Kara karışıyor kırışıklıkların, sonra kayboluyor izleri… Ötlengeç diye kuş mu olurmuş!
Eline bir sapan almış, yaşına da bir çizgi. Vuruyor önce, çiziyor sonra…
Sürekli bakasım var, Sürekli göresim. Hâl böyleyken, usul usul yaklaşıyor sinsi kelam…
Tuzlukta yağmur bırakmamış pirinçler; tuz da çorak, esintisi de. Artık bir hayal; tende tuz, tuzda iz aramak…
Yaş ilerledi… ”İlerde, sağda inecek var…” diyemiyor artık, şöyle bir gönül rahatlığıyla insan. Varsın ilerlesin be yaş. İlerleyen tek şey o olsun hatta. Hayatın tuzluya patladığını, yaş -denen meret- ilerledikçe anlasın insan. Varsın yansın hayatın; az ya da çok yaşamışsın, ne önemi var?!
Bir önemi yok elbet. Hiçbir şeyin hiçbir önemi yok. Tuzluğa girip, nemli bir ortamda yaşamak istiyor insan. İçine girip, orada öylece kalmak istiyor. Tuzluya patlasın istiyor; olanca benliği ve olanca gücüyle hissedilsin istiyor.
Bedel ödemek gerek tüm bunlar için. Nasıl bir bedelmiş ki o, öde öde bitmiyor! Önce önermesini, sonra da ironisini yaratıyor hayat. Böyle bir hayata kalkıp da; “Gereken tek şey, seni dikkate almamak!” diyen olmuyor, olamıyor. “Desen bir türlü, demesen bir türlü!” diyen bile olmuyor. Nasıl olsun ki hem; yaşamayan mı kaldı hayatı?!
Nemi gitti tuzluğun. Az önce gitti. Elinde valiz, baldızının evine gitti; anne evi dolu, malum. Nem gittiğine göre, saçları jöleleyip dalmak lazım tuzluğa. Sırf nem için, nem aşkına; malum, kafada saç yok. Hiç olmadı değil, hiç kalmadı. Doğarken mutlaka bir yerlerinde saç oluyor yoksa. Kimin mi? İnsanın tabii ki; yoksa hayvanlarda gırla saç. Neresine atsan, tomarla saç geliyor. Nereye mi? Eline tabii ki… Benim saçlarımı göbek kordonuma iliştirmiş tanrılar. Ebe ya da doktor, hangi halt doğuma yardımcı olduysa, rahim çıkışında kordonu keserken, saçların büyük bir kısmını helak etmiş olmalı. Herkes saç düşmanı, herkes ayrı bir kıl şu hayatta.
Doktorları sevemedim hiç; ebeler de hep bir “E be kardeşim!” çağrıştırmıştır bana. Annemi sevdim yalnız. İyi ıkındı doğrusu. Babayı da sevdim. Sağ olsun, az buçuk sperm takviyesi yapmış doğumdan önce. Yalanı, uçarı kaçarı yok; babayı alana kadar da pek çok şeyi ondan öğrendim. O olmasa, olmazdım. Yaşamamış olurdum hayatı. Ve bunu başaran ilk insan olurdum belki de. Canlı mı desek? Genelleme iyidir her zaman. Sağlam pabuçtur genelleme. Üstelik seneye de, paranoya müptelası takipçilerinde de rahatlıkla giyebilirsin genellemeleri. Büyük de olmaları gerekmez, kullanışlı olsunlar kâfidir. Yeterli desek ölür müyüzdür, kâfi diye geveleyeceğimize! Ölürüzdür belki, kim bilir…
Hazır ölüm demişken bitirelim hayatı. Bir bulmacayla bitirelim hatta:
Yukarıdan aşağıya;
Darağacı, urgan, boyun, gövde, bacak, tabure…
Yukarıdan aşağıya;
Düşüyor/akıyor yağmur…
Sonra aside buluyorlar tüm suçu;
Asitli kafalara, turnusol kâğıtlarına…
Havalarda uçuşuyor maviler ve kırmızılar…
Birbirine girmekten, bakın nasıl da morarmışlar.
En çok da mavi-siyah sürtüşmelerden morarmışlar.
Temasın doğuşu ve şiddete gebe kalışı…
Yukarıdan aşağıya;
Hoş geldin aşağılık insan!
Kenan Yaşar