SABO’nun çocukluğa dair kimi mutlu, kimi belirsiz anları tuvale aktardığı üçüncü kişisel sergisi “Golden Hours” üzerine konuştuk. Sergi, 28 Ocak tarihine kadar Versus Art Project’te görülebilir.
– Çocukluk döneminin sanata yönelişteki etkisinin çok önemli olduğunu düşünürüm. Çocuklukta yaşadığın hangi olaylar, seni resim yapmaya yöneltti?
Sabo: Sanatla iç içe olan bir çocukluk geçirdim ve ailemin bana bu konudaki desteği her zaman tamdı. Küçükken abimle birlikte, televizyonda izlediğimiz karakterlerden aklımızda kalanları hızlıca çizmeye çalışırdık. Resim defterlerinin sayfalarını paylaşır, farkında olmadan birbirimizi motive ederdik. Tüm bunlar şu anki kariyerimin oluşmasına neden olan en önemli kısımlar.
– Golden Hours, Versus Art Project’teki üçüncü sergin. Galeri ile yollarınız nasıl kesişti?
S: 2019 yılında açılan ilk kişisel sergim “Paracetamol” ile birlikteliğimiz başladı. Şimdiye kadar birlikte oldukça keyif aldığım birçok sergi ve fuar gerçekleştirdik. İleride gerçekleştirmek istediğimiz yeni projelerin heyecanını şimdiden karşılıklı hissedebilmek en değerli şey benim için.
– İlk kişisel serginden bu yana zaman kavramı, geçmiş, gelecek, şimdi ele aldığın meselelerden. Zaman, fizikçilerin, sanatçıların, filozofların üzerine kafa yorduğu bir kavram. Zaman, senin için ne ifade ediyor?
S: Serilerimde zaman kavramı önemli bir yer alıyor. Anda kalmanın oldukça zor olduğu yoğun yaşam temposunda, ister istemez geçmişte ya da gelecekte yaşamaya başlıyoruz. Bu anları fark edip onlara tekrar yaşama alanları açmaya ve birbirleriyle iç içe geçmiş farklı dünyalar yaratmaya çalışıyorum.
– Yeni sergin Golden Hours adını taşıyor. Galeri mekânına adımınızla birlikte ışık hüzmesi, yazdan kalma sımsıcak ânlar, Rönesans’ı çağrıştıran yeniden doğum kareleri izleyiciyi etkisi altına alıyor. İnsanın ruhu değişiveriyor. Bu sergi fikri nasıl oluştu? Küratoryal süreçten bahseder misin?
S: Elâ ile yaklaşık dokuz aylık bir sürecin sonucunda Golden Hours sergisi ortaya çıktı. Haftalık buluşmalarımızla, birlikte tüm serginin iskeletini adım adım kurduk ve şekillendirdik. Tüm süreçteki paylaşımlarımız sergideki her detaya yansıdı.
Zor bir dönemin içerisinde olduğumuz aşikar. Kaygısız, mutlu ve huzurlu hissettiğimiz anları tekrar hatırlamamız ve bu hisleri daha fazla paylaşmamız gerektiğini düşünüyorum.
– Yapıtlarını nasıl tanımlıyorsun? Soyut figüratif, fantastik…
S: Figüratif ve soyut öğelerin iç içe olduğu kurgusal mekanlardan oluşan resimler.
– Serginin rengi sarı-turuncu. Ancak kimi zaman renk geçişleri görüyoruz. Bir tür muğlaklık, tekinsizlik duygusu veren Bergman filmlerindeki ya da Hakan Bıçakcı romanlarındaki duyguyu hatırlatıyor. Senin bu muğlaklıkla ifade etmek istediğin nedir, biraz açar mısın?
S: Serginin tamamı Golden Hours dediğimiz o büyülü zaman diliminde gerçekleşiyor. Işığın doğuşuyla oluşan parlak sarı tonlar resimlere yansıyor ve serginin sonuna doğru o ışık kendini turuncu ve kırmızı tonlarına bırakıyor. Tüm bu geçişi resimlerde de görebiliyoruz. Kızıllığa doğru yaklaştıkça gerçeklikten biraz daha uzaklaştığımız ve muğlaklaşan atmosfer kendini daha fazla hissettiriyor. Belleğimizdeki anıların netliği azalıp geriye sadece saf duygu kalıyor.
– Hafıza, bellek, unutma, anımsama gibi kavramları düşünen biri olarak sergin bana Fransız antropolog Marc Auge’yi çağrıştırdı. Auge, şimdiyle gelecek arasında bağlantı kuruyor çalışmalarında. Bu konuda ne dersin?
S: Eskiz defterlerime baktığımda bu bağlantıyı çok net görebiliyorum. O defterler adeta birer zaman makinesi. Geçmiş var, gelecek var. Tüm bu zamanlar arasında yolculuğa çıkıp parçaları yeniden kurgulamak ve zaman çizelgesini aralayıp adeta yeni bir alan açmak yapmak istediğim.
– Sergide yer alan seride aile albümünü yeniden yorumluyorsun. Gerçeklik, bellek ve kurgu sonucu ortaya çıkan durumun nasıl bir etki yaratmasını bekliyorsun? Bu durumun sendeki etkisi ne oldu?
S: Sergide desen ve kolaj olarak çalıştığım “In Your Eyes” serisi aile albümlerine yoğunlaştığım çalışmaları içeriyor. İçerisinde benim olmadığım anların, şimdi ile olan bağlantısını kurmak ve o bağlantı yollarını açmak.
– Epeydir merak ettiğim Aftersun – Güneş Sonrası filmini, sergini ziyaret ettikten sonra görme fırsatım oldu. Charlotte Wells’in yalın, duru fakat bir o kadar güçlü filmiyle Golden Hours sergisindeki işlerinin verdiği his büyüledi. Sanat biraz da ortak duygularda birleşebilmek midir?
S: Elbette. İyi bir sergi, bir film, bir kitap ile olan karşılaşmalarda bazen hissettiklerimiz daha da yoğun olabiliyor. Duyguların biraz daha fazla hissedildiği bu gibi anlarda bu tür bağlantıları keşfetmek daha anlamlı oluyor.
Elif Hopyar