“umudu kalmamış kuşlara baktım
ben şuncacık şair baktım öylece
yanlarına usul sokulacaktım
görmedim, umutsuz kuşlara baktım”
Niye sanat yaparız? Neden şiiryazarız? Yalnızlık denilen kavramdan kurtulmak gayesi ile. Kısakürek şöyle anlatıyor bu konuyu “bu ne hazin mesafe iki ten arasında“ yani yalnız yaşar ve yalnız ölürüz insanlığın bundan kaçarı yok. Kaçabildiğimiz alansa sanat alanı; yola çıkacak olursak Süleymaniye Camisine bakınca Yahya Kemal’i okuyabiliyorum. Gülhane parkında dolaştığımda Nazım ile Piraye’yi hatırlayıp Ceviz Ağacı gibi hissediyorum kendimi. Nitekim yazımızın başlığından da konuya değinecek olursak “şiir” darası alınmış söz manasına gelmekte ve şairler yazıyı fazlalıklarından cürufundan ayıklayarak eserler bırakıyor ortaya.
Geçmiş ile bugün arasında ise çok uzun mesafeler farklı bakışlar ve en nihayeti farklı nesiller çıkıyor ortaya. Günümüzün iletişim araçlarının gelişimi, ulaşılabilirliği artık o kadar kolay ki. Tam da bu çağda yoğurt kovalarına çiçeklerin yetiştirildiği, insanların sevgilerinin çıkar ve menfaatten uzak olduğu ilişkiler ne yazık çok nadir diyebiliriz. Ülkemiz mi?
Ülkemiz: Sanatın tabiri caiz ise birilerine caka satmak olduğu, yazları sulu ve sahte ilişkilerin, kışları ise sıkılganlığın aşkları bitirdiği ve değerlerimizi kaybettiğimiz bir saltanat kayığı adeta. Darası alınmış sözlerden uzakta diyebiliriz.
Elbette her kelimenin her kavramın tarihsel momentleri bulunuyor. Bizden önceki nesilleri anlamak onların ortak inşa ettiği kültürün içinde bulunmak çok zor. Bazen onları çok samimi ve temiz duygularda buluyorum ya da belki davulun sesi uzaktan geliyor derler ya bilmediğimize hayran olarak ve özlem duyarak bulabiliyoruz kendimizi. Zamanın geleceğe bizi taşıdığı bir çağda alem değişiyor ve mevsimler gibi duygularımızı , samimiyetimizi sürekli değiştirip robotların arasında ne yazık ki bizler de robot olarak yaşamaya başlıyoruz. Evet, bir tüketim çağında olabiliriz ama ne yazık ki şekilden, biçimden, statüden ve daha saymakla bitiremeyeceğim hayatın alengirli ve insanı içten içe tüketen durumlarından vazgeçemiyoruz.
Şiir gibi yaşamıyoruz, darası alınmış yani fazlalıklarından, gereksizliklerinden kurtulmuş bir yazı gibi olamıyoruz artık.
“Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.”
diyordu Cahit Sıtkı Tarancı. Açıktır ki duyguları , yaşantıları bir kenara bırakalım kendi şiirimiz, edebiyatımız üzerine tartışmayı bile bıraktığımız bir çağda sanırım böyle bir memleket uzak bir hayal şimdi.Yanlış anlaşılmasın bir derviş gibi nasihatler vermek değil niyetim. Sadece duyarlılıktan uzakta kalmış bir topluma şiirle yaşayıp yaşatalım demek çok görülmesin…
Adaşım olan Tarık Buğra’nın “Gençliğim Eyvah” diye bir romanı vardır. Şimdi bu yazar şiiri anlatıyordu nereden çıktı bir roman diyebilirsiniz. O romanda beni benden alan daha doğrusu her genci anlatan bir hikaye vardır. Şiir gibi yaşamaktan bahsettik işte bir davet benimkisi. Anlam ve aidiyet diyebiliriz. Sanat bir meta olsun istemiyorum. Genç insanlara özellikle genç insanlara yoldaş olsun onlarla aktarılsın istiyorum. Yoksa Ahmet Arif’i, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı nasıl tanırdık?
Sözü fazla uzatmayalım; hayatımızda dünyanın şehvetine kapılmadan yaşamak sade olmak belki zordur. “Şiirde anlam aramak eti için bülbülü boğazlamaya benzer.”diyordu Ahmet Haşim, lakin hayatta aramaz ise sonucu şiirsiz bir hayat olacak diyebiliriz. Lakin bir kişi değil binlerce kişi bir toplum bunu yapmak zorundadır. Yoksa daralarımızla ve gereksizliklerimizle yaşar ve göçüp gideriz. Sözü Nazım usta bitirsin:
Hava kurşun gibi ağır!!
Bağır
bağır
bağır
bağırıyorum.
Koşun
kurşun
erit-
-meğe
çağırıyorum…
O diyor ki bana:
— Sen kendi sesinle kül olursun ey!
Kerem
gibi
yana
yana…
«Deeeert
çok,
hemdert
yok»
Yürek-
-lerin
kulak-
-ları
sağır…
Hava kurşun gibi ağır…
Ben diyorum ki ona:
— Kül olayım
Kerem
gibi
yana
yana.
Ben yanmasam
sen yanmasan
biz yanmasak,
nasıl
çıkar
karan-
-lıklar
aydın-
-lığa..
Hava toprak gibi gebe.
Hava kurşun gibi ağır.
Bağır
bağır
bağır
bağırıyorum.
Koşun
kurşun
erit-
-meğe
çağırıyorum…..
Esenlikler,
Talha Tarık Taşören