Deniz Yüce Başarır, 2020 yılında İBB Yayınları tarafından yayımlanan Kent Oyuncularının kuruluş hikâyesini, 60′ ları anlattığı Perde Kapanmasa Görecektiniz’in ardından Başar Başarır ile birlikte babası Kâmran S. Yüce’nin 40 yıllık şiir yolculuğunu derledi. Hilmi Yavuz’un deyimiyle “Poetik olarak ne o, ne öteki.” Yüce. Everest Yayınları tarafından yayımlanan “Dünyaya Sevgilerle” şiir okurları için yepyeni bir şairi müjdeliyor. Bu devasa arşivden iki büyük yapıt için Deniz Yüce Başarır ve Başar Başarır’a okur olarak teşekkür ederiz.
Deniz Yüce Başarır’la babası Oyuncu-Şair Kâmran Yüce’nin arşivinden doğan iki büyük eser üstüne konuştuk.
– 1960’lara, tiyatroya, Kent Oyuncuları’na saygı duruşu niteliği taşıyan “Perde Kapanmasa Görecektiniz”i yazma fikrine nasıl karar verdiniz? Arşiv tarama, araştırma sürecinden bahsedebilir misiniz?
Deniz Yüce Başarır: Yıldız Kenter’in ölümünden sonra Kenter Tiyatrosu’na İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin sahip çıkacağı söylenmişti. Gerçekten de tiyatro binasını satın aldıklarında, artık orada tiyatroya dair başka bir tarih yazılacağı fikri ateşledi beni. Kent Oyuncuları’nın nasıl kurulduğunu, ardında nasıl bir emek olduğunu, oradan efsane bir ekip geçtiğini kimsenin bilmediğini fark ettim. Yıldız Kenter’i tanıyordu çoğu kimse ama Müşfik Kenter’in bile adı anılmıyordu nerdeyse. Ben de bu geçmişi ortaya çıkarmak gerektiğini düşündüm. Her şey böyle başladı.
Tabii bu kitabı yazma fikri doğduğunda asıl güvendiğim, babam Kâmran Yüce’nin yıllar içinde tiyatroyla ilgili biriktirdiği devasa arşivdi. Ve eşim Başar Başarır. Çünkü arşivcilik konusunda üstüne yoktur. O önce fotoğraflara daldı, ben de Kent Oyuncuları’nın, bir tiyatro topluluğundan beklenmeyecek derecede istikrarlı bir şekilde çıkardıkları derginin tüm sayılarına. Zaten kitabın ana izleğini de bu dergi oluşturdu. Çünkü her sayıda oynadıkları oyunlara dair birçok fotoğraf ve bilgi vardı. Birbirleriyle yaptıkları röportajlar, dönemin önemli sanat insanlarından alınmış yazılar… O kadar dolu bir dergiydi ki, babamın bayağı yayıncılık yaptığını, evet, ancak bu yaşımda, hayretle gördüm. Başar, evdeki malzemeyle de sınırlı kalmadı tabii. Sahaflardan eski dergileri topladı. Oradaki röportajları haberleri, fotoğrafları taradı. Ben dönemi anlatan anı kitaplarını okudum. Böylece sırtını güvenilir bir arşiv çalışmasına dayayan ama temelini benim hatırladıklarımın ve tabii duygularımın oluşturduğu bir kitap çıktı ortaya.
– Babanız Kâmran Yüce’nin arşivinden iki önemli eser okurla, sanatseverle buluştu. İlki Kent Oyuncuları’nın kuruluş hikâyesi. Babanızla yaşadıklarınız, tanıklıklar, elbette müze mahiyetinde bir arşiv. Sizden bu özel dönemi, babanızla ilişkinizi anlatmanızı rica edebilir miyiz?
D.Y.B.: Valla ben soruya yanıt olarak bir kitap daha yazarım ? Babamla ilişkim sadece 20 yıllık, kısa bir hikâye. Ama yoğun. Babam çok yönlü bir insandı. Oyunculuğun yanı sıra, tiyatronun yayıncılık faaliyetleri, basınla ilişkileri gibi birçok işiyle de ilgilenirdi. Çok okurdu, şiir yazardı. Eve sekiz gazete falan alır, kendi siyasi görüşleriyle taban tabana zıt olanların bile her köşesini okurdu. Ha bu arada, oyun olduğu günler o gazetelerden bir takım da tiyatroya alırdı. El değmemiş gazete severdi çünkü. Başkaları da okumak isterse diye alınırdı o ikinci takım. Sevecendi, hoşgörülüydü ama zaman zaman parlayıverirdi. Bana parladığını nerdeyse hiç hatırlamıyorum. Galiba küçükken bir kere Teşvikiye’deki evimizin uzun koridorunda duran kitapların hepsini, hiç üşenmeden, küçük parmaklarımla çeke çeke yere döktüğüm gün fena halde paylanmıştım. Çocukluğum turnelerde geçti. Çünkü o bizi de yanında götürmek isterdi hep. Şimdiki gibi uçakla gidip iki gece oynayıp dönmek gibi bir sistem yoktu o zaman. Yola çıktılar mı, bir ay falan dolaşırlardı. İzmir turnesinin bazen 45 gün sürdüğü bile olurdu. Annemle ben de İzmir’de 45 gün geçirirdik böylece. Ergenliğim Harold ve Maude izleyerek, onun oyuncu arkadaşlarının esprilerine gülerek ve o ortamda bir aile olmanın güzellikleri kadar zorluklarını da yaşayarak geçti. Sanki biraz aykırıyız gibi gelirdi bana. Üçümüz hep bir arada. Meğer ne güzel ve ne değerliymiş o günler. Turneler benim için tatil demekti. Gündüzleri hep gezerdik çünkü. Kalabalık bir tatil… Annem, babam ve babamın oyuncu dostları… Kocaman ailenin içinde bir çekirdek aile tatili.
Ben ilkokula başladıktan sonra her önemli törende şiir okuduğum için, ki bu lise hayatımın sonuna kadar sürecekti, tonlamalar, vurgulamalar konusunda sıkı çalışmalar içinden geçtik birlikte. Bu konularda az zorlamadı beni. Herhangi bir konuda bilgi istediğimde, hep kütüphaneyi işaret edip orada bir sürü ansiklopedi var, aç bak oku, bilgi öyle edinilir derdi. Yani zaten herhalde başlarda bir iki kez sormuşumdur. Sonra ben de bir kitap kurdu oldum sayesinde. Lise çağına geldiğimde bol bol edebiyat tartıştığımızı hatırlıyorum. Sevgi dolu bir babayla yaşadım, yol gösteren ama işime de çok karışmayan. Tonlamalar konusunu saymazsak. ?
– Perde Kapanmasa Görecektiniz gerçekten çok özel bir kitap. Kitabın tasarımını Bülent Erkmen yapıyor. Kapak fotoğrafında kimler var, kitabın adı nereden geliyor?
D.Y.B.: Bülent Erkmen’in adını anmanıza çok sevindim. Daha ilk günden büyük katkısı oldu Bülent Hoca’nın kitaba. Çünkü o tasarımını yapacağı kitabın içeriğine de çok önem veren, hatta yazarı yönlendiren bir usta. Örneğin ilk toplantımızda hemen bana alt başlıkta “Kâmran Yüce’nin arşivinden” ibaresini de kullanmamı önermişti. O kadar doğru bir uyarı ki! Teşekkür borçluyum. Arka kapak yazısını uzun mu yazdım diye endişelenirken, “içi kadar güzel yazmışsın” diye yüreklendirdi ve diğer tasarımcılar gibi yazıyı sadece bir leke olarak görmediğini bana bir kez daha kanıtladı. Perde Kapanmasa Görecektiniz’in ruhunu yakalayan böyle bir ustanın elini omuzumda hissettiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum. Babamı tanıyan, seven, onunla çalışmış biri olması da büyük kazanç oldu elbette.
Kapak fotoğrafında, soldan sağa sayalım, Genco Erkal, Çolpan İlhan, babam, Yıldız Kenter, Müşfik Kenter, Çiğdem Selışık, Şükran Güngör var. Kent Oyuncuları adıyla ilk prova yaptıkları gün çekilmiş bir fotoğraf o. Tarih de 1 Eylül 1961.
Kitap da adını babamın oyunculukla ilgili 1953 tarihinde yazdığı, ilk kitabına adını da veren Gölge şiirinden alıyor. Hocası Muhsin Ertuğrul’a adadığı bu şiirdeki “Acılarım yok/ Size sattım/ Perde kapanmasa görecektiniz/ Az daha ağlayacaktım” dörtlüğünden. Bir tiyatro topluluğunun hikâyesini anlatırken, şair bir tiyatrocunun mesleğine dair yazdığı şiirden alıntı yapmak uygunmuş gibi geldi bana. Kitabın duygusunu ve ruhunu da taşıdığını düşündüm.
– Büyük bir sanatsal üretimin yaşandığı 1960’lar, tüm sanat dallarının birbirine temas ettiği bir dönem. Tiyatro ve edebiyat açısından dönem hakkında neler söylemek istersiniz?
D.Y.B.: Ben Perde Kapanmasa Görecektiniz’i yazarken gördüklerim karşısında hayranlık duydum. Özendim de. Çünkü o dönem tiyatrocusuyla ressamı, yazarı, düşünürü, sinemacısı hep bir aradalar. Birlikte üretiyorlar, birbirlerine destek oluyorlar. Türk sinemasının en önemli isimlerden Lütfi Akad gelip, Kent Oyuncuları’nda oyun sahneye koyuyor, bir başka oyunun ışıklarını da yapıyor. Tiyatronun dergisinde sık sık Haldun Taner yazıları yayımlanıyor örneğin. Orhan Veli’nin çevirileri çıkıyor karşımıza. Dergide dönemin şairlerinden şiirler de, sinema yazıları da var. Başka dillerden tiyatro metinlerine dair çeviriler de. Edebiyatsız tiyatro düşünülebilir mi zaten? Ama işte 1960lar Türkiye’nin sanat hayatının en parlak dönemi nerdeyse. Bu parlaklığı, o günlerdeki görece özgürlük anlayışı ve bu el ele olma hali sağlıyor bana kalırsa.
– Perde Kapanmasa Görecektiniz, anılar, tanıklıkların yanı sıra, ciddi bir fotoğraf, oyunlara dair haberler, afişlerden oluşan hafıza, bellek, tarihsel belge niteliğini taşıyor. Böyle arşivsel değere sahip ok az yapıt yer alıyor. Okurken, müze, sergi fikri düştü zihnime. Böyle bir proje var mı diye sormak isterim?
D.Y.B.: Valla ne kadar isterim. Keşke İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu işe de el atsa. Bir tiyatro tarihi müzesi yakışır bu şehre. Ama sorunuzun asıl cevabı şu: ne yazık ki böyle bir plan yok şu anda.
– Kitabı babanızın 1986 yılında turne için çıktıkları yolda geçirdikleri trafik kazasında kaybıyla bitiriyorsunuz. O kuşağın bir özelliği pek çok topluluk birlikte aynı tiyatroda rol alabiliyor. Günümüzde tiyatro topluluklarının daha minimal, butik sahnelerde hareket etmelerini neye bağlayabiliriz?
D.Y.B.: Evet Kent Oyuncuları, Dormen Tiyatrosu’nun çatısı altında çalışıyor yıllarca. Kiracı olarak elbette. Günümüzde koşullar ve hayat tarzının değişmesine bağlı olarak, tiyatro da değişiyor. Bu çok doğal. Küçük salonlar, seyirciyle oyuncunun eşitlendiği sahneler gündemde. Daha sıcak bir ortam var bana sorarsanız. İtalyan sahnenin çağı tamamen kapanmasa da metnin yapısına, rejinin bakışına göre o black box dedikleri sistem daha çok tercih ediliyor. Oyuncuya da yönetmene de hatta seyirciye de daha çok özgürlük alanı sağlıyor diye düşünüyorum. Antik tiyatroda seyirci yukardaydı, İtalyan sahnede oyuncu, işte şimdi, bu çağda eşitlendiler. Ne güzel! Ama tabii minimal sahne dediğinizde, biraz da ekonomik koşullar giriyor devreye. Tiyatrocuların kaderi değişmiyor, ya da değişmiyor demeyelim, bazı dönemlerde işler daha da zorlaşıyor.
– Babanız Kâmran Yüce aynı zamanda bir şair. Geçtiğimiz günlerde Everest Yayınları tarafından bütün şiirleri Dünyaya Sevgilerle adıyla yayımlandı. Arşivden çıkan bu ikinci yapıt hakkında konuşalım biraz. Dünyaya Sevgilerle, nasıl ortaya çıktı?
D.Y.B.: Hilmi Yavuz hocamız yıllardır ‘Kâmran ağbinin şiirlerini toplasanıza’ diye ısrar ediyordu. Perde Kapanmasa Görecektiniz bu kadar ilgi görmese, ben bu işi yapmaya utanırdım yine sanırım. Ama zaten ben yapmadım, o da ayrı. Başar, Perde Kapanmasa Görecektiniz için arşiv çalışması yaparken yavaş yavaş babamın yayımlanmış üç kitabında olmayan şiirlerine de ulaştı. Sonra araştırmasını derinleştirdi ve dergilerde kalmış birçok şiir çıktı ortaya. Zaten ölümünden önce 80li yıllarda yazdığı şiirler bir dosyada duruyordu. Hepsini birleştirince de Dünyaya Sevgilerle çaldı kapımızı. Bu konuda hem Hilmi Hoca’ya hem de Başar’a teşekkür borçluyum. Tabii Everest Yayınları’na da. Başta Vedat Bayrak olmak üzere tüm ekibe.
– Hilmi Yavuz ve Başar Başarır yazılarıyla yer alıyor bu kitapta. Günümüz okuru için yepyeni bir şairi müjdeliyor Dünyaya Sevgilerle. Burada adında bir ‘s’ harfi var, tiyatroda olmayan bir mahlas mıdır bu harfin özelliği nedir?
D.Y.B.: S harfini isminin ortasına babasını anmak için ve sadece bir şair imzası olarak yerleştirmiş babam. Sıtkı’nın S’si o. 15 yaşındayken kaybettiği babasını şiirlerini imzalarken yaşatmak istemiş olmalı. Tiyatrocu olarak hiç kullanmazdı S’yi.
– Babanızın şiirleri ilk olarak Kaynak, Yeni Ufuklar, Varlık, Hürriyet Gösteri gibi devrin önemli dergilerinde yayımlanıyor. Şiirle 40 yıla yakın bir ilişkiden bahsedebiliriz. Devrîn edebiyat ortamını bir yayıncı olarak nasıl değerlendirirsiniz?
D.Y.B.: Dergilerin rolünün çok büyük olduğu bir dönem. Şimdi dergicilik, bunu söylemek acı ama, ölüyor. Ve dergilerdeki yeni seslerin peşine düşen yayıncılar da azaldı. Oysa birçok yeni yazar ve şair için gün ışığına çıktıkları, edebiyat ortamına ilk adımı attıkları yerdir dergiler. Bu anlamda da çok değerli olduklarını düşünüyorum. Keşke bugün de edebiyat dergilerini yaşatabilsek.
– Kâmran S. Yüce’nin şiirleri Garip, İkinci Yeni gibi akımların hüküm sürdüğü çağda yayımlanmasına rağmen akımlar dışı bir edebiyat dilinin olduğunu söyleyebiliriz. Sizin bu konudaki düşünceniz nedir?
D.Y.B.: Babam hiçbir zaman bütünüyle bir gruba ait olan bir yapıda değildi. Buna ihtiyacı yoktu sanırım. Kendine olaylara dışardan bakma ve eleştiri payını hep bırakırdı. Şiirde de herhangi bir akımın temsilcisi olmak yerine doğal ve samimi olmayı seçmiş, kalemini özgür bırakmış diye düşünüyorum. Ama bence her iki akımın da sesini duyduğumuz şiirleri de var. Bu konuları konuşmaya fırsatımız olmadı. Onu kaybettiğimizde, benim başımda kavak yelleri esiyordu henüz. Bazen çok dertleniyorum bu konuda. Şimdi yaşasa, bize poetikasını kendi açıklasa ne mutlu olurdum. Ama belki burada Hilmi Hoca’ya bırakmak lazım sözü: Poetik olarak, ne o ne öteki olmak!
– Kâmran S. Yüce’nin ilk dönem şiirlerinden bazıları haiku türüne yakın bir etki yarattığını söyleyebiliriz, ilerleyen dönemde toplumcu gerçekçi şiirleri de var…
D.Y.B.: İlk şiirlerinde gençliğin naifliği hissediliyor. Orta yaşa doğru geldiğimizde, yoğun düşüncelerle, adaletsizliklere, haksızlıklara, eşitsizliklere tepkilerle yoğruluyor dizeler. Olgun yaşlarda ise ‘hayatın sonuna geliyoruz, ne yaptık ne yapamadık’ hesaplaşmalarıyla yüzleşen şiirler var. Aslında tarihsel bir çizgide okuduğunuzda adeta bir bildungsroman, bir hayat hikâyesi çıkıyor karşınıza…
– Şiir ve tiyatro dünyanın en eski sanat dalı, babanızın hayatında hep eş hareket etmiş, hatta hocasına ithaf ettiği Gölge şiiri de yer alıyor. Yazmak babanız için ne ifade ediyordu?
D.Y.B.: Var olmak sanırım. Belki biraz da içini dökmek. O edebiyatsız yaşayamayanlardandı. Yazmadığı zaman da okurdu. Yazamıyorum diye de dertlenmezdi ama. Yaptığı işlere çok önem de atfetmezdi. Diyor ya benim çok sevdiğim Kırlangıç adlı şiirinde: “Göçünce kim anar, birkaç önemsiz dize/ Birkaç oyun tozlu perdeler arkasında/ Çok şey yapmadık hayatımızda” Öyle işte yaşadığını hissetmek için yazıyordu sadece. Sanırım. Keşke kendisine sorma şansımız olsaydı. Daha önce de dert yandım ya bu konuda, bugün ne cevap verirdi bize, çok merak ediyorum.
Elif Hopyar