. Diğer bir yandan da, Leonardo’nun işlerine karşı gösterdiği kılı kırk yaran bu titizliği, sanattan bilime ortaya koyduğu birçok yapıtın yarım kalmasına neden olmuştur. Çoğu tam anlamıyla tamamlanamamış olsalar bile, sanatsal değerlerinden hiçbir şey kaybetmemişlerdir. Tasarım aşamasında bırakılmış buluşları için de aynı şeyi söylemek mümkündür. Sanatın ve bilimin aynı yoğunlukta buluştuğu bu inanılmaz dehanın düşünce sistematiğini tümüyle algılayabilmek neredeyse imkânsızdır. Öyle ki, Mona Lisa ve Son Akşam Yemeği tabloları başta olmak üzere hemen her tablosu günümüzde tam olarak çözülememiş sırlar barındırmaktadır.
Mona Lisa üzerinde hâlen tartışılan konulardan biri de, tablodaki modelin kim olduğudur? Bu konu hakkında; modelin bir Fransız tüccarın karısı olmasından tutun da, dönemin Floransa’sını yöneten Medici Ailesi’ne yakınlığıyla bilinen bir hâkimin kızı olmasına kadar varan değişik görüşler öne sürülmüştür. Hatta hatta, 37’lik Da Vinci’nin henüz 10 yaşındayken yanına alarak, hayatının sonuna kadar 30 yıl boyunca birlikte yaşadığı ve Salai adını verdiği genç öğrencisinin ta kendisi olduğunu iddia edenler de olmuştur. Tabii, himayesindeki bu gençle eşcinsel bir ilişki yaşadığını ve idamlık bu suçun açığa çıkmaması için, çok büyük bir çaba sarf ettiğini düşünenler de. Leonardo’nun insanlarla temas etmekten olabildiğince kaçındığı, hatta çoğu kere irite olduğu görüşüyle ters düşse de bu durum, başta sanatı olmak üzere hayatının hemen her noktasında uzun yıllar boyunca sadece bu genç adam yer almıştır. Birlikte var olmanın düşüncesi bile, yaratıcılığına ve sanatına bariz bir şekilde yansımış, çok derin katkılar sağlamıştır. Modelin Leonardo’nun ta kendisini olduğunu savunanların ise, absürdün asla unutulmaması gereken bir kavram olduğunun tekrar tekrar altını çizmişler, istemsizce “Yok daha neler!” dedirtmişlerdir.
Peki, günümüzde filmlere konu olmuş ve hemen her noktası esrarengiz sırlar barındıran “Son Akşam Yemeği” tablosuna ne demeli?.. Ya da “Altın Oran” kavramının insan anatomisi üzerinde kusursuz bir izdüşümü olan “Vitruvius Adamı” eskizini nasıl dile getirmeli?.. Hatta hatta, günümüzdeki fotoğraf makinesinin atası kabul edilen ve 14. yüzyılda icat edilmiş olan Camera Obscura’nın bir yeniden yapımı olan buluşunu nasıl değerlendirmeli, nasıl ifade etmeli?.. Unuttuk mu tüm bunları?.. Elbette ki hayır! Tıpkı “Mona Lisa” gibi, başta “Son Akşam Yemeği” olmak üzere her biri de ayrı ayrı bir inceleme konusu aslında. Tüm bunlara, daha adını sayamadığımız birçok şaheseri ve buluşu da ekleyebiliriz rahatlıkla. Ve ne kadar eklesek, ne kadar anlatsak da dolmayacak, bir şeyler mutlaka eksik kalacaktır Leonardo’da.
Ve 1519 tarihi… 67. Yaşla birlikte gelen ölüm anı ve “SON” yazması gereken nokta. Ancak ne son var o noktada ne de sonla birlikte gelen bir siliniş. Aksine, uygarlığın kapılarını ardına kadar açacak yepyeni bir tarih sayfası ve uygarlığın sürücüsünün tahtına yerleşip, direksiyonun başına geçtiği ölümsüz bir an var.
Kenan Yaşar