Hepimizi derinden sarsan depremlerden evvel, Anadolu Yakası’nın multidisipliner sanat alanlarından Decollage Art Space’in ev sahipliğinde gerçekleşen Ressam Arda Büyük’le güzellik ve estetik kavramlarını sorguladığı, figürleri deforme ettiği sergisi “Amorphe” üstüne konuşmuştuk; şimdi sizlerle paylaşıyoruz.
– Çocukluğun sanata eğilimde hayli etken bir rol oynadığını düşünürüm. Sizi resme yönelten faktörler nelerdir?
Arda Büyük: Köyde büyümüş yalnız bir çocuktum; sorunlu bir aile ve zorluk dolu bir köy yaşamı her şeye rağmen yeteneğimi keşfeden bir baba. Aslında en büyük eksikliğim çocukluğum ama en büyük gücüm de çocukluğum.
– Amorphe adlı kişisel serginiz Decollage Art Space’te açıldı. Amorphe’un sizin için mânâsı, serginin çıkış noktası ve Decollage Art Space ile yollarınız nasıl kesişti, bahseder misiniz?
A.B.: Amorphe’un benim için manası sergi öncesinden yapmış olduğum bir seride ortaya çıkmıştı ve sergiyi bir temada toplamak gerekirse de bunun yine bu kavram üzerinde olmasını istedim. Decollage Art Space ile yollarımız da şöyle kesişti Victoria hanımın kızı Melisa arkadaşımdı. Onu bir önceki sergime davet etmiştim; işlerimi görünce beni annesi ile tanıştırdı ve bu sergi kararını aldık diyebilirim.
– Serginizde, deforme edilmiş figürler, belli bir forma sahip olmayan objeler, güzellik kavramını sorguladığınız büyük ölçekte resimleriniz dikkat çekiyor. Bize sanat anlayışınızdan söz eder misiniz?
A.B.: Sorunuza sarf ettiğim ve benimle slogan haline gelen bir sözümle cevap vermek isterim: “Benim Sanatımda güzellik yok” birileri, resmimin karşısına geçip yaratmış olduğum çirkinliğe hayranlık duyuyor, ben ise bunu başardığım için kendime.”
– Yapıtlarınız bir hikâye anlatır gibi. Bazı resimleriniz “Sanat, bir anlamda deformasyondur.” diyen Fernando Botero’yu çağrıştırdı. Sanat tarihinden ilham aldığınız yapıtlarınızı görebiliriz. Bu konuda neler eklemek istersiniz?
A.B.: Hikayem bir insanın, doğanın bazen de doğa üstü evrendeki varoluş ve yok oluş sahnelerinin Arda Büyük paletinden fırçasından sizlere bir canlandırması diyebilirim.
– Eserlerinizde endişe, heyecan, doğa, insan varoluşsal kaygılar, ölüm, yaşam gibi temaları da ele alıyorsunuz. Sanatçı olarak doğadan nasıl ilham alıyorsunuz?
A.B.: Ben sanatı kendime bahşedilmiş bir güç olarak görüyorum ve kendimi sanat konusunda kontrol etmiyorum; eserlerim insanlığa bir şeyler fısıldıyor. Duyanlar için mutlu oluyorum; duyamayanlar için tıpkı resimlerim gibi sessiz kalıyorum. Resimler konuşmaz, hissettirir… O hislerin verdiği duygular sizi konuşturur o yüzden benim resimlerimin matematiği tamamen bu temaların üzerine kuruludur. Duygular değişir, korkular değişir ama özünüz değişmez ben insanın ve doğanın özünden ilham alırım.
– Teknik malzeme olarak akrilik kullanmanızın nedeni nedir?
A.B.: Ben renklerimin mat ve canlı olmasından haz alıyorum ve çok katmanlı renk geçişleri oluyor parçalı olarak bu aradıklarımı bana sunan teknik akrilik oldu diyebilirim.
– Sergide sanat tarihinin ikonik figürlerinden Frida Kahlo da “Kırık Sütun” adlı eserinizle yer alıyor. Frida Kahlo, Van Gogh gibi sanatçılara son yıllarda artan ilgiyi neye bağlıyorsunuz?
A.B.: Evet sanat tarihinden aldığım yapıtlar üzerinde yaptığım ikonik yorumlar var. Ben sanat tarihine ve geçmiş dönem eserlerindeki hikayeyi öğrenip o hikayeye ve resme kendi hislerimle bakmayı tercih eden biriyim, o yüzden ikon seri adı altında etkilendiğim ve kendi yorumumu kattığım resimlerim oldu. Bunlar sanatçıları eleştirmek değil aksine kendilerine saygı sunmak ama hikayelerine onların istedikleri gibi bakmayacağımı göstermek için yaptım.
– Fantastik figüratif resimlerinizden biri, yine deforme edilmiş tek gözü kapalı bir otoportreniz de yer alıyor. Siz bu resmi hangi duygularla resmettiniz?
A.B.: Benim resimlerimde kendilerine olan bakışlardan rahatsız olan insanlarım var; bu bazen onların ümitsizliğini, suçluluğunu bazen de gerçekleri görmeyecek kadar varoluş amaçlarına uzak olduklarını temsil eden bir duygu diyebilirim.